Yeni kuşak beklemeyi bilmez mi?

Yankı YAZGAN Köşe Yazısı
10 Ekim 2018 Çarşamba

Merakımızı uyandırırken geleceklerine ilişkin kaygıya düşüren dijital kuşak aynı zamanda şaşırtan, kafamızı karıştıran, ezberlerimizi bozan davranışlar da gösteriyor. Beklemeyi bilip bilmedikleri konusu da karmaşık.

Gazetelerden cevaplamam için gelen insan psikolojisi ve gelişimine ilişkin soruların önemli bölümünü kuşaklar arasındaki farklara ilişkin olanlar oluşturur. Hürriyet Pazar’dan İpek İzci’nin birkaç hafta önce sorduğu soruda olduğu gibi, “Z kuşağı distopyalara meraklı, kitapları, dizileri ve oyunları hep bu eksendeler. Bunun özel bir anlamı var mı?”

Bu soruların cevaplarını sahiden merak ediyorsak, teknoloji çağı olarak tanımlanan günümüzde yetişen kuşakların özelliklerini daha yakından anlamamız gerekiyor. Merakımızı uyandıran, ama aynı zamanda geleceklerine ilişkin bizde kaygı uyandıran bu kuşak aynı zamanda bizi her zaman şaşırtıcı, kafamızı karıştırıcı, ezberlerimizi bozan davranışlar da gösteriyor. Margaret Atwood’un Alastair McLeod’dan alıp geliştirdiği cümlede olduğu gibi, yazarlar kendilerini kaygılandıran ama aynı zamanda şaşırtan, hayret ve merak uyandıran durumlar hakkında yazmak istiyorlar. Dönüp dolaşıp yeni kuşak hakkında yazma arzusu biraz da bu kaygı/hayret eksenindeki duygulardan kaynaklanmakta.

↔↔↔

Soruya döneyim. Z kuşağının meraklı olduğu söylenen distopya kitaplarının öncülerinin gençliğini II. Dünya Savaşı sonrası yıllarda yaşamış yazarlar tarafından yazıldığını hatırlatayım. Şu ara çokça seyredilen ‘Damızlık Kadının Öyküsü’ gibi klasikler (Margaret Atwood) yanı sıra ‘Game of Thrones’ ya da ‘Hunger Games’ gibi aynı geçmişin etkisini bir biçimde taşıyan başka yazarların kitapları da var. 

Dünyayı sarsan, gençler arasında geleceğe yönelik umudun inişli çıkışlı olduğu çağlarda distopyalar daha çok yazılıyor, daha çok okunuyor. Kuşaklar hakkında konuşurken bugünkü davranışlarının yanısıra kuşağın içinde büyüdüğü çağın ruhunun etkilerini de hesaba katmalıyız. Örneğin, ’68 kuşağının gençlerinin savaştan sağ çıkabilmiş bir kuşağın dünyaya getirdiği çocuklar olması ya da ‘80’lerde doğup büyüyenlerin de onların çocukları olması gibi...

↔↔↔

Önceki kuşaklardan farklı bir düşünüş biçimini davet eden teknolojik gelişmelerin alıp başını gittiği bir dönemde çocuk ya da ergen olarak büyümüş olmak günümüzün gençlerine ve yaşları 30’ların ortasına kadar uzanan genç yetişkinleri de katabileceğimiz bir yaş grubuna tarihsel bir biriciklik getiriyor olabilir. Bu biricikliğin artısını eksisini tam değerlendirebilecek bilgiye henüz sahip olduğumuzu düşünmüyorum; biraz daha zamana ihtiyaç var. Dijital dünyanın giderek hayatın ana ögelerinden birisi olmasının etkisi hakkında şimdilik ancak tahminlerde bulunabiliriz.

Bu tahminlere dayalı fikirlerimiz ise fazlasıyla mevcut. Örneğin, hızlılık, anında sonuç alma arzusu, beklemeye pek tahammül edememe gibi davranışların yeni kuşaklarda daha sık ve yaygın olduğunu düşünen yetişkinler çok sayıda. ABD’de Stephanie Carlson ve arkadaşları tarafından 2018 bahar aylarında sunulup yayımlanan araştırmanın ilk adımında yeni kuşakların kendilerini kontrol becerileri daha mı zayıf sorusuna yüzde 75, “evet” demiş.

