Yaratılış efsaneleri

Riva DUVENYAZ Köşe Yazısı
22 Ocak 2020 Çarşamba

‘Yaratılış’ ile ilgili savlar pek çok. Bazıları çok popüler, bazıları unutulmaya yüz tutmuş. Ancak evrenin oluşumu ile ilgili hâlâ nihai bir karara varacak kadar veriye sahip değiliz. Ben de öncelikle varsayım çeşitliliğini biraz detaylandırıp, sonra da bu konuda neden bir teze tam sadık kalamayacağımızı açıklamak isterim.

Yaratılış modellerini, İngiliz düşünür Alan Watts’ın bir konferansındaki terminolojiden yola çıkarak üç ana başlıkta topladım.

Birincisi Çömlek modeli, evrenin biri tarafından yapılması, bir nevi sanat eseri modeli. Çömlekçinin oturup çömlek yapmaya kalkması gibi. Bu model kendi içinde çok çeşitli, örneğin bütün tek Tanrı’lı dinler evrenin Tanrı tarafından yaratıldığını, Tanrı’nın insana can verdiğini, yani dünyamıza bir şeylerin imal edilmek sureti ile eklendiğini savunur.

Çömlek modelinin içinde tek tanrılı dinlerden önce de tanımlanan efsaneler var. Örneğin Kongo’nun Bakuba Krallığı, Mbombo adlı bir tanrının kusmak sureti ile güneşi toprakları canlıları yarattığına inanır. Öyle detaylı bir hikâye ki okusanız çok mantıklı gelecek… Örneğin Mbombo sadece dokuz hayvan yaratıyor, onlar kendi türlerini çeşitlendiriyor.

Kongo’daki bir çocuğa Adem, Havva ve yılan hikayesi ile ilgili bir masal kitabı verseniz gülüp geçer, büyük ihtimalle de Arizona’daki bir çocuğa kusan tanrı miti biraz yavan gelir.

Yaratılışın ‘biri’ eliyle yapıldığına dair en eski hikâye Babil yaratılış hikâyesidir. Enuma Eliş adlı bu efsaneye Hammurabi’nin kanunlarının başında da yer verilir. Kaos güçleri ile düzen güçlerinin savaşından bahseden detaylı bir efsane.  Tanrı’nın Musa’ya yazdırdığı kanunların Hammurabi’de Marduk adlı tanrı tarafından zaten evvelce yazdırıldığını kanıtlamak mümkün. Çömlek modelini benimseyenlerin aralarında çatışma olması kaçınılmaz…

Gelelim ikinci yaratılış modeline: Ona da yine Watts’ın terminolojisi ile ‘tam otomatik’ model diyelim. Bilim, dinin önüne geçmeye başlayınca çömlek modeli ve akıllı dizayn kavramı inandırıcılığını yitirdi. Yerini Darwin gibi dünyanın 4,5 milyar yıldır var olduğunu ve yaratılışın evrimle açıklanması gerektiğini düşünen bilim adamları aldı. Ancak onların da henüz açıklayamadığı yüzde 90’lık bir karanlık madde var. Onlar da henüz evrenle ilgili hesaplama yaparken emin değiller. Onlar da insan beyninin karmaşık yapısını henüz açıklayamıyorlar.

Üçüncü modele ise gelin organik model diyelim. Bütün evreni bir organizma olarak görelim. Uzakdoğu dinlerinde ve Sufizm’de bu model benimsenir. Çinli bir çocuğa annesi bu dünyaya geldin demez, bu dünyanın ürünüsün der. Bu anlayış big bang teorisinin doğru olduğu varsayımını yadsımaz. Ancak bir bütünden patlayarak partiküllere ayrılsak da aslında bir bütünün parçaları olduğumuz gerçeğinin devam ettiğini savunur. Hiç kimse ayrık değildir. Her şey bir büyük organizmanın parçalarıdır. Bir okyanus dalgası gibi beraber hareket ediyoruz. Dünya yavruluyor, ağaç elma veriyor gibi… Bu hikâyeyi kabul edenler hayatına lanet etmektense bu uyumun bir parçası gibi davranmayı tercih ediyor. Hallac-ı Mansur adlı Sufi düşünür de Tanrı-Evren-İnsan üçlemesini içeren varlık birliğini savunuyordu. Organik modelin bir başka örneği. Gerçi bu fikirleri yüzünden derisi yüzüldü…

Kısacası, üç model de tek gerçek gibi sadık kalınacak kadar veriye dayanmıyor. Henüz büyük bilgi açıkları var. Bu yüzden dogmaların körü körüne reklam edilmesine karşı çıkalım. Mütevazı bir şekilde yeni fikirlere açık olmak ve belirsizliği yüceltmek gerek…

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün