Heybeli’de bir çay bahçesi

Çarşamba akşam üzeri eşimle Heybeliada’ya gitmek üzere vapura bindik. Büyükada- Heybeli- Bostancı seferini yapan vapurla gideceğimiz mesafe on dakika. Ama kalabalığın arasından turnikeye ulaşıp kendimize oturacak bir yer bulmamız da on dakika sürdü. Geçmiş dönemlerde bazen şaşırdığım olurdu.

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
20 Temmuz 2011 Çarşamba

Çarşamba akşam üzeri eşimle Heybeliada’ya gitmek üzere vapura bindik. Büyükada- Heybeli- Bostancı seferini yapan vapurla gideceğimiz mesafe on dakika. Ama kalabalığın arasından turnikeye ulaşıp kendimize oturacak bir yer bulmamız da on dakika sürdü. Geçmiş dönemlerde bazen şaşırdığım olurdu. Doğru vapurda mıyım, diye etrafıma bakardım. Birkaç tanıdık yüz görünce rahatlardım. Alışkanlık icabı bu kez de çevreme bakındım. Bir tek tanıdık sima yoktu; oysa doğru vapurdaydım.

 Heybeli’ye vardık. Arkadaşlarla buluşma saatimize daha zaman olduğu için sahilde yürümeye başladık. Büyükada’dan sonra kıyı bize neredeyse -Promenade des Anglais- gibi geldi. İnsanlar düzgün, herkes birbirine saygılı, dışarıdan adayı parselleyen yabancılar yok. Balık restoranlarından kimse avaz avaz müşteri toplamaya çalışmıyor. En önemlisi gürültü, uğultu buralara uğramamış. Bir çay bahçesinde oturduk. Zaman durmuş gibi, kimsenin acelesi yok sanki. Bu arada bilginiz için: Büyükada’da sahilde bir çay iki lira; Heybeli’de ise bir lira. Merakımdan diğer iki adaya da bakacağım. Zira çok önemsiz bir ayrıntı gibi gözükse de, Ada hakkında önemli bir göstergedir.

Su Sporları Kulübü’ne gitmek üzere kalktık. Yol üstündeki pasta/börek fırınından sokağa iştah açıcı kokular yayılıyordu. Eşim bu tür fırınlara hiç dayanamaz. “Ustası mutlaka Rum’du” tezini ısrarla savunur. “Kaça kadar açıksınız?” deyince, “Abi dükkanın anahtarını kaybettik, 24 saat çalışıyoruz” yanıtını aldık. Espriyi ne kadar sevdim bilemem, ama dükkandaki  levhada, “24 saat sıcak poğaça bulunur” yazıyordu. Nitekim dönüşte fırına uğradık. Yine mis gibi kokular. Lüzumlu, lüzumsuz ne varsa aldık, çıktık. Heybeliada’daki Su Sporları Kulübü oldukça büyük bir tesis. Personel güler yüzlü ve yardımcı olmak için elinden geleni yapıyor. Gecenin en güzel kısmı güneşin batışı ile dolunayın çıkışını izlemek oldu. Gerisi önemli değil. Dönüş için motora bindik. Büyükada’ya yanaştığımızda deniz otobüslerinin tam karşısında turuncu renkte neon ışıkları gibi parlayan bir levha gördüm. Karaya indiğimizde biraz daha yaklaştım. Şehrin hemen her sokağında yer alan M harfi ile başlayan marketler zincirinin tabelası bir boydan bir boya asılmıştı. Kalbime bir yumruk inmiş gibi hissettim. Ne işi vardı bu marketin burada? Büyükada’nın köy olmaktan çıkıp çirkin bir kasabaya dönüştüğü herkesçe aşikar. Gözü kapalı yürümek zorunda mıyız? Sanırım ilk kez o akşam, eşimle, ‘başka ne tür seçeneklerimiz olabilir?’ diye konuştuk. Öte yanda, sessiz bir sokakta balkonumda büyüyen ortancaları izlerken, bir yanda çayım,  ve kitabımla aldığım keyiften de vazgeçmek istemiyorum.

***

Mevsim, torun mevsimi.

Yurtiçinden, yurt dışından anneanne/babaannelere torun yağıyor. Evlerde bir telaş, bir hazırlık. Mutfakta derin dondurucular tam kapasite ile çalışıyor. Bebek veya çocuk yatakları monte ediliyor. Henüz Ada’da ev tutmayan küçük çocuklu ailelerle yurtdışında yaşayan çocuklu aileler tatillerini geçirmek üzere annelerinin yanına geliyorlar. Emanetçi Sait Efendi yıllardan sonra bu kez çocukların göçünü taşıyor. Hayat adeta bir devr-i daim. Çocuklar için Ada hala bir cennet.