Oyun ciddi bir iştir

“Bana gelen hastaların her birine tekrar oyun oynamayı öğretiyorum. 
Yaşamı, o kadar ciddiye alıyorlar ki, oyunu unutmuşlar.” KARL SIMONTON*

Dalia MAYA Köşe Yazısı
23 Ağustos 2016 Salı

Oyun ciddi bir iştir. Oysa oyun, “sadece oynamış olmak için” oynanmalıdır. Amaçsız olmalıdır. Amaç oyunun önüne geçtiğinde, oyun da oyun olmaktan çıkar.

Küçücük bir bebeğin annesi ile gülücükleşmesi bir oyundur mesela. Sokakta seke seke ya da sıçrayarak yürümesi bir çocuğun, kaldırım taşlarının arasındaki çizgilere basmadan ilerlemesi, okumayı öğrendiğinde reklam tabelalarını okuması oyundur. Çevresindeki insanlarla kurduğu ilişkileri de bir oyundur çocuğun. İçinden geldiği gibi, tam da nefes aldığı anda deneyimlediği yaşam anıdır oyun. Yüreğindeki heyecan kıpırtısı değişir, gözüne yepyeni bir şey takılır -bir yavru köpek diyelim-, başlar birlikte koşmaya onunla. Kulağına bir fısıltı gelir, fikri değişir, ağaç dinleyicilerine seslenen şarkıcıdır belki de şimdi o… Fırından taze ekmek kokusu çalınır burnuna, dönüşür yine oynadığı oyun bir anda. 

Çocuğun varoluş halidir oyun. Yaşam coşkusunun sonucudur bir anlamda. Yaşamın dışavurumudur. Mutluluktur oyun. Gelişimdir. Yaratıcılıktır. Tektipleşmenin ötesinde farklı düşünebilmektir. Farklılaşmaktır. Öznelleşmek, ama öznelleşirken genişlemektir. Genişledikçe, farklılıkları kabul edebilmektir. Dostluktur, paylaşımdır, birliktir oyun. Heyecandır oyun. Müziktir, yaşamın güzellikleri ile sorunları arasında, hep birlikte ve onlarla dans edebilmektir.

Amerika’da seri katillerle yapılan araştırmalar bu kişilerin hayatlarında daha çocukluklarından itibaren oyunun olmadığını ortaya çıkarmıştır.

Sosyalleşmektir oyun. Sosyalleşir-ken etki tepki iletişimlerini görmektir. İlişkileri çözmektir. Korkulardan arınmaktır. Kişinin diğerlerinin yargısından çekinerek kendi içinde yarattığı hapislikten çıkmasıdır oyun. Eğlencedir, mizahtır, kahkahadır oyun. Meraktır, heyecandır ve farkında olmaktır. Yaşamsaldır. Tehlike anlarında çalan sessiz alarmların farkında olabilmektir mesela. Ve zekadır oyun; en hızlı, en uygun tepkiyi verebilmektir. Çıkış kapısıdır zor dönemlerden; esnekliktir, sorgulamaktır, özgürce düşünebilmektir oyun.

Risk alabilmektir oyun ve sorun çözücüdür. NASA’nın dünyanın en iyi okullarında yetişmiş bile olsalar, işe alacağı Ar&Ge ve çözüm üretici elemanlarını seçerken çocukluklarında elleri ile bir şeyler ürettikleri oyunlar oynamış olup olmadıklarına da artık baktıklarını biliyor musunuz?

Yaşamın ta kendisidir oyun. Ve insanın elinde bir oyuncaktır yaşam. Ailenin ‘prensipleri’, okulun ‘ödevleri’, iş hayatının ‘mecburiyetleri’, yaşamın ‘zorlukları’ karşısında oyun oynamayı unutan, yaşamın ciddi bir iş olduğunu düşünen toplumlar mutsuz ve hatta depresif toplumlardır.

2009-2010 yıllarında Bulgaristan, farklı araştırmalarda Avrupa Birliği’nin en gerideki ülkesi olarak belirlenmişti. İnovasyon alanında en geride. En mutsuz ülke.  Eğitimde okuma, matematik ve bilimde en gerideki Avrupa ülkesi. İş dünyasında da öyle. Mutsuz, kötü eğitimli ve felaket bir ekonominin insanları… Girişimci Steve Keil ülkesinin bu durumunu incelediğinde toplum olarak oyuna önem vermediklerini, tam tersine oyunu, eğlenceyi reddettiklerini fark ediyor. Küçük yaştan itibaren yasaklar ve ciddiyet üzerine kurulu bir sistem. Yaşamın ciddi olduğuna inandıkça oyundan uzaklaşıyor insan. Oyundan uzaklaşmak toplumu mutsuzluğa ve depresyona açık kılıyor.

Doğada tüm canlılar oyun oynuyor. Sosyal düzeni oyunla sağlıyorlar. Daha fazla oyun oynayan farelerin beyinleri büyüyor, öte yandan oyun oynamayan kediler, doğru sosyal becerileri geliştiremiyorlar. Daha fazla oyun oynayan ayılar daha uzun yaşıyorlar. 

Rio Olimpiyatları’nda kaybettiği judo maçının ardından İsrailli rakibi Ori Sasson’un uzattığı elini sıkmayı ve hakemin kendisini çağırmasına rağmen geri gelip selam vermeyi reddeden Mısırlı sporcu İslam Şahabi olimpiyatta bile olsa, sporun, maçın hatta yaşamın bir oyun olduğunun ne kadar farkında acaba? Ya biz, Rio Olimpiyatları’nın seyircileri, yaşamı da, oturduğumuz koltuktan izlediğimiz bir film olarak mı görüyoruz? Yaşam başımıza gelenlerin toplamı mı bizler için? Yoksa, hep birlikte oynadığımız bir oyun mu?

Cevap vermeden bekleyin biraz.

Bir-iki dakikalığına oyunun beynimize yaptığına bir bakın, sonra verirsiniz kararınızı.

Tüm araştırmalar oyun ile beyin arasında doğru bir ilişki olduğunu gösteriyor. İnsanlar dünyanın her köşesinde her yaşta –bir sebeple kendilerini bastırmadıkları sürece- oyun oynuyor. Çalışmalar, oyunun insan beyninde sinir gelişimini tetikleyerek duyguların kontrol edildiği alan olan amigdalanın ve idrak yeteneğinin gerçekleştiği prefrontal korteksin geliştiğini gösteriyor. Böylelikle duygusal açıdan olduğu kadar bilişsel açıdan da daha geniş bir özgürlük alanında hareket yeteneğimiz de gelişiyor.

Öte yandan, oyun oynamayan insanın göbeği büyürken beyni küçük kalıyor. Spor yapmayan, müzik aleti çalmayan, dans etmeyen, öpüşmeyen, şarkı söylemeyen, fantezi kurmayan, işini, gününü, yaşamını bir anlamda oyuna dönüştürmeyen insan/toplum depresyona giriyor.

Soruyu şimdi tekrar soralım: 

Bizler, oyun oynuyor muyuz? 
Oynuyorsak, sadece teneffüse çıktığımızda mı oynuyoruz? Yoksa yaşam başlı başına bir oyun olabiliyor mu?

---

Meraklısına not:* Karl Simonton: (1942- 2009) Radyoloji ve Onkoloji uzmanı, Simonton Alternatif Kanser Tedavi Merkezi Kurucusu 

Haftanın kelimesi: NEOTENİ. Bir canlının çocukluktan yetişkinliğe geçerken hızlı davranıp kimi çocukluk özelliklerini yetişkin bedene taşıması. 6-12 yaş dönemini oyun çağı olarak tanımlayanlar için oyunun tüm yaşama yayılması bir neoteni örneğidir.