Slow food Slow love

“Sadece ekmekle yaşanmaz, özelikle zevkle yaşamak gerekir”

Dalia MAYA Köşe Yazısı
13 Şubat 2019 Çarşamba

 

“Lezzet insan hakkıdır” diyor Slow Food1 hareketinin kurucusu Carlo Petrini. Ancak lezzet bir birikimin sonucunda oluşur, incelir, giderek nüansları fark eder kişi. Kiminde doğuştan daha hassas bir lezzet algısı olsa da, sadece beslenmede değil ama yaşamda da lezzet bir eğitim, bir kültür meselesidir. Topraktan başlar lezzet algısı, ana kucağından başlar illa ki. Sonuç gibi görünür belki ama yavaş yavaş oluşan bir süreç halidir. Hızlının karşıtıdır lezzet. Üretimde ve tüketimde her bir aşamanın aşkla gerçekleşmesi halidir.  Belki de sevebilme gücüne gönlünü açmış olmanın, koşulsuz sevgi duyabilme gücünü geliştirebilmenin, Yaradan’dan dolayı sevmenin farkındalığıdır lezzet. Sağlıktır dolayısıyla.

Öylesine, doymuş olmak için değil, yaşamış olmak için de değil, ama farkındalıkla, tüm duyularıyla insanın yemeğini hazırlaması, pişirmesi, sofrasını süslemesi, aşkını yaşamasıdır lezzet. Her şeyi bir lokmada yutmakla sonuçlanan tüketim ruhundan sıyrılıp, yaşamın kutsanmasıdır lezzet. Çeşitliliğin, küçük ölçekli üreticilerin, yerel kültürlerin ve kırsal gelişimin korunması ve gelişmesidir. Globalleşen dünyanın kendini içinde bulduğu fast food ruhundan sıyrılmanın bir yolu da slow food devrimi ile başladı. 1980’lerden itibaren Carlo Petrini için işin başlangıç noktası yemek kültürüydü. Vandava Shiva ise konuya gıda ekolojisi açısından yaklaştı. Lezzeti yüceltmenin biyoçeşitliliğe ve küçük ölçekli üreticilere; biyoçeşitliliğin ve sürdürülebilir tarımın korunmasının da kaliteyi ve lezzeti yüceltmeye yönlendirdiği birbirini tamamlayan iki bakış açısı.  İkisinin birlikteliğinden Terra Madre doğdu. Terra Madre kaliteli, sürdürülebilir şekilde üretilen gıdalar ve adil bir ticaret için sadece beslenme zincirinin son halkasına yönelmek yerine, kalitenin tüketiciye ulaşması için zincirin ilk halkasını hedefleyerek döngüyü tamamladı.

Bir süredir takibimde SG İmalathane ve Selda Güleç. Misafirlerine aşkla açtığı mutfağında her gün yemek konuşuyor, lezzet yaratıyor. İstanbul’umuzun, Trakya’mızın, Anadolu’muzun yerel yemek kültürlerini inceliyor, deniyor, öğreniyor, paylaşıyor... Sadece yemekleri değil ama süreci, tüm çeşitliliğiyle  kültürlerimizi, geçmişimizi hep birlikte konuşuyoruz. Geleneklerimizi geleceğe taşımanın en keyifli hali! Sevgili Nedim Atilla ile birlikte zaman içinde Slow Food hareketine katılmak üzere bir topluluk kurduk SG’de. Kalabalık ailelerden çekirdek aile yaşamına geçerken kaybettiğimiz geleneklerimizi, sofra hikayelerimizi, yavaş ama sağlıklı pişirme yöntemlerimizi ve hatta alışveriş alışkanlıklarımızı geri kazanma çabasındayız. Market alışverişçisiyiz çoğumuz. Oysa toprağından almayı öğrenmemiz gerekiyor. Yiyeceklerimizin nereden geldiğini, ürünlerin hangi tohumlarla yetiştiğini, yiyeceklerimizin tadını oluşturan etmenlerin ne olduğunu, hatta yiyecek seçimlerimizin kültürümüzü nasıl etkilediğini merak etmemiz gerekiyor. Bazan ocak başında birlikte pişirirken ya da sofra etrafında pişirdiklerimizin tadına vardıkça aşkın ve lezzetin birbirinden ayrılamayacak bir insan hali olduğunu yeniden idrak ediyoruz. Öğreniyoruz. Boğazın Efendilerini konuştuk misal, Bizans mutfağını ve sofralık zeytin kültürünü konuştuk. Denedik, pişirdik, bu arada dostluğun, birlikteliğin tadına vardık.

Aşktır aslında lezzet, her anını dolu dolu hissettiğim, kalbimin ferah ferah, geniş geniş attığı bir aşk benim için. Renktir kimine göre. Kokudur aynı zamanda, sıcaklıktır... Hepsi bir bütündür aslında. Ve nasıl algılarsanız lezzeti öyle de yaşarsınız hayatı, öyle yaşarsınız aşkı. Şimdi düşünmeden edemiyorum, bu sevgililer gününde de tüketecek miyiz lezzetlerimizi yoksa kutsayacak mıyız aşklarımızı?

Sevgililer Günü’nüz ve tüm yılınız lezzet dolu geçsin. 

 

Slow Food, Manifesto (1989)

 

  • Uluslararası “Yavaş Yemek” hareketi, 9 Kasım 1989’da kurucu üye Falco Portinari’nin kaleme aldığı bu bildirinin 15 üye ülke tarafından onaylanmasıyla resmen kabul edilmiştir.
  • Endüstriyel uygarlaşmayla başlayıp gelişen yüzyılımız, önce makineyi icat etti sonra da onu kendine yaşam modeli olarak seçti.
  • Hayatın koşuşturma telaşı bizi köleleştirdi, sinsi bir virüse yenik düştük: alışkanlıklarımızla aramıza giriyor, evimize, özelimize yayılıyor ve bizi "Hızlı yemek"e zorluyor.
  • Bu telaşın türünün neslini tüketme tehlikesine karşı ve insan olmanın hakkını vermek adına, Homo Sapiens kendini kurtarmalı.
  • Hızlı hayatın evrensel çılgınlığına karşı direnmenin tek yolu sakin ve inatçı bir üslupla bedensel keyif unsurlarımızı sıkı sıkıya savunmaktır.
  • Uygun dozlarda, duyusal hazları ve uzun soluklu keyifleri emniyete almak; durmadan çalışmayı verimlilik zannetme çılgınlığına kapılmış kalabalığın hastalığını kapmaktan korur.
  • Bizim bu düzene karşı koyuşumuz, "Yavaş Yemekle sofrada başlamalı. Bölgesel yemeklerimizin lezzetlerini, kokularını yeniden keşfedelim ve "Hızlı Yemek “in ezici etkisini kendimizden uzak tutalım.
  • Hızlı yaşam, üretkenlik adına, var olmamızın geleneklerini değiştirdi ve çevremizi, ufkumuzu tehdit etmekte. Bu duruma tek çözüm "Yavaş Yemektir.
  • Gerçek kültür; lezzeti yok saymak yerine onu geliştirmektir. Bunun da yolu, uluslararası deneyim, bilgi ve proje değiş tokuşundan daha iyi ne olabilir?
  • "Yavaş Yemek" daha iyi bir geleceği emniyete alır. "Yavaş Yemek", küçük salyangoz simgesiyle, "yavaş" kımıltıya devinim getirecek nitelikli desteğe ihtiyaç duyan uluslararası bir düşünce hareketidir.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün