Maskeler…

Joelle PİNTO Köşe Yazısı
22 Nisan 2020 Çarşamba

Bana biri altı ay evvel herkesin maske ile gezeceğini söyleseydi, ona “Çok fazla film seyrediyorsun” derdim. Komşuma bile inebilmek için maske içi kağıt havlu koyarak evden çıkacağımı, asansöre bindiğimde sadece sol elime basacağımı (çünkü insanlar sol ellerini sağ ellerine kıyasla daha az suratlarına dokundurur), hangi elin daha az surata değme riski olacağını düşüneceğimi, asansörden iner inmez ellerimi dezenfekte edeceğimi, ayakkabıları anında çıkarıp dezenfektanlı minderlere koyacağımı da düşünemezdim. Markete gitmekten çekineceğimi, eve ısmarladığım market poşetlerini önce kolonya veya çamaşır suyuyla temizleyip bekleteceğimi, marketten alınan her bir paketin cinsine göre ya silineceğini, ya sirkeli sularda bekletileceğini, yani bir market alışverişi yerleştirmenin bir saati aşacağına inanamazdım. 

***

Geçen haftaki yazısında sevgili Tilda Levi’nin “itici güç” olarak Büyükada’ya gitme hayalini okuduğumda gözümde canlandırmaya çalıştım. Benim de adada en keyif aldığım mekânlardan biri olan Bahçe’de Sinek’te klasik müzik eşliğinde kahvaltı etmeyi düşündüm. Yaprak şeklindeki tereyağlarını, her zaman güzel sunumlarını, huzurlu bahçelerindeki kahve keyiflerimi düşündüm. Bir taraftan da son defa adaya gittiğim günü hatırladım. Mart başında korona vakasının ülkemizde bir kişi olduğu günlerde, arkadaşlarımla bir hafta sonu geçirmek için kışın ortasında adaya gitmiştim. Daha ülkemizde korona algısı oluşmamışken olacakları hissederek, ada motorunda dışarda oturmuştum. Tırabzanlara kağıt mendille dokunmuş, elimi psikolojik olarak birkaç dakikada bir dezenfekte etmiştim. Sonra bir süre için son defa arkadaşlarımla keyifli bir yemek yemiş, bir gece adada kalmış ve ertesi gün, içinde bizden başka 4 kişi olan bir şehir vapuruyla dönmüştüm. İyi ki gitmişim. Şimdilik son sosyalleşmem oldu. Sonraki hafta Türkiye’de korona virüs patlayınca zaten lokantalar da kapandı, ben ise çoktan eve kapanmıştım. Büyükada deyince aklıma geçirdiğimiz güzel çocukluk, iskelede saat altı buluşmaları, deniz keyfi, küçük tur, dondurmacı Yunus gelmiyor aklıma bu ara, son gittiğimdeki boş vapur ve boş vapurda bile birbirinden en uzak noktada oturmaya gayret eden kişiler geliyor aklıma.  

***

Bazı günlerde kendimi bir bilim kurgu filminin içinde hissediyorum. ‘Yeni normal’in bu olmamasını umarak. Benim itici gücüm ise temiz bir denize girebilmek. Yazın sonu bile olsa becerebileceğimizi umuyorum. Ancak oteller ne zaman açılır, hangisinde güvenip kalabiliriz, uçak değil arabayla mı gideriz ve daha da mühimi “Korona virüsü denizde yaşar mı?” sorusu her gün kafamda. Endişe tuzağına kapılmamaya çalışsam da, yeni normalin belki de en normal parçası. Yeni normale henüz alışamadım. Ne ailemi görememeye, ne arkadaşlarımla sadece görüntülü video uygulamalarından görmeye, hem iş hem de diğer görüşmelerim için çok saat telefonda konuşmaya, her hafta sonu evde tamamen kapalı kalıp hava almak için boş bir alanda bile yürüyüş yapamamaya, en önemlisi de haftalardır evde kalıp hiç dinlemiş hissedememeye alışamadım

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün