Karagöz yas tutup, kukla ağlasın!

Târih ondan ya muziplik ya komiklik bekler; Yas bu kez… İşte dram oynadı Alpay Ekler! (1444)

Erdem Beliğ ZAMAN Perspektif
14 Eylül 2022 Çarşamba

Alpay Ekler’le tanışma hikâyem, ortaokuldan itibaren orada burada yazıları yayınlanmaya başlayan bir genç-çocuğun yolu Türk Tiyatrosunun geleneğindeki türlerle nasıl kesişir sorusunun cevabı idi. Yaradılışımda mizah vardı, kalbimde tiyatro, aklımda ise hep edebiyat! Bu üçü birlikte kanıma girip, elime test çözmek için verilen kalemi henüz on üç-on dört yaşından itibaren yazarlık için kullandırmışlardır. Yazmak için ne lazımdı? Elbette deli gibi okumak… Pek akıllı işi değildi zaten bu memlekette yazar olma arzusuyla okuma… Okuyordum. Gazete yazılarıyla başlayıp, şiire kaymıştım, romanı tatmıştım; fakat o tiyatronun lezzetini hiçbirinden alamamıştım. Kısa zaman içerisinde meddahlıkla, Karagözle, ortaoyunuyla, hokkabazlıkla ve tulûatla tanıştım. Büyülenmiştim! Halk anlıyordu, komikti, sanatkârane idi… Daha ne olsundu! Bu sahada yazılı tüm eserleri toplamaya başladım. Kütüphanemdeki Metin And’lar, Özdemir Nutku’lar, Selim Nüzhet Gerçek’ler, İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu’lar, Ünver Oral’lar, Sabri Esat Siyavuşgil’ler hep o günlerin getirdikleridir…

Sonra bu türler hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak adına, bu türlerin ustalarını tanımak, onların yardımıyla bilgi dağarcığımı genişletmek istedim. Orhan Kurt’u, Ünver Oral’ı ve Metin Özlen’i bu vesileyle tanıdım. Bu konuda bildiklerimin temelini onlardan öğrendim. Nedense bir gün Metin Özlen ustayla konuşurken bana, “Senin mutlaka Alpay Ekler’le tanışman gerekir!” dedi. İsmi tabii ki duymuştum, yalnız o güne kadar tanışma fırsatına erişememiştim. Bana telefon numarasını verdi o şimdi olmayan sesiyle. Hemen o gün aradım Alpay Usta’yı… Aynı akşamüstüne randevu verdi; Salacak’ta, deniz kenarındaki bir kahvehaneye… Saat dört gibi buluştuk, oturduk; kalktığımızda saat gece yarısını geçiyordu! Tatlı muhabbeti, engin bilgisi ve keskin zekasıyla birleşince muhabbet çoğunlukla tiyatronun hudutlarını aşıyor fakat Alpay Hoca, aynı konuşma ustalığıyla muhabbeti yeniden tiyatroya getiriyordu. O birkaç saat içinde iki paket sigarayı bitirmesi haricinde her şey mükemmeldi!  O gün bir hoca ve bir dost daha kazanmıştım. Bundan emindim!

Alpay Ekler gelenekten yetişme son ustaydı. İhsan Dizdar’ın çırağıydı ki İhsan Dizdar aynı zamanda son hokkabazdı. Meddahlık da yapmıştı, Ortaoyununa da çıkmıştı, İsmail Dümbüllü ile tulûat da oynamıştı… İhsan Dizdar’dan mesleğinin kadim taraflarını görmüştü Alpay Usta… Birkaç dil bilirdi. Dolayısıyla yurtdışı literatürü de gelişmişti. Yabancı kaynakları okuyabiliyor ve dışarıdaki işleri takip edebiliyordu. Bu sayede sanatının sınırlarını bu geniş birikim ve görgü ile genişletme imkânı bulmuştu.

YENİYİ ARAMA

Türk Tiyatrosunun geleneğini bu kadar iyi bilenlerin en büyük sorunları moderne ve yeniye uzak duruşları ve soğuk yaklaşmalarıydı… Hâlbuki Alpay Usta geleneği muhafaza edip, yeniyi arama yolunu seçmişti. Farklı ve öncü fikirlere açıktı. Hemen herkesin fikrini dinler, olabilirliği üzerine karşısındakiyle münazara ederdi. Tiyatro da yapmıştı. Ümraniye’de birkaç arkadaşıyla beraber Tiyatro Merdiven’i kurmuş, burada ilginç oyunlar sahnelemişti. Brecht Tiyatrosu’na âşıktı Usta… O tarzı ve tavrı bizim geleneğe yakın bulduğundandır ki bu tarzda oyunlar vücuda getirmişti…

Kukla, Karagöz rüştünü ispat ettiği sahalardı. İyi bir tasvir yapımcısıydı. Titiz çalışırdı. Geleneksel boya yapım tekniklerini dahi bilirdi. Gün geldi Kavuklu olarak ortaoyununa da çıktı… Bu ortaoyunu aynı zamanda meydanda icra edilen son ortaoyunuydu da… Alpay Ekler, Kavuklu rolünde öylesine bir başarıyla Dümbüllü üslubunu devam ettirmişti ki bizzat Dümbüllü’nün kızı İpek Dümbüllü Çıngay, babasından sonra seyrettiği en iyi Kavuklu’nun Alpay Ekler olduğunu söylemişti. Velhasıl, meddahlık ve Türk Tiyatrosunun geleneğinden saymadığı Tulûat Tiyatrosu hariç, tiyatromuzun geleneğinde uygulamadığı tür kalmamıştı…

Kendisi başta ustası İhsan Dizdar’dan ve sonrasında devrinin diğer ustalarından öğrenmişti. Layıkıyla icra da etmişti… Asla bir bencillikle bu bilgilerini kendine saklamadı. İmkanını bulduğu ândan itibaren çırak yetiştirmeye başladı… Bülent Aksu, Sibel Tomaç, Deniz Karalar, Enis Ergün, Ata Camuz, Göher Ergün, Emin Taşdemir ve daha nice çırak yetiştirdi… Yakın dönemde yetişen hemen her Karagöz oynatıcısının hayatına da bir vesileyle dokundu. Sadece Karagözcülere mi? Elbette hayır! Araştırmacıları da destekledi. Nazlı Miraç Ümit gibi değerli gördüğü araştırmacıların çalışmalarına yardımlarda bulundu ve bildiklerini aktarmaktan çekinmedi. Müthiş bir hocaydı, sabırlıydı, yardımseverdi… En son Karagöz Derneğinin çıkarttığı Karagöz Sanat Dergisi’nde beraberdik. O derginin her harfinde Alpay Usta’nın alın teri vardı!

Çok kez şahitlik etmişimdir; telefonla arayıp yaptığı tasvirin nasıl olduğunu soranlara ya da şu oyunun nasıl oynatacağı konusunda fikir danışanlara başından savmadan nasıl cevap verdiğine! Metin Usta’dan, Orhan Usta’ya, Tacettin Usta’ya, Ünver Usta’ya; kendinden yaşlı meslek büyüklerine nasıl saygılı ve yardımsever davrandığına… Bu yüzden sevilirdi de… Ne kadar sevildiği vefatından sonra yazılanlardan ve söylenenlerden anlaşılır da zaten…

Neler öğrenmedim ki Alpay Usta’dan… Karagöz’ün gölge oyunu olmadığını ondan öğrenmiştim… Karagöz namına ilk ciddi çalışma olan Helmutt Ritter’in üç ciltlik Karagos kitabını ondan duymuştum… Kukla çeşitlerini, ortaoyununun en münhasır kısmının tekerleme olduğunu gene ondan öğrenmiştim… Şalom gazetesinde, Türk Tiyatrosu’nda Yahudilerin izini sürmeye başladığımda bana en fazla yardımcı olanlardan biriydi Alpay Usta. Buradaki birçok yazım sayesinde zenginleşmişti. Kaynak bulmama, farklı bilgilere ulaşmama önayak olmuştu! Yeri geldi yaptığı tasvirleri paylaşmıştı görsel olarak kullanmam için yeri geldi şunu kullan diye kaynak salık vermişti. Şimdi de bir hocanın, bir dostun gidişinin ardından nasıl dirayetli durulur onu öğretiyor!

Birkaç hafta evvel Facebook’taki bir paylaşımı üzerine geçmiş olsun diye Bodrum’dan telefon açmıştım kendisine… Epey konuşmuştuk. Benden aruz vezniyle yazılmış bir perde gazeli istemişti. Ben de ondan evimin duvarına asmak için bir hokkabaz Yahudi tasviri… Anlaştık. Lakin ne ben gazelimi yazabildim ne de o tasvirimi yapabildi… En son hastaneye gitmeden önceki gün evine yeni çıkan Karagöz sanat dergilerini almaya gidecektim. Ne yazık ki ani bir Rize seyahatim çıktı ve evine gidemedim… Pıhtı atması sebebiyle ertesi gün hastaneye kaldırılan Alpay Usta da bir daha evine dönememişti… O gazeli yazamadığıma ve o dergileri alma bahanesiyle evine uğrayamadığıma o kadar üzülüyorum ki… En çok da Alpay Usta’nın bir daha evine sönemeyecek olmasına üzülüyorum…

25 Ağustos sabahı, Alpay Usta’nın vefat haberini aldığımdan beri ruh gibiyim… Zihnimde film gibi anılarımızı oynatıyorum. Beykoz’un Elmalı Mahallesindeki atölyesine otomobiliyle gidişlerimizi, dönüşlerimizi… İyi bir yemek yaptığında muhakkak evine davet edişini… Saatlerce süren telefon konuşmalarımızı… Bazı hususlarda tartışmalarımız ama sonra barışmalarımızı… Hepsi ama hepsi bir melodram gibi ağlatıyor beni… Gözyaşı dökmek istemiyorum yere ama, bir yazar gibi her gözyaşımı bir kelime olarak kağıda dökmek istiyorum Alpay Ekler için… Hatırası için, hayatıma kattıkları için, hocalığı ve dostluğu için…

Büyük, erken, acı bir kayıp… Hüzünlü kızlarına, anneciğine, kız kardeşine, ailesine, öğrencilerine, sevenlerine ve tüm memlekete baş sağlığı diliyorum… Alpay Ekler ismi kalbimin bir kenarında daima yaşayacak, bunu biliyorum.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün