Lavrov ne götürdü? Maduro ne getirdi?

Geçtiğimiz haftalarda Ankara´nın resmi trafiği yine bir hayli yoğundu. Bunlar arasında özellikle Rusya ve Venezuela ile gerçekleşen ikili görüşmeler farklı nedenleri ve içerikleri ile dikkatimi çekti. Bugün sizlerle biraz bu iki ziyaretle ilgili görüşlerimi paylaşacağım.

Prof. Dr. Sema KALAYCIOĞLU Dünya
22 Haziran 2022 Çarşamba

Jeopolitiğin ağır yükü ve Montrö’nün değeri

Türkiye’nin Rusya ile olan ilişkilerinde, 1990’lı yılların ortalarından itibaren iyi bir iktisadi ve ticari boyut yakalandı.  Ölçüyü tutturamayıp yıllardır büyük dış açıklar versek, enerji ticareti ve yatırımları açısından aşırı bağımlı hale gelsek bile, coğrafi yakınlığın sağladığı üstünlük, Türkiye ve Rusya’yı tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar, aynı ekonomik bölgenin işlevsel ilişkiler kurabilen iki ülkesi haline getirdi. Karadeniz çevresi gerçekten tam bir ekonomik bölge. Ama Karadeniz Ekonomik İşbirliği kendinden beklenen potansiyeli kullanamazken, Türkiye ve Rusya’nın ikili ekonomik ilişkilerde yakaladıkları sörf dalgası, kendini siyasetin anaforuna kaptırana dek gerçekten önem kazandı. Oysa şimdi, 500 yılı aşan tarihi ilişkileri hatırlayarak, coğrafi yakınlığın yarattığı siyasi yükün ne kadar ağır olduğunu yeniden düşünme zamanı geldi. Bunu Rusya’nın, Suriye iç savaşına (Beşar El Esat’ın resmi daveti üzerine) katılarak, fiilen Güney sınır komşumuz haline geldiği Eylül 2015’den bu yana zaten yapmalıydık.  Sınır komşusu ve eski müttefiki Ukrayna’yı işgal ettiği 24 Şubat 2022’den bu yana hâlâ göremediysek, gaflet uykusundan uyanma zamanı geldi geçiyor demektir. Artık ikili ilişkilerin ekonomik boyutunda ortaya çıkan aşırı bağımlılığa karşı pişmanlığa varan duygular ve arayışlar, siyasi boyutuna da temkin ve tedirginlik egemen olmalı.

Ankara’nın bir denge politikası sürdürme ve savaştaki iki kuzey komşusu arasında olabildiğince tarafsızlığını koruma çabasını makul görmekle birlikte, bunu ne kadar beceri ile uygulayabildiğine emin olamamak benim tedirginliğim. Cumhuriyetin tüm kazanımlarına saldıran bir anlayış, belki Rusya’nın Ukrayna’ya karşı sürdürdüğü baskın ve acımasız saldırılar karşısında Türkiye’nin Boğazlar üzerindeki egemenlik hakkını güvence altına alan Montrö Anlaşmasını takdir etmiş olsa bile, Kuzey Suriye’deki fiili Türk Silahlı Kuvvetler varlığı Rusya’ya karşı yumuşak karnımız. Nitekim Lavrov ziyaretinin görünen gündemindeki en önemli ayrıntı, Türkiye’nin Kuzey Suriye’ye planladığı yeni askeri harekât vardı. Daha sonra Kremlin’den gelen ‘akıllı hareket edin’ uyarılarını Ankara nasıl içine sindirdi diye düşünmek için çok geç. Çünkü Rusya’nın Güney sınırı komşumuz haline gelmesine neden olan Suriye macerası, 2011 sonrasında Ankara’ya ticari akıl dışında, siyasi sağduyunun pek uğramadığının kanıtı. Suriye’deki güvenli koridor ısrarı, orada Türkiye’nin fiilen uyguladığı rejimin kurbanı. Rusya bu koridora şiddetle karşı çıkmaya devam edecek. Onun için bu konuda daha çok ‘akıllı olun’ nasihati beklerim. Türkiye ‘Nus[1] ile uslanmazsa’ ne olur konusu ise başlı başına ulusal bir tedirginlik nedeni olmalı.  

Bunun dışında, Lavrov’un ziyaretinde, dünyanın birçok ülkesini ilgilendiren tahıl sevkiyatı için açılacak güvenli koridorun gündeme geldiğini biliyoruz. Önce denizdeki mayınlar temizlenecek ki koridor açılabilsin.  Ukrayna’nın buna haklı bir çekincesi var. Ya Rus savaş gemileri mayınsız koridordan yeni bir huruç harekâtı başlatırsa! Sonra limanlardan kalkan tahıl yüklü yerli ve yabancı gemilerle tahıl sevkiyatı, önce Rus, sonra Türk savaş gemileri yedeğinde Boğazlardan geçecek. Neden Ukrayna savaş gemileri yedeğinde değil de Rus savaş gemileri yedeğinde? Cevabını bilmediğim bir soru. Ama asıl cevabını hiçbir yerde göremediğim bir başka soru daha var. Lavrov Ankara’da İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelik başvurusu ile ilgili bir telkinde bulundu mu? Yoksa bu konu hiç gündeme gelmedi mi? Bu soru benim aklıma gelir de NATO, ABD ve AB yetkililerinin aklına gelmez mi?  Putin’in ‘NATO’daki adamımız’ açıklaması ile lekelenen Türkiye’ye karşı, bunu günün birinde nasıl kullanılacağı bir başka endişem. Türkiye yerden göğe kadar haklı olduğu konuları ulusal güvenlik endişesi ile dile getirse bile, oyun zor bir oyun. Açıkçası ısınan Ege sularında bile şimdi bunun katkısını, etkisini, iz düşüm ve kışkırtmasını görüyorum. Açıkçası Lavrov belli bir gündemle geldi ve yanında bir şeylerle geri gitti. Tam ne götürdüğünü kamuoyu kim bilir ne zaman öğrenir!  

 Sonunda Maduro’nun mağduru olmak da var

2014 ve 2017 yıllarında halk protestolarına karşı gösterilen şedit polisiye tepkiler, Venezuela ve Maduro yönetimini bir başka yaptırım muhatabı ülke haline getirdi. Ankara’nın son zamanlardaki tercihi, bu tür yönetimlerle ilişkileri ve dayanışmayı geliştirmek biçiminde tezahür ediyor. Bu nedenle Maduro’nun ziyareti benim için hayret verici olmadı. Ama zamanlamasını açıklamakta zorlandığımı itiraf etmeliyim. Yine de konuya mümkün olduğunca dikkatle baktım. Türkiye 1990’lı yıllardan beri Güney Amerika ülkeleri ile ticari ilişkilerini geliştirmeye çalışmakta. O yıllarda Meksika, Brezilya ve Arjantin hem ekonomik kriz yönetimi, hem de ticari ilişkileri serbest ticaret formatında geliştirmeye çalıştığımız ülkelerdendi. Bir konferans için 2009 yılında Santiago’ya giderken, THY’nin tarifeli uçağı, o zamanki Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı başkanlığında Şili ve Brezilya’ya çıkarma yapan iş adamları ile doluydu. Mermer götürüp, yumurta getiriyorlardı. Uçakta hepsi çocuklar gibi şendi. Yaptıkları işlerden memnundular ve gelecekle ilgili umutları vardı.  Bu bakımdan, Türkiye’nin dış temsilcilikleri açısından ilklerden biri olan Venezuela ile ticari ilişkilerini geliştirmesi kadar normal bir şey olamaz. Nitekim küresel salgın ve yaptırımlara rağmen 2021 yılında Venezuela ile ikili ticaret hacminin 852 milyon dolara yükselmiş olmasını, Ankara başarı olarak nitelendiriyor. Ancak Nijerya gibi sahip olduğu petrol zenginliğine rağmen var yokluğu çeken Venezuela’dan, Türkiye’ye ne geldiği;  şu sıralar dünyada pek te makbul olmayan başkanı Maduro’nun daha ne getirmeyi vaat ettiği ve Türkiye’den ne götürmeyi güvence altına aldığı cidden merak ettiğim bir konu.

Bu arada geniş tarım topraklarını hakkıyla kullanmayan Tarım Bakanı’nın Türkiye’nin başta Venezuela, Sudan ve Nijer olmak üzere toplam 10 ülkede toprak kiralayıp ticari tarım yapmaya başlayacağını açıklanması ise, yüreğime sızı veriyor. Bunu ‘kazan-kazan’ olarak niteliyorlar. Ekilebilir toprakları fevkalade sınırlı, ancak tarım teknolojileri fevkalade gelişmiş İsrail’in veya Singapur’un bunu yapması doğal. Ancak sermaye açığı olan, borçlanmakta, zorlanan ama en önemlisi kendi geliştirdiği özgün tarım, tohum, tohum ıslah ve sulama teknolojileri olmayan Türkiye için bunun anlamını kavramakta zorlanıyorum. Belki çift taraflı teşviklerden yararlanmak ve Türkiye’yi, çantada keklik bir ihraç pazarı olarak görmek. Yani daha ziyade ‘kazan ve kepçe ile götürme’ hesabı gibi geliyor bana. Bir de tabi, Venezuela dünyanın en büyük üçüncü altın rezervine sahip ülke olarak biliniyor. Şimdi bir başka endişem de altın ticaretinin gündeme ikili ticarete damga vurması. Tabii açıklanamayan kalemler ortaya çıkarsa, bunun sonunda Maduro’nun mağduru olmak da var.


[1] Ziya Paşa’nın “Nus ile uslanmayanı etmeli, tekdir; Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir” dizesini hatırlar mısınız?

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün