Dreyfus´un dramı ve antisemitizm

Yusuf BESALEL Perspektif
1 Mayıs 2024 Çarşamba

Alfred Dreyfus (1859-1935), Fransız ordusunun bir subayıydı. Vatan hainliğiyle suçlanıp, 1894’te ömür boyu hapis cezası ile Şeytan Adası’na yollanmıştı. Dreyfus’un antisemit duygularının kurbanı olduğuna inanan birçok taraftarı, kararın değiştirilmesi için ciddi bir uğraş verdi. 1899’da ikinci duruşma yapıldı ve Dreyfus’un cezası on yıla indirildi; bunun beş yılı zaten tahakkuk etmişti. 1906’da oluşturulan yeni bir mahkeme davayı yeniden inceledi ve Dreyfus temize çıkarıldı.

Yusuf Besalel

 

Alfred Dreyfus ‘YAŞAMINDAN BEŞ YIL’dan 1894-1899

“Ben, Mulhouse, Alsace’da 9 Ekim 1859’da doğdum. Çocukluğum, anneme ve kız kardeşlerimin, çocuklarına kendini adayan babamın ve ağabeylerimin arkadaşlığı sayesinde mutlu geçti.

İlk mutsuzluğum Fransa-Prusya Savaşıydı. Hiç hafızamdan silinmedi. Barış sağlandıktan sonra babam Fransız vatandaşlığını tercih etti ve Alsace’yi terk etmek durumunda kaldık. Tahsilime devam etmek için Paris’e gittim.

1898’de Ecole Polytechnique’e kabul edildim. 1880’de okuldan ayrılarak, Ecole d’Application’a (Fontainbleau) topçu öğrencisi olarak yazıldım. Ekim 1882’de mezun olduktan sonra, Le Mans garnizonundaki 31. Topçu Birliğinde teğmen olarak rütbe aldım. 1883 yılının sonlarına doğru Paris’teki 1. Bağımsız Süvari Birliği’nin Atlı Bataryalarına nakledildim. 1889 yılının 12 Eylül’ünde 21. Topçu Birliğine yüzbaşı olarak atandım ve Bourges’daki Ecole Centrale de Pyrotechnie Militaire’da özel bir hizmetle görevlendirildim. Sonraki kış da Matmazel Lucie Hadamard ile nişanlandım.

Parlak bir kariyerin yolu açıldı

Nişanlılık döneminde, Ecole Supérieure de Guerre (Muvazzaf Subaylar Okulu) okuluna hazırlandım. 20 Nisan 1890’da kabul edildim; ertesi gün 21 Nisan’da evlendim. 1892’de ‘pekiyi’ dereceyle Ecole Supérieure de Guerre’den ayrıldım ve muvazzaf subay brövesini aldım. Okuldan mezun olduğumda sınıfımdaki başarı derecemle, Genel Muvazzaflar Kurumunun 2. Bürosu’nda (İstihbarat Bürosu) görev aldım.

Önümde parlak ve kolay bir kariyerin yolu açılmıştı. Yaşamımdaki her şey sanki bana gülümsüyor gibiydi…

1894’ün son çeyreğinde, Paris’te konuşlanmış bir piyade birliğine tayin edildim. 13 Ekim’de, cumartesi günü, genel bir tahkikat için ertesi pazartesi günü saat 9’da Savaş Bakanlığı’na yönlendiren bir not aldım. Bu notta, özellikle ‘tenue bourgoise’ halimle (sivil kıyafetle) gelmem gerektiği belirtiliyordu. Genellikle günün ileri saatlerinde yapılan genel tahkikat için bu saat çok erken gibi gelmişti; aynı şekilde sivil giyinmem gerektiği de, bende hayret uyandırmıştı. Ancak not hakkındaki bu eleştirileri yaptıktan kısa bir süre sonra bunları unuttum. Mesele bana önemsiz görünüyordu.

Genel tahkikat çağrısı

Pazartesi sabahı, parlak ve soğuk bir günle başlamıştı. Her şey güzel bir gün olacağına dair işaret ediyordu. Ofise girdiğimde, beni beklediği anlaşılan Komutan Picquart tarafından karşılandım; beni hemen odasına davet etti. Orada hiçbir arkadaşıma rastlamamam beni şaşırttı çünkü genel tahkikat için subaylar daima grup halinde çağırılırdı. Birkaç dakikalık sıradan bir konuşmadan sonra, Komutan Picquart beni Genel Muvazzaflar Birimi Başkanı’nın özel ofisine yönlendirdi. Başkan tarafından değil de üniformalı Komutan du Paty de Clam tarafından karşılanmak daha da garibime gitti. Sivil giyimli, hiç tanımadığım üç kişi oradaydı. Bunlar; M. Cocheferd (Emniyet Başkanı veya Gizli Polis Başkanı), sekreteri ve kayıtları tutan M. Gribelen idi.

Komutan Paty de Clam, “General geliyor. Beklerken, yazılacak bir mektubum var ve parmağım ağrıyor; bunu benim için yazar mısınız?” dedi. Mevcut şartlar gibi bu talep de tuhaftı ama kabul ettim. Küçük bir masanın yanına oturdum. Komutan Paty bir tahkikat formu doldurmamı talep ettikten sonra bir mektup dikte ettirmeye başladı. Bu mektuptaki bazı bölümler, sonraları bilgi sahibi olacağım mektubu çağrıştırıyordu ve ‘borderau’ adını taşıyordu. Mektubu bana dikte ederken, Komutan beni sertçe uyardı ve “Titriyorsun” dedi. Titrememekteydim. 1894’teki Divan-ı Harp duruşmasında, komutan, mektubu dikte ederken titrediğimin farkına vardığından ötürü beni sertçe durdurduğunu belirtti. Bu şiddetli ikaz, beni fazlasıyla şaşırtmıştı, aynı zamanda Komutan du Paty’nin düşmanca tavrı da garibime gidiyordu. Fakat aklıma hiç kötü bir şey de gelmiyordu. Sadece mektubu kötü bir şekilde yazdığımdan ötürü memnuniyetsizliğini belirttiğini sanıyordum. Parmaklarım soğuktu çünkü dışarıdaki sühunet ürkütücüydü ve sıcak odada ancak birkaç dakikadır bulunmaktaydım. Ben de “Parmaklarım soğuk” dedim.

Herhangi bir tedirginliğe uğramadan mektubu yazmayı sürdürürken; Komutan Paty, sert bir şekilde “Dikkatli ol. Bu, ciddi bir konudur” dedi. Bu kadar kaba bir çıkışa neyin sebep olduğu konusundaki şaşkınlığıma karşın bir şey söylemedim, sadece kendimi daha dikkatli bir şekilde yazmaya uyumladım. Bunun üzerine, 1894’teki Divan-ı Harp duruşmasında açıkladığı gibi, kendime olan hakimiyetim sarsılmaz olduğundan, daha fazla zorlamanın anlamsız olacağı kanaatine vardı. Bu dikte sahnesi her ayrıntısıyla tasarlanmıştı ama bunu tertip edenlerin beklentilerini cevaplayamamıştı.

İhanetle suçlandı

Mektubun dikte edilmesi biter bitmez, Komutan Paty ayağa kalktı ve elini omzuma yerleştirerek, yüksek sesle bağırdı: “Kanun namına, sizi tutukluyorum; yüksek derecede ihanet suçu ile itham edebilmektesiniz.” Bir yıldırım düşmüş olsaydı, bende bu denli şiddetli bir heyecan yaratmazdı; birbiriyle bağlantılı olmayan cümleler söylenerek, bu kadar çirkin bir ithamı protesto ettim.

Bunun akabinde M. Cochefert ve sekreteri, üstüme atlayarak üzerimi aradılar. En ufak bir direnişte bulunmadım; onlara şöyle bağırdım: “Anahtarlarımı alınız ve evimdeki her şeyi açınız; ben masumum. Bana isnat ettiğiniz bu çirkin ithamın en azından kanıtlarını ibraz ediniz.” İthamların çok yoğun olduğunu belirttiler fakat bunların ne, nerede olduklarını ve kimlerin yaptığını söylemeyi reddettiler.

Ondan sonra askeri cezaevine sevk edildim…

Takip eden 17 gün boyunca, adli polis olarak vazife gören Komutan du Paty tarafından birçok çapraz sorgulamaya maruz kaldım. Her zaman akşama doğru, geç bir vakitte görevli memur Gribelin refakatinde geliyordu. Komutan, bana suçlayıcı mektuptan alınmış cümle parçalarını dikte ediyor veya hızlıca ışığın altında aynı mektuptan alınmış kelimeleri ve kelimelerin parçalarını geçirip el yazısını tanıyıp tanımadığımı soruyordu. Ayrıca kayda alınan bu sorgulamaların haricinde, benim için meçhul olan olgulara üstü örtülü, gizemle değiniyor ve nihayetinde teatral bir şekilde ayrılarak; beynimi, çözümsüz bulmacaların takıntıları ile yolunu şaşırmış bir halde bırakıyordu. Bu zaman zarfında ithamın temeli hakkında tamamen bilgisizdim. En acil bilgilendirilme taleplerime karşın, bana karşı yürütülen devasa suçlandırmaları aydınlatabilecek hiçbir ışığa kavuşamıyordum. Düşüncelerimi sabitleştirebilmek için ne kâğıdım ne de mürekkebim vardı. Ancak bana yaşatılan işkenceler ne olursa olsun, vicdanım uyanıktı ve hatasız bir şekilde bana şunu dikte ediyordu: “Şayet ölürsen, senin suçlu olduğuna inanacaklar; ne vuku bulursa bulsun, dünyaya masum olduğumu haykırabilmek için hayatta kalman gerekiyor.”

Tutuklanmamdan ancak 15 gün sonradır ki, Komutan du Paty ortaya çıkıp, itham eden ve ‘borderau’ olarak adlandırılan mektubun bir fotoğrafını bana gösterdi.

Ben mektubu yazmamıştım, ne de ondan sorumluydum.”1

Dreyfus ordudan ihraç edildi

5 Ocak 1985’te Fransız Askeri Okulunda kalabalık yüksek rütbeli bir subay grubunun önünde genç Yüzbaşı Alfred Dreyfus, ordudan ihraç edildi. Bu arada güvenlik görevlilerinin ardındaki kalabalık nefret sloganları haykırıyordu. Dreyfus’un rütbeleri söküldü, kılıcı kırıldı. Dreyfus, Almanya’ya evraklar vermekle itham edilmişti. Elçiliğe verilen, ‘borderau’ olarak nitelendirilen ve sonra ortadan kaybolan bir mektup da söz konusuydu. Dreyfus’un el yazısı saptanmıştı. Genel kanaat değişmiyordu: Dreyfus, Fransa’yı alçaltıcı bir şekilde 1870’te yenilgiye uğratan düşmana karşı korkunç bir suç işlemişti. Yahudilerin Fransız Ordusunda yer almasına karşı çıkan antisemit Libre Parole gazetesi durumdan memnundu. Zaten Dreyfus, herkesin gözünde suçluydu; askerler, siviller, antisemitler ve antisemit olmayanlar, monarşistler, cumhuriyetçiler, ihtilalciler…

Ancak Dreyfus’un ailesinin etrafında kümelenmeler başlamıştı. Bu arada istihbarat hizmetleri şefi Yarbay Georges Picquart, gerçek suçlunun Charles-Ferdinand Walsin Esterhazy adlı bir subay olduğunu saptadı. Muhalif gruba da katılım artıyordu. Yıl sonunda Emile Zola da gruba katıldı ve 15 Ocak 1898 tarihli, tirajı 300 bin olan L’Aurore gazetesi ile bombayı patlattı.

‘J’accuse - İtham ediyorum’

Emile Zola, J’accuse başlığıyla Esterhazy skandalından sonra hükümeti tepki göstermeye zorlamak istiyordu. Sokaklarda hem Zola taraftarı, hem de Yahudi aleyhtarı nümayişler başlamıştı. Zola yalnız Dreyfus’u kurtarmak için değil; yalana, zorbalığa, haksızlığa, karanlığa karşı savaşıyor, demokrasi ve cumhuriyet ilkelerini yaşatmak istiyordu. Olaylar da çözülmeye başlamıştı. Zola’ya karşı da açılan davada Savaş Bakanı Cavaignac, İstihbarat Servisi Başkanı Picquart’tan sonra görev yapan Yarbay Henry’nin montajladığı bir evrak deşifre etti… Sonuçta, 1894’te açılan Dreyfus Davası 1899’da düştü. Yurtdışına kaçan Zola, Fransa’ya geri döndü. Zola’nın davası 1900’e dek sürekli ertelendi. Zola, 1902’de evinde şömine dumanından zehirlenerek öldü. Dreyfus ise, 1906’da beraat etti. Ancak kaybettiği rütbeleri kendisine iade edilmedi. Devam eden bu haksızlık bağlamında, Dreyfus artık kendisini istemeyen bir orduda kalamazdı.

Antisemitizmin yükselişi

Dreyfus’un davasını izleyen Siyonizm’in kurucusu Theodor Herzl, yavaş yavaş kendini Dreyfus ile özdeşleştirmeye başladı. Gençliğinde Herzl’in Yahudiliği güçlü değildi. Herzl, Yahudilerin ne yaparlarsa yapsın, yabancı görüldüklerini anladı. Herzl, dava esnasında Dreyfus’un bir portresini çizecek ve salondaki kalabalığın, yüzbaşının rütbelerinin sökülmesi esnasındaki düşmanca tarzını vurgulayacaktı. Herzl, Dreyfus olayında kişisel bir dramın ötesinde, Yahudi halkını yok oluşa götüren antisemitizmin yükselişini görmüştü: Asimilasyon gerçekleşmezdi. Çünkü antisemitler, buna izin vermeyecek, onlara asla rahat vermeyeceklerdi. Bu durum, bir bakıma Yahudileri birlik olmaya sevk etmekteydi. Herzl, gelecekteki Yahudi yurdunu kurmak için proleterleşmiş aydınlardan başlayarak temaslara başladı: Ona göre Siyonizm, Yahudi sorununun çoktandır aranan çözümü idi. Herzl; Yahudilerin, atalarının dinini koruyarak yaşadıkları ülkelerin sanatına, bilimine, ticaret ve zenginliğine sadakatle katkıda bulunmalarının boşuna olduğunu hüsran içinde idrak etmişti.2,3

Antisemitizm, daima tarihçi, yazar ve sosyologlar için ilgi ve merak konusu olmuştur. Kolay anlaşılması mümkün olmayan bu olgu; derin, karmaşık, süreğen, değişken, kalıcı, sosyolojik, ekonomik, dinsel, psikolojik ve siyasal bilime dayalı çok boyutlu bir konudur. Bu tabir, 1879’da Alman dergi yazarı Wilhelm Marr tarafından ortaya atılmış, Yahudiliğin tarihi kadar eski ve başka halkların adeta ruhsal bünyelerinin fıtratına çeşitli ölçülerde sinmiş bir kavramı tanımlamaktadır. Yahudilerin ekonomik varlığının yarattığı kıskançlık, ekonomik sıkıntılar dönemlerinde Yahudilerin ‘günah keçisi’ görülmesi, milli ve dini kökenli tepkiler, bu habis duyguya neden olarak ileri sürülmüştür. Ancak bütün bunlar dahi, tam bir açıklama sağlamaz. Lakin antisemitizm, bir bakıma da Yahudileri daha çok çalışmaya, zekâlarını zorlamaya ve tarih boyunca sergiledikleri bölünmelerden sıyrılıp birlik olmaya zorlayan itici bir güç de olmuştur. Kaldı ki, eriyip yok olmaya neden olabilecekleri asimilasyona ne zaman yeltenirlerse, garip bir tecelli olarak, Yahudilerin bu dönemlerde şaşmayan bir şekilde baskı ve aşağılanmayla karşılaştıkları da şaşmaz bir tarihsel olgudur4.

Dennis Prager ve Joseph Telushkin, kitaplarında konuyu çok ayrıntılı olarak ele alıyor ve şu ana temalara yer veriyorlar: Yahudilerin Tek Tanrı’sı, Yahudilerin ‘seçilmiş millet’ olarak tanınmaları, Sartre’ın, ‘kendinden memnun olmayanların yarattığı düşman’ felsefesi, Hıristiyan ve İslam antisemitizmi, Aydınlanma Dönemi antisemitizmi, Nazi antisemitizmi ve günümüzün anti-Siyonist ve anti-İsrail antisemitizmi. Yazarlar, antisemitizme çare olarak Yahudilerin, Yahudi olmayanlara etik monoteizmi yaymak olan özgün görevlerine avdet etmek olduğunu vurguluyor. Yahudi’nin rolü, insanlığı Yahudiliğe celp etmek değil; onu evrensel etik yasaya yöneltmektir. Antisemitizme son vermek için bu görevin ifası şarttır. Temel iki ilkeye önem vermek gerekir: etiğin Tanrı’ya ihtiyacı vardır. Tanrı’nın da temel talebi, etiktir. Bu kuram, laik Yahudileri de kapsamakta, liberalizm ters netice vermektedir. Önemli olan etik değeri yüksek bir çevre yaratmakta örnek olabilmektir. Bu çevre, Yahudilere ve İsrail’e tehdit unsuru oluşturmayacaktır. Nitekim Aydınlanma (Askala) Dönemindeki solcu, sağcı, sekülarist, sosyalist, hatta hümanist ideolojiler, sadece antisemitizmi azdırmamış mıydı? Ünlü Yahudi düşünür Abraham Joshua Herschel şöyle demiştir: “Yahudiler, vereceği mesajı unutan mesajcılardır.” Yahudiler gerek kendi, gerekse insanlığın menfaati için bu mesajı daima hatırlamalıdır5.

Tora da bu konuya ışık tutmaktadır; İsrailoğulları’nın, Tanrı’nın emirlerine karşı çıktıklarında birçok felaketle karşılaşacaklarını belirtir ve “Tanrı, seni yeryüzünün bir ucundan yeryüzünün diğer ucuna kadar tüm halkların içine saçacak ve o ulusların içinde huzur bulamayacaksın…” der (Devarim/Yasa’nın Tekrarı 28/64, 65 ve benzeri ayetler). Ancak Yahudiler, bir bütün olarak Tora ve mitsvalarına (farzlarına) uyarak, uluslara etik örnek teşkil ettiklerinde de Tanrı onlara zarar verenlerden de hesap soracaktır (Devarim/Yasa’nın Tekrarı 32/41 ve benzer ayetler). Yahudi Tarihi, bu inancı doğrulayan birçok olay içerir6.

---

1 The Jews in Literature and Art, Könemann, 1992, S. 187-189.

2 “J’accuse!”, Emile Zola et l’Affaire Dreyfus, Philipe Oriol, Librio, 1998, S. 5-14.

3 Theodor Herzl, Yahudi Devleti, tercüme eden: Hakan Başak, Sümer Kitapevi, 2017.

4 Yahudilik Ansiklopedisi, Cilt Ⅰ, Yusuf Besalel, Gözlem Gazetecilik, S. 213-215.

5 Why the Jews, Dennis Prager and Joseph Telushkin, Simon and Schuster, New York, 1983, S. 9-10, 191-193.

6 Tora, Devarim, Gözlem Gazetecilik, 2009.

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün