COVID-19 Episode 1 final sahnesine doğru…

Alber NASİ Köşe Yazısı
29 Nisan 2020 Çarşamba

Dünyada korona virüsü gündemdeki yerini yavaş yavaş ekonomik kaygılara bırakmaya başladı. Ekonomik kaygıların yükselmesiyle toplumlarda karantina karşıtı söylemler yer almaya başladı. Henüz karantina kararları peşi sıra alınmaya başlamadan önce konunun 15 Nisan itibariyle unutturulmaya başlanacağını yazmıştım. 

Dikkat edilirse artık korona virüsüyle ilgili haberler yavaş yavaş azalıyor. Son günlerde hastalığa yakalanan veya hastalıktan hayatını kaybeden dünya çapında bir ismi artık duymuyoruz. Korona virüsü gündemdeki yerini ekonomik belirsizlik, ekonomik küçülme, altın fiyatları, bitcoin fiyatları, gelişen ülke para birimleri, hiper enflasyon gibi konulara bırakmaya başladı. 

Bu arada ABD dışında hemen hemen hiçbir ülkenin ne vaka sayısında ne de can kaybı konusunda gerçek rakamları bildiklerine ve paylaştıklarına inanmıyorum.  ABD’de, özellikle New York’ta vaka ve can kaybı sayısının çok yüksek olması gerçeklerin daha net ortaya çıkmasını sağladı.

Anlaşılacağı üzere önce ülkesel kapanmalar bitecek. Yavaş yavaş ülkeler kendi içlerinde insanları kısıtlama uygulamasından çıkacak. Sosyal mesafe kuralları, maske - eldiven takma zorunluluğu gibi kurallar devam edecek. Bir süre sonra da belli kurallar dahilinde uluslararası seyahatlere de izin verilecek. İster istemez insanın kafasına iki soru geliyor: 

  1. Eğer bu hastalık söylendiği kadar bulaşıcı ve öldürücüyse bu kadar hızlı bir açılma doğru mu? 
  2. Eğer bu hastalık sanıldığı kadar can kaybına sebep olmayacaksa neden bu kadar uzun süre evlerimize hapis olduk ve global ekonominin çökmesine seyirci kaldık. 

İkinci sorunun cevabını bilinmez. Ancak bu durumun gerek siyasette, gerek ekonomide orta vadede büyük değişimlere sebep olacağını anlamak pek zor değil. 

Birinci soruya gelince: Şu andan itibaren alınacak hiçbir kısa vadeli önlem özellikle metropollerde bu hastalığın tekrar yayılmasını ve can kayıplarını engelleyemez. 

Bu hastalık uçaklarla dağıldı ve özellikle kapalı mekânların, yani aynı havayı teneffüs eden insanların yoğun olduğu yerlerde, daha çok yayıldı. 

Şu anda var olan birkaç bina dışında hiçbir bina ve mekânın havalandırma altyapısı hava yoluyla bulaşan hastalıkları engelleyecek şekilde tasarlanmış değil. En başta ticari uçaklar olmak üzere metro istasyonları, modern ofis binaları, kapalı alışveriş merkezleri, rezidans olarak tabir edilen modern evler, çok katlı otellerin altyapıları bu virüslerin yayılmasını durduramaz; tam tersine yayılmasına yardımcı olur. 

Mesela en basitinden uçakları ele alalım. Hiçbir havayolu şirketi uçarken içeriye taze hava vermez. Taze hava gerek uçaklarda, gerekse havalandırma sistemlerinde, hem ilk kurulum maliyeti hem de işletme maliyeti olarak pahalıdır. Hatta dikkat ederseniz uçak doluncaya kadar bazen klima dahi açılmaz. Uçarken içeriye taze hava vermek, dışarıda -50 dereceyi bulan havayı, konfor şartı olan 21 dereceye kadar ısıtmak anlamına gelir. Bu arada yine ekonomik kaygılarla her geçen gün ufaltılan koltuklar, daraltılan koltuk aralıkları şimdilerde ilan edilen sosyal mesafe kurallarına ne kadar uyumlu? Havaalanı içerisinde insanlar birbirlerine 1 metre mesafedeyken, aynı uçağa binildiği an bu insanların yüzde 100 sağlıklı olduğu mu kabul edilecek. Veya uçağa binmeden önce sonucu 15 dakikada çıkacak toplu testler mi yapılacak? Veya uçak şirketleri uçakların kapasitesini yarıya mı çekecek? 

Klimalı yerlerde durum çok daha iyi değil. Mekânlara, daha fazla ve ameliyat odası kalitesinde filtre edilmiş hava vermek gerekecek. Ayrıca bu havanın nem oranının yüzde 30 - yüzde 70 nem oranında olması virüslerin üreyememesi için önemli. İster istemez şehir ve mekân mimarilerinin değişmesi gerekecek. 

Elbette ne kısa vadede, ne de orta vadede bu değişimler olmayacak. Hatta maske ve eldiven taktıkları için insanlar kendilerini güvende sayacak. Bir süre sonra da (temmuz ortası gibi) konu tamamen gündemden çıkacak. Görece olarak azalmış olan, aslında gerçekte de çok fazla sayıda insanı virüsü taşıdığı halde etkilemeyen virüs, en geç kış aylarıyla bugünkünden de hızlı bir şekilde tekrar gündemdeki yerini alacak. Veya daha fazla can kaybı olsa bile aynen İspanyol gribinde olduğu gibi sümen altı edilmeye çalışılacak… 

Virüs ve hastalık ekonomik yıkım getirir mi? Tek dünya hükümeti getirir mi? (Aslında demokrasinin gerçekte yozlaştığı dünyada tek dünya hükümeti özellikle yapay zekâ destekli bir tek dünya hükümeti fena fikir değil) Virüs insan yapımı mı? Bu sorular bir sürü komplo teorisi. 

Ancak insanlık gerçek anlamda neyin değerli ve çok değerli saydığımız bazı şeylerin aslında ne kadar değersiz olduğunu anladığı zaman hastalık bitecek. O noktaya ulaşmış insan bilinci mevcut sistemi kabul eder mi? 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün