Gabor Mate’den alıntı:
"İlişkide kalma konusunda karar vermeniz için iki önemli şey söylüyorum. Bu konuda iki mantıklı ve bir mantıksız seçenek var.
Mantıklı seçeneklerden biri: 'Yaptıkların bana çok fazla acı ve stres yaşatıyor. Bunu kabul edemem. Seni çok seviyorum ama bu benim için çok zor ve enerjimi bu stresle başa çıkmak için harcamak istemiyorum. Bu yüzden artık seninle olamam.'
Bu tamamen mantıklı bir seçim.
Diğer mantıklı seçenek ise: 'Seni çok seviyorum ve ne olursa olsun, yaptıklarının kendi acından kaynaklandığını anlıyorum. Şu ana kadar acınla başa çıkmanın bir yolunu bulmuşsun. Bu yüzden seni yargılamayacağım, kontrol etmeyeceğim ya da değiştirmeye çalışmayacağım. Sadece bir gün farklı bir yol bulman umuduyla yanında olacağım ve seni duygusal olarak destekleyeceğim.'
Bu da bir diğer mantıklı seçim.
Tamamen mantıksız ve işlevsiz olan ise, bir kişiyle kalıp onu değiştirmeye çalışmak. Onu kontrol etmeye, ikna etmeye ve zorlamaya çalışmak. İşte bu tam bir deliliktir. Bunu asla yapmayın. Seçeneklerden sadece birini seçmek zorundasınız.”
Konumuz ilişkiler…
İlişki: iki ya da daha çok şey arasındaki karşılıklı ilgi, bağ, temas.
Konuyu ben ve ben, ben ve dış dünya olarak iki aşamada incelemek gerek. Bu yazıda odağım ağırlıkla ben ve ben olacak.
Yunus Emre’nin dizelerinde dediği gibi:
Beni bende demem bende değilim
Bir ben vardır bende benden içeri…
***
Kendimizle ilişkimiz dünya ile ilişkimizi tanımlıyor. İhtiyaçlarımıza temas edebildiğimiz ve şimdi burada olanın farkında olabildiğimiz kadar yaşıyoruz hayatı.
İçinde büyüdüğümüz ortamdaki kişilerin birbirleriyle nasıl ilişki kurduklarını gözlemleriz çocukken. Henüz sorgulama becerimizin çok da gelişmediği bu yaşlarda olana, söylenenlere inanır, gözlemlediğimiz davranışları içselleştirir ve hatta o yönde ilişkiler kurmaya başlarız. Bir ‘öğrenme’ sürecidir bu. Ve öğreniriz. Gördüğümüz ve deneyimlediğimiz modelin ‘doğru’ olduğu sanrısı ile. Bunları sorgulayacak yaş ve olgunluğa geldiğimizde ise çoktan alışkanlıklar oluşmuştur ve hatta farkında bile değilizdir bir kalıba girdiğimizin. Karakterimiz sanar, geçeriz. “Ne yapayım huyum böyle!”
Çocukluğumuzda yaptığımız bu çıkarımlarla iç sesimiz oluşur. Eleştiren, yargılayan, yerden yere vuran, destekleyen, motive eden ya da kontrol eden iç ses!
Örneğin katı sınırların olduğu, yargı dağıtmanın standart olduğu bir evde büyüdüysek kendi ihtiyaçlarımızı, isteklerimizi, hayallerimizi paylaşmaz; kendimizi açıkça ifade etmeyiz ki eleştirilmeyelim. Kendi iç sesimiz yeterince eleştirir zaten bizi.
Uyumlu görünenlere bakın etrafınızda. Uyumlu olmanın sebebi o ihtiyaca temastan kaçınmak ise sıkıntı var. Kendinle temas ilişkiler konusunun ilk adımı. Kendine sağlıklı temas edemeyen başkalarına hiç edemez ki!
Her yeni güne eşlik eden inanç kalıplarımız da bu öğrenmelerin mahsulüdür. İşlevlerini, kimden alıp sahiplendiğimizi sorgulamadan riayet ettiğimiz. Başkalarının kurguladığı, kurgu olduğunu fark etmediğimiz ve hatta mutlak olduğunu sandığımız ve bu yüzden içinde kendimizi hapsettiğimiz kalıplar.
Standart bir tutum ile ilişkileri yaşamaya kalkmak bir bilgisayar oyununda aynı seviyede takılı kalmak gibi. Aşman gereken bir engel var ama ya ne yapman gerektiğini bile çözemedin ya da henüz yeterince beceri geliştiremedin o konuda. Temas yetersiz. Halbuki yaşam dinamik. Her şey değişken. O andaki ihtiyaca yönelik davranış ve tutumları seçebiliriz; ama yine de çoğu zaman kalıplarımızdan tepki vererek yaşamı deneyimler buluyoruz kendimizi. Sıkıcı, monoton, durağan ve tatminsiz yaşam kaçınılmaz oluyor böylelikle. Duyarsızlaşıyoruz kendi ihtiyacımıza. Bencillik etiketini yememek, kendini diğerinden daha değerli, önemli görmemek uğruna…
Başkasının iyi olma halini merkeze almak kendinden uzaklaşmak ve kendine duyarsızlaşmak değil midir? Herkes kendisinin iyi olma halinden sorumlu değil midir? Ben kendimle sağlıklı ve dengeli bir temasta yaşamaya odaklanırsam bu beni gerçekten bencil mi yapar?
Tekrar soruyorum:
İyi hissetmemin anahtarı kimde? Başkasına vermişsem bu anahtarı, kim olursa olsun, sıkıntı var!
Ne çocuklarım ne eşim ne anam babam ne arkadaşlarım ne işverenim… Her birinin yeri ve rolü ayrı hayatımda ama yaşanılanlar, tutumlar ve iyi hissetme sarmalında merkezde ben ve benim ihtiyaçlarım olmadığı sürece sağlıklı seçimler yapabilmem mümkün değil.
Ceylan Daş ‘Neye İhtiyacım Var?’ kitabında “Hayatın amacı yaşamak, temeli ise ihtiyaçlardır. Yaşamak yani sağlıklı bir şekilde varlığımız sürdürmek ise ancak kendimizi ‘iyi’ hissederek mümkün olur” diyor.
İyi hissetmek mutluluk ile sıkça karıştırılıyor. Hayattan beklentin ne? Neye ihtiyacın var sorularına ‘mutluluk’ verilen en klişe cevap. Aradığımız mutluluk değil; kendinden memnuniyet!
Kendinden memnunsa insan zaten yaşamının bir anlamı vardır, kendisiyle temastadır. Sağlıklı bir şekilde ihtiyaçlarının farkında ve gidermeye yönelik eylem halindedir.
Anahtarı başkasındaysa iyi hissetmemin kendimden memnun olmam olası mı?
Gelelim Gabor Mate’ye…
İlişkide kalmak ile ilgili verdiği seçeneklerden mantıksız olana bakmanızı istiyorum çünkü kendimizi sıkça başka senaryolarda içinde bulduğumuz işte o mantıksız seçenek. Mantıksız olduğunu bilsek de içine çekildiğimiz hal.
“Bir kişiyi değiştirmeye çalışmak, onu kontrol etmeye, ikna etmeye ve zorlamaya çalışmak.”
Kimlerle ilişkinizde bilinçli ya da bilinç dışında bu niyet hakim? Sormazlar mı adama sen kimsin ki beni değiştirmeye, kontrol etmeye, ikna etmeye ve hatta zorlamaya çalışıyorsun? Bu davranışının altında nasıl bir öğrenme var? Bu seninle mi ilgili gerçekten?
Etkileşim halinde olarak büyümek gelişmek değil ki bu!
Zorlamak, gerilim yaratmak!
Ne demiş atalarımız? Zorla güzellik olmaz!
(Güzellik de kime göre neye göre!)