Teşhircilik

Riva DUVENYAZ Köşe Yazısı
14 Kasım 2018 Çarşamba

Galata’daki George Otel’in çatı katında ilk kez aklıma geldi teşhircilikle ilgili yazmak. Kolunda boylu boyunca iri İbranice harflerden oluşan bir dövme taşıyan garson kız, ilgimizi ve okuma isteğimizi beğenmeyip, ‘bu benim özelim’ deyip bizi tersleyince, acaba biz gözümüze sokulan bir şeyi görmeyerek mi doğru tepki vermeliydik diye düşündüm. Kişilik haklarını zedeleyecek bir yerinde değildi dövme, açık açık görünüyordu. O zaman soru şu: Görülmek, fark edilmek ve beğenilmek arzuları ve kanıksanma ihtiyacı hepimizde var iken ve zaten fazlası ile bunun için çaba gösterirken, özel hayatımızın delinmesini aslında istiyor olabilir miyiz?

İkinci kez bu konuyu düşündüğümde Floransa’da gerçek bir canlı sanat performansının ortasındaydım. Yaşayan en uç kadın sanatçı olan Marina Abramovic’in hayatı boyunca yaptığı canlı sanat eserleri bir arada sergileniyordu. Belki hatırlarsınız: 2010’da MoMA’da Sanatçı Burada! adlı görsel eserinde Marina her gün yedi saat boyunca bir masada hiç kalkmadan oturdu, isteyen herkes karşına geçip oturabiliyordu. Tek söz etmeden Marina onları dikkatle süzüyordu ve inceliyordu. Sanat eseri ilk defa gözlemlenen değil, gözlemleyen olmuştu. Floransa’da katıldığım toplu eserler sergisinde, Marina Abramovic’in, çıplaklığını sergilediği onlarca performansa şahit oldum. Doğu Avrupa coğrafyasının cinsellik, çıplaklık, vahşet, ölüm temalarını iç içe kullanmasından gelen bir rahatlıkla, kendisini ve sevgilisi Ulay’i pek çok temada rahatça kullanıyordu. Birbirine avazı çıktığı kadar bağıran iki insan düşünün saatlerce. Bu bir eser. Birbirini karşılıklı oturup sistematik olarak tokatlayan iki kişi… Bir kapı girişinde çırılçıplak duran bir kadın ve bir erkek, onların arasından geçmek serbest… Bir iskeleti sabunlu suyla çitilemeye çalışan kadın… İskeletin rengi hiç açılmıyor, ancak sanatçı gittikçe kir pas içinde kalıyor… Aşırı şiddet, cinsellik ve deneyleme üzerine bir sergi gezerken bir tabela dikkatimi çekti: ‘‘Fotoğraf çekebilirsiniz, ancak lütfen sanatçının mahremiyetine saygılı olun.”

Acaba sanatçı yaptığı eserlerle zaten mahremiyetinden feragat etmemiş miydi? O çıplaklığa kıkırdamak veya alay etmek bir seçenek iken cesarete saygı duymak da başka bir seçenek. Ancak sanatçı bütün seçenekleri göze alıp bu işe koyuldu. Yani artık izleyiciden mahremiyet talep etmek için geç…

Teşhirciliğin sanat olarak yapılma haline sınır koymak epey zor… Müslüm filminde Müslüm Gürses, kendi hayranlarının saldırısına uğruyordu örneğin… Mahremiyet, kendini ortaya koyarak sanat yapan insanlar için artık sadece bir lüks… Newton beşiği gibi metal toplar birbirine ne şiddette çarparsa o şiddette bir ters yönde hareket kazanacaktır.

O zaman günlük hayattaki teşhirciliğe gelelim. Yaşamın içindeki teşhircilik kendini uluorta insanlara göstermek kadar, kendini uluorta ifade etmekten de geçiyor. Yani mutlaka ıssız mahallelerde pardösü açmak değil teşhircilik. Aslında amaç belli: Herkes bir şekilde hafızalarda yer etmek istiyor. Herkes kendini ve hayatını bahsedilir kılmak arzusunda. Cesaret gerektiren bir davranış şeklidir. Bir sanattır adeta.  Ancak içinde mutlaka öz güven eksikliği de barındırır. Pardösü açan adamdan pek farkı yok… Bir süre sonra yeni nesil teşhirci de emojili kahve ve kaslarını gösteren fotoğrafın tek yol olduğunu düşünüyor. Fazla ilgilenip soru sorana da tersleniyor.

Ve unutmayalım: Teşhir eden kadar röntgenleyen de var. Yani her arz bir taleple doğru orantılı gelişir!

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün