Oğlan mektup yazan anneannesini izliyordu. Sonunda kendini tutamayıp sordu:
“Başımıza geçen bir olayı mı yazıyorsun? Acaba benim hakkımda mı?”
Anneanne yazmayı bıraktı, gülümsedi ve torununa şöyle dedi:
“Sahiden de senin hakkında yazıyorum. Ama elimdeki şu kurşun kalem kelimelerden daha önemli. Senin de büyüdüğünde bu kalem gibi olmanı isterim.”
“İyi de hayatımda gördüğüm bütün kurşun kalemlerden farksız bir kalem bu!”
“Her şey olaylara bakış açına bağlı. Kurşun kalemin beş niteliği var, sen de bu nitelikleri kaybetmezsen dünyayla barış içinde bir insan olursun.
İlk nitelik: Önemli başarılar elde edebilirsin, ama attığın adımları yönlendiren bir el olduğunu asla unutma. Bizim için bu el Tanrı'dır. O seni daima kendi iradesine yöneltecektir.
İkinci nitelik: Arada sırada her ne yazıyorsam durmam ve kalemtraş kullanmam gerekir.
Bu kaleme biraz acı verse de sonuçta ucu sivrilir. Sen de bazı acılara katlanmayı öğren, çünkü bu acılar seni daha iyi bir insana dönüştürecektir.
Üçüncü nitelik: Kurşun kalem, yanlış bir şey yazarsak silgiyle silip düzeltebiliriz. Sen de yanlışı düzeltmenin kötü birşey olmadığını, doğru yoldan sapmamamızı sağladığını anla.
Dördüncü nitelik: Kurşun kalemin en önemli kısmı, kalemin tahtası ya da dış görünümü değil içindeki grafittir. Sen de her zaman kendi içindeki his ve düşüncelere önem ver.
Son olarak da kurşun kalemin beşinci niteliği: Ardında daima bir iz bırakır. Sen de hayatta yaptığın her şeyin iz bırakacağını bil ve her eyleminin bilincinde ol.”
***
Bu kısa Paulo Coelho öyküsünü yaklaşık 15 yıl önce okumuştum. Öğretmenlik yaptığım yıllardı ve o kadar çarpıcı bulmuştum ki metaforu hemen ders içeriğine dahil etmiştim. Okuma anlama ötesinde kendi metaforlarını da oluşturmalarını istediğim hala tadı damağımda derslerden birine dönüşmüştü bu kısacık öykü.
Rastgele açtığım bir sayfa… Kırtasiye merakımın başlıkla beni davet etmesi ve sonrasını yazdım zaten. (Bu yöntemi sık sık uygularım özellikle bu tarz anlatılarda. Hani eskiden gazetelerde astroloji köşesi olurdu: Balık burcu bugün… Günün measjı niyetine farkındalık ve derin düşünceye davet eden oyunlar bunlar severim, tavsiye ederim :))
Meraklıları için hikaye Coelho’nun ‘Akan Nehir Gibi’ adıyla Can Yayınlarından çıkan kitabında yer alıyor. Ve tüm kitap yazarın 1998-2005 yılları arasında kaleme aldığı ve ardından bir koleksiyona dönüşen yaşamı ahlakı, maneviyatı sorgulayan kısa felsefik anlatılardan oluşuyor.
Şimdi birlikte Coelho’nun bu kısa anlatısına derin dalalım:
Öncelikle bir anneanne ve torun arasındaki konuşmaya şahit oluyoruz: Anneanne bilge kadın. Yaşam deneyimini torununa aktarıyor. Geniş aile ile yakın temasta yetişen çocukların doğal akışta bu aktarıma fırsatları oluyor. Ünlü bir Afrika atasözü der ki “Bir çocuğu yetiştirmek için bir köye ihtiyaç vardır.” Şehir hayatının yoğun temposunda sıkışmış ebeveynlerin ihtiyacı olan destek sadece bakım vermek ile ilgili görünse de çocuğun yetişmesinde, değerlerinin oturmasında geniş ailenin rolü tartışılmaz. O sıradan paylaşımlar ne tohumlar ekiyor…
Gelelim metafora. Gücü sıradanlığında yatıyor.
Kurşun kalem. Evrensel bir yazım aracı. Her yaştan insanın tanıdığı, bildiği, kullandığı birşey. Özellikleri de öyle.
Peki, okuyunca kendinizi bağdaştırabildiniz mi bir kurşun kalem ile?
Hangi nitelik sizin içinizde titredi? Onu fark edip derin dalmanızı öneririm.
Olana ve olmayana kabul veremeyenlerdenseniz belki ilk nitelik Tanrı’nın eli siz de bir direnç oluşturmuş olabilir. Halbuki burada çok da mistik ya da kaderci bir bakış açısı değil verilen; kontrolün her zaman bizde olmadığını hatırlamak için gerekli o elin varlığı.
Ya da zorluklara karşı tutumunuzu fark etmiş olabilirsiniz. “Bir kurşun kalem olsam kalemtraşı hiç sevmezdim“ diyen öğrencimi hatırlıyorum. Zorlukların ve çekilen acının hem sürece hem de sonuca etkisi tartışılmaz. Yine de rahatından, keyfinden ayrılamıyor insan. Çocukken böyle kurguluyoruz hayatlarını. Zorlandıklarında ‘kolaylaştırıcı’ oluyoruz. Canları acıdığında acıyı hissetmelerine bile izin vermiyoruz; hemen pansuman. Yaşları ilerledikçe ‘zorluk’lardan kaçan, kalemtraşı düşman belleyen bireylere dönüşüyorlar. Kabul ediyorum ki bir ebeveyn için en zoru evladının zorlandığına, acı çektiğine şahit olmak. Onları yaşama hazırlamak için de üzerimize düşen bu. Sağlıklı kalmaya çalışmak da ‘zor’, kas yapmak da, arkadaşlarla dengeli ilişkiler kurabilmek de, mezun olmak da, iş bulmak da, para kazanmak da…
Kolay olan ne var ki?
Vazgeçmek , pes etmek…
Belki hatalara karşı tutumunuz çınlamıştır içinizde kurşun kalemin tepesindeki silgisi ile. Mükemmeliyetçi tarafınız tetiklenmiştir. Hata yapmanın sözde olabilir ama uygulamada kabul edilmez olduğu birçok genç tanıdım. “Hiç hata yapmamışsan hiç yeni birşey denememişsin” diyen Einstein’ın sözünü ezbere bilen bu gençler hatayı başkası yapınca gayet anlayışlı ama kendilerine karşı bir o kadar tahammülsüz olabiliyor. Eleştirilmeye kapalı olmak demek gelişime de kapalı olmayı getiriyor beraberinde. Denemekten, yanılmaktan çekinmeden eyleme geçmek bazılarımız için ne kadar ‘zor’ olabiliyor? İşte kalemtraşa farklı bir bakış açısı da buradan geliyor. Kalemtraşı da silgiyi de sevmeyenler kulübü!
“Asıl olan içindeki grafit.”
Senin iç sesin nasıl?
Kendi değerini, içindeki duygular, düşünceler, inançlar belirliyor mu; yoksa sadece dışarıdan gelen onaylar mı seni ayakta tutuyor?
Sosyal medya çağının en sert tokadı da buradan geliyor. İç sesini duy, fark et, dinle öğütleri kadar görünen her şeyin ‘güzelliğine’ olan takıntı. Bu paradoksa rağmen filtreler, başarı hikâyeleri, #mutluluk. Mutluluğu neyle ölçüyorsun?
Kalemin grafiti sağlam değilse, dış ahşabı ne kadar gösterişli olursa olsun kalem işlevsel olmaz, olamaz! Kendi iç sesini tanımayan, onu duymayan da sanırım yaşamı pas geçiyor. Rüzgarda oradan oraya savrulan bir yaprak misali onay ve takdir peşinde savrulup belki de gerçek yaşam sebebini bulamadan geçiyor bir ömür. “Tanrım beni dünyaya getirmekle neye niyet ettin?” diye soruyordu biri Instagram’da. Güzel soru. Yaradanın hiçbirşeyi boşuna yaratmadığı bu muhteşem tasarımda kendi rolümüzü etkimizi fark etmek ve belki de bu yönde harekete geçmek gerek!
Karbon ayak izimizden fazlası olduğumuzu hatırlayalım. Sadece bir istatistik değiliz. Bıraktığımız izin farkında olmak. Ne yazıyoruz kalemle?
Bazen küçük bir iyilik, karşı tarafa yıllarca ilham olabiliyor. Bazen düşünmeden söylediğimiz bir cümle, bir çocuğun içinde derin bir yara bırakabiliyor.
İz bırakmak istyorum diyen bir öğrencim vardı. Henüz 19 yaşında ve iz bırakmak istiyor. Hepimiz bir iz bırakıyoruz kimileri kamuya mal oluyor; kimileri kendi mahallesine, ailesine.
Nasıl bir iz bırakmak istediği üzerine düşünmeli insan. O yönde mi hareket ediyor bir de ona bakmalı tabii!
Şimdi size bir öneri:
Bir kurşun kalem alın hani tam da Coelho’nun anlattığı gibi tepesinde silgisi olanlardan.
Evde çocuklarınıza sorun: “Bir kurşunkalemden öğrenilecek beş ders var; bakalım bulabilecek misiniz?”
Hem derin hem de sembolik düşünmeye alan açmış olursunuz. Bakın neler neler gelecek…
Ardından Coelhonun bu hikayesini okuyup onların da yorumlamasını isteyebilirsiniz…
Hatta mümkünse bu paylaşıma büyükanneleri dedeleri de ekleyin. Ne demiştik?
Bir çocuğu yetiştirmek için bir köye ihtiyaç vardır!