1980-95 arasındakiler (İngilizcede millenial olarak adlandırılıyorlar) için bu özellikler daha fazla vurgulanıyor; onların da açıklaması basit: “30 yaşımıza geldiğimizde anne-babamızın 30 yaşında sahip olduğunun yarısı kadar paramız var; iş bulma şansımız çok daha düşük. Hangi geleceği bekleyeceğimizi sanıyorsunuz?”

Z kuşağı olarak bilinen bir sonraki kuşağa, 1995 ve sonrası doğumlulara baktığımızda, büyümelerine denk gelen dönemlerde ekonominin durulduğu, bolluğun azalmaya başladığı yılların etkileri ne olmuş olabilir? Daha tutumlu oldukları, diğer yandan beklemekten ziyade sahici deneyimleri “yaşamayı” önemsedikleri söylenen bu kuşağa ilişkin varsayımlarımız da oldukça fazla, o zaman yanılma olasılığımız da artıyor.

Carlson ve arkadaşları yeni kuşak hakkında yetişkinlere sordukları sorunun hemen bir sonraki adımında ‘60lar, ‘80ler ve 2000’lerde doğmuş üç kuşağın çocuklarından toplanmış “kendini kontrol” verileri karşılaştırmaktalar. Bu amaçla insanın davranış gelişiminin ana göstergelerinden olan bekleyebilme ve doyumu erteleyebilme becerisini ölçmek için gelişim biliminin kullandığı bir testten (Marshmallow testi) faydalanmışlar. Bu testi ve türevlerini 1950’lerin sonundan başlayarak kullanmış olan Walter Mischel (Eylül 2018’de ölüm haberini aldık) çalışmanın yazarları arasında yer almakta.

Mischel’in geliştirdiği Marshmallow testi youtube’daki değişik uygulama kayıtlarıyla bilinirlik kazandı. Bir çeşit lokum olan marshmallow şekerlemesini ülkemizin geçmiş çocukları önce çokomel sonraları da halley olarak bilinen iki bisküvi çeşitinin içindeki “kar gibi beyaz” madde olarak hatırlayabilir. Test Mischel tarafından 1950’lerin sonundan başlayarak uygulandığında, önlerine konan bir marshmallow’u yemeksizin yeterince (10 dakika, sonraki bazı deneylerde 7 dakika) bekleyebildiğinde verileceği vaad edilmiş olan iki lokumu birden yeme (ya da yanında götürme) hakkını kazanan çocuklar kendini iyi kontrol eden olarak tanımlanıyorlar.

Bu çocuklara 30 yıl kadar sonraki (1990’larda) bir araştırma ile yetişkin hayatlarında ‘hayatta neredeler?’ diye bakıldığında, yeterince bekleyebilenlerin, kendini iyi kontrol edenlerin hayat başarısı, gelir ve eğitim düzeyleri ve yaşam tatmini daha yüksek bulundu. Özellikle ABD’nin üniversite kabullerinde temel alınan sınavı S.A.T. skorlarındaki yükseklik ile ilişkili bulunan yüksek kendini kontrol becerisi anne-babaların doğal ilgisini çekti. Başka amaçlar değil ama sınav skorlarını yükseltme hedefi anne-babaları çocuklardaki kendini tutma becerisini desteklemek için harekete geçirdi. Yeni kuşak çocukların kendilerini tutma becerilerinin zayıf olduğu izlenimi giderek pekişirken, teknoloji (ağırlıklı olarak dijital teknoloji ve ekranlar) ana sorumlu olarak ilan edildi. Bu saptamayı destekleyen ve sezgilerimizle pek uyumlu olan çok örnek görmüş olsak da Carlson ve arkadaşlarının 2018’de yayımlanan çalışması bu görüşlerimizi bir kez daha gözden geçirmeye ve konuyu daha derin düşünmeye davetiye çıkarttı. 1960’lardan 2000’lere uzanan kuşakların (kendini tutabilme, geleceği düşünüp bugünkü zevki erteleme gibi anlamları olan test performansı göstererek ) ikinci marshmallowu yememe davranışının giderek bir önceki kuşaktan daha iyiydi. Dijital hayat bu grubun ayarlarını düşündüğümüz kadar bozmamış belki de.

 

 

1 Kuşaklar konusuna ilgiliyseniz Evrim Kuran’ın Telgraftan Tablete kitabı derli toplu bilgileri bulabileceğiniz bir kaynak.

2 İngilizce kelimeleri (millenial, marshmallow gibi) italikle de olsa kullanmamı lütfen yadırgamayın. Bu yazının amacına daha uygun.

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün