Dördüncü kral benim!..

Leon Lagnado, 1950 yılları Mısır'ında itibarlı bir kişidir. Kral Faruk ile poker masasına oturur ve haksızlığa uğrar. Mısır Çıkışı'nın kutlanacağı Pesah Bayramı öncesinde, Eski Kahire'den Yeni Dünya'ya göç eden bir Yahudi ailesinin trajik öyküsünü aktaran bir kitabın ana kahramanı Leon'un yaşamı bana oldukça çarpıcı geldi. İnsanoğlu ne yazık ki hep geçmişi unutmaya eğilimli.

Yakup BAROKAS Köşe Yazısı
13 Nisan 2011 Çarşamba

Pesah’’ı kutlamaya hazırlandığımız bu günlerde bayramın taşıdığı en önemli mesajın; “Mısır’dan, köle evinden çıktığını iyi HATIRLA ve o günü çocuğuna ANLAT” olduğunu hep tekrarlar dururuz.

Uzun bir tembellik döneminden sonra pek çok dostun önerdiği ‘Beyaz köpek balığı derili takım elbiseli adam’ adlı kitabı okuyorum. Öykünün kahramanlarından Leon Lagnado gençliğinde poker hastasıdır ve bu oyun Kral Faruk’un da tutkularından biridir. Bir gün İngilizlere olan yakınlığı nedeni ile ‘Kaptan Philips’ lakabı ile de anılan Leon, Kahire’nin en gözde gazinolarından birinde kralın masasına poker oyununa katılmak üzere davet edilir. Turların birinde Faruk’un üç papazına karşılık Leon’un elinde daha yüksek değerde olan floş vardır. Leon yerdeki paraları almak için uzanır fakat kral elini tutar, elinde dört papaz bulunduğunu, karenin floştan iyi olduğunu söyler.

Leon hükümdarın eline bakar ve üç papazı görünce bozulur, kral ise kahkahayı basar ve paraları toplarken; “C’est moi le quatrieme roi!” diye haykırır: “Dördüncü kral benim!

Mısır’da refah içinde yaşamakta olan Yahudiler için 26 Temmuz 1952’de Kral Faruk’un ‘Müslüman Kardeşler’in de desteği ile askeri darbe sonucu tahtan indirilmesinden sonra yeniden Amerika, Fransa, İsrail gibi ülkelere göç süreci başlar. Nasır önderliğindeki diktatörlük rejiminin yükselişiyle Leon Lagnado elinde avucunda ne varsa kaybeder ve ailesi ile ülkeyi terk etmeye mecbur edilir. (Kral Faruk ile olan dostluğu bu akıbetini önleyememişti.)

Günümüz Mısır’ında da demokrasi anlayışı yönünden durumda pek bir değişikliğin olmadığını gözlemliyoruz. Özgürlük talepleri ile ayaklanan halk hareketi sonucunda Mübarek’in devrilmesinden sonra oluşan askeri rejimin referanduma sunduğu anayasa yüzde 77,2 gibi ezici bir çoğunluk tarafından kabul edildi. ‘Evet’ oyu verenler Mübarek karşıtı ‘Müslüman Kardeşler’ ile yine eski Mübarek rejimi yandaşlarıydı. İlginç bir ittifak… Liberal aydınlar ise ‘Hayır’ oyu kullandı. Aynı tas aynı hamam…

Tarih boyunca Yahudiler her ülkede belli bir dönem nispeten daha iyi, hatta altın yıllar yaşadılar; ancak bu rahat dönemleri her zaman giderek bozuldu, katliam, soykırımlar ile neticelendi ve yaşadıkları ülkeleri terk ederek farklı diyarlara göç etmek zorunda kaldılar. Babil’de, Mısır’da, İspanya’da, tüm Avrupa ülkelerinde bu böyle oldu. Yahudi toplumlarının belli coğrafyalardaki mutlulukları, belli ölçüde özgür bir yaşam sürmeleri, Osmanlı İmparatorluğu hariç, bazen yirmi-otuz yıl kadar kısa bir süreyi kapsadı, bazen de İran’da olduğu gibi yüzyıllar boyu sürdü.

Ancak insanoğlu geçmişi unutmaya eğilimli. Yakın tarihlere kadar 30 bin Yahudi’nin yaşadığı Almanya’da özellikle eski Sovyetler Birliği’nden gelen göçmenler sonucu bu sayının 100 bini geçmesi unutkanlığın açık bir kanıtı değil midir?  İşte onun için Nazi Soykırımı’ndan sonra ‘Bir daha asla’, ‘Holokost öğrenmemiz ve nesilden nesile öğretmemiz gereken tarihi bir olgudur’ diyor ve aynen Pesah’ta da Mısır Çıkışı’nı anımsıyor, genç kuşaklara aktarıyoruz.

***

Geçtiğimiz hafta Türkiye Barolar Birliği’nin Ankara’da düzenlediği törende meslekte 40 yıl plaketini aldım. Benim açımdan büyük bir onurdu. Yıllar isteseniz de istemeseniz de geçiyor, ancak beni gururlandıran Türkiye’nin pek çok farklı illerinden gelmiş, çağdaş, Atatürkçü, cumhuriyet ve demokrasi ilkelerine sıkı sıkıya bağlı, adaletli bir yargıdan yana meslektaşlarım ile aynı duyguları paylaşmış olmanın getirdiği birliktelik duygusu oldu. Özel sohbetlerde ise 68 kuşağı olmanın niteliksel farklılıklarına değinildi, o günlerin koşullarından söz edildi.

Beni tanıyanlar genelde 20 yıla yakın bir süredir köşe ve başyazılar yazdığım Şalom Gazetesi ile özdeşleştirirler. Mesleki kimliğim hep Şalom kimliğimin gerisinde kaldı, geriye bakıp bir değerlendirme yaptığımda bu algı beni sadece mutlu ediyor. Günümün sekiz saatini büromda geçirdiysem birkaç saatimi de ya gazetede, ya da gazeteyi düşünerek geçirdim.

Mesleğimde manevi kazanımlara maddi kazanımlardan fazla değer verdim. İnsan ilişkilerini çok önemsedim. Bu ilişkileri özellikle mesleki yarar sağlamak için kullanmadım, hep bundan kaçındım. Sonradan pişmanlık duyacağım hiçbir uyuşmazlığın savunucusu olmadım, hep doğruluğuna inandığım görüşleri savundum.

Kopyalı siyah kâğıt ile daktilo makinesinde dilekçeleri yazdığımız günlerden, elektrikli daktilolara sonra da bilgisayarlara geçtik. Yasa, yönetmelik, kararname vs. gibi hukuki mevzuatı içeren ciltlerle dolu kütüphaneler yerlerini birer CD’ye bıraktı. Yargı kararlarını aramak için saatler boyu dergileri karıştırmak yerine bir internet sayfasını tıklamak yetiyor şimdilerde. Uzun toplantılar, tartışmalar yerine elektronik postalar iletişimi sağlamakta.  UYAP (Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi) her türlü yargı faaliyetlerinde uygulanır oldu. Ancak değişmeyen en önemli öncelik sistematik bir düşünceye sahip olmak ve doğru mantık yürütebilmektir. Her meslekte bu böyle değil mi?     

Değer yargılarının hızla değiştiği dünyamızda, belli ölçüde ne yazık ki geçerliliğini yitirmiş olsalar da, 40 yıllık bir deneyimden sonra hangi meslekten olurlarsa olsunlar tüm gençlere verebileceğim naçizane öğütler işte bunlar…

HAG SAMEAH.