Modern çağ firavunları ve Pesah

Mois GABAY Köşe Yazısı
4 Nisan 2018 Çarşamba

Bilgelerimiz bir insana iyilik yaptığında eline bir de taş ver diye öğütlerler. İnsan doğası gereği nankördür. Zor durumda iyilik yapan kişiyi hali değişip rahata kavuşunca unutur ve geriye onun iyi ve kendinin de sıkıntılı olduğu dönemi hatırlar. Hatta “Ben neden bu durumdaydım da o hep rahattaydı” diye haline şükretmeden, şikâyet bile eder. Kıskançlığın devreye girdiği bu zamanlarda kötü göz olmaması için bilgeler, kişinin o elindeki çakıl taşını iyilik yapan kişiye atıp duygusunu oradan çıkarmasını hatırlatır. Tanrı’dan tüm günahlarımıza rağmen bizi merhameti ile özgürlüğe kavuşturmasını dilediğimiz, onun tüm isimleri ile mucizeler zincirinin gerçekleştiği günlerdeyiz. Pesah Bayramı’nın gerek gerçek özgürlüğün ne olduğunu bizlere hatırlattığı gerekse de bayram boyunca terbiye ettiğimiz nefsimizin bizlere kibir ve kabarma ile ilgili dersleri her yıl tekrardan öğrettiği zamanlardayız.

Bizler bayram boyunca bir yandan Mısır’dan çıkışı adeta oradaymış gibi hissederek yaşarken, hanelerimizi kabaran besinlerden temizleyerek manevi açıdan da kalbimizi kibir, gurur gibi zararlı duygulardan arındırmaya çalışır ve Allah’a teslimiyet yolculuğunun ilk adımına çıkarız. Pesah Agadası’ndaki ‘Firavun’ ise bizlere nefsi terbiye etmenin tam tersi olan, kötülüğü emreden ‘Nefs-i Emmare’yi temsil eder. Kişi kendi nefsini terbiye etmekten yola çıkarak, zamanla terbiye göre göre kendi firavunundan kurtulup, Allah’ın razı olduğu bir nefis olma makamına doğru yaklaşmaya çalışır. Firavun’un kendi ile tüm halkına yaşattığı 10 belalık ibretlik süreci bilmesine rağmen neden halen Firavun olmaya sevdalanır insanoğlu? Dünyamız halen kendini firavun zanneden ve milletlerinin başına gelen belalardan ders almamakta ısrar eden politikacıların elinde her gün bambaşka bir acı ile yüzleşmiyor mu? Birbirlerine nefret dili ile seslenen politikacıları gördüğümüzde bu kutsal günlerde Tanrı’nın merhametinin bizleri kurtarmasından başka ne dileyebiliriz? Peki ya bizler? Yahudi toplumunun bu vatana yaptığı hizmetleri görmeyip halen utanmadan “Yahudiler Türkiye’den toprak istiyor” gibi haddini aşan sözler sarf eden, sözde yazarlara tepki gösterebiliyor muyuz? Haksızlıklar bize dokunmadan evvel tepki gösterebilmeyi ne zaman öğrenebileceğiz? Zor durumda yardım gördüğümüz, bizlere el uzatan insanlara, toplumumuza karşı ne kadar değer biliyoruz? Şükretmek, haddimizi bilmek için ille de bazı acıları yaşamamız mı gerekir? Tanrı’dan bizleri iyilikseverlik ve merhamet ile yargılamasını isterken aynı merhameti yakınımızdakine esirgeyebiliyoruz. Bizler eğer bu bayramda bereket kapısının açılmasını, Tanrı’ya yaklaşmayı arzu ediyorsak bunu önce etrafımızdaki insanlara olan davranışlarımızda başarmalıyız. Etrafımıza, yöneticilerimize şikâyet etmeyi bırakıp bireysel özgürlüğümüzü kısıtlayan ne varsa önce ondan kurtulmak, özgürlüğün her birimiz için ne demek olduğunu anlayabilmek için yılın en doğru zamanlarındayız.

Tanrı’nın bazen en sevdiklerimizi aramızdan alırken bizleri halen burada tutmasının bir amacı olduğunu kavrayabildiğimiz gün, özgürlüğe bir adım daha yaklaştığımızı hissedebilir, bizler de kendi içimizde birer Moşe olarak Tanrı’nın yardımı ile önümüzdeki engelleri aşabiliriz. Yeter ki önce bizlerden de öte bir gücün olduğunu ve kabarmamamız gerektiğini bilelim. Tanrı’nın kudretli yansıması hepimizin üstünde olsun. Hag Pesah Sameah!

Not: Bu haftaki yazının hazırlanışında katkıları için her pazartesi akşamı Ortaköy Etz Ahayim Sinagogunda yoğun katılımla Tora sözcüklerini bizlere anlamlarıyla aktaran Rav Naftali Haleva ve değerli dostum yazar Eddi Anter’e teşekkürlerimle…

 

—————