Yılın filmi ‘Saul’un Oğlu’ vizyonda

Umutsuzluk ve trajediyi işleyen, tokat şiddetindeki bu filmin konusu, 2. Dünya Savaşı sırasında 1 milyon yüz bin kişinin öldürüldüğü Auschwitz’de geçiyor. Nazi dehşetine özgün bir bakış açısıyla yaklaşan bu Macar filmi, kararlılık, azim, yazgı temaları etrafında dönen konusuyla, alışıldık Holokost filmlerinden ayrı bir yerde duruyor.

Viktor APALAÇİ Sanat
17 Şubat 2016 Çarşamba

‘SAUL FİA’  

Yön: Laszlo Nemes

Sen: Laszlo Nemes- Carla Royer

Gör: Matyas Erdely

Dekor: Laszlo Rajk

Kurgu: Matthieu Taponier

Müzik: Laszlo Melis

Ses: Tamas Zanyi

Oyn: Geza Röhrig – Levente Molnar – Urs Rech – Uwe Lauer – Todd Charmont – Marcin Czarnik – Sandor Zsoter

Nazilerle işbirliği yapmaya zorlanan Yahudi tutsak Saul Auslander’in hayatının iki gününe tanık olduğumuz filmde, bir babanın oğluna karşı son görevi yerine getirmek için çırpınışını izliyoruz. Sinematografik açıdan çarpıcı ve özgün bir mizansenle anlatılan filmde, kamera sadece Saul’un yakın plandan çekilmiş yüzüne odaklanıyor. Arka planda gelişen trajedi sadece ses bandı aracılığıyla veriliyor.

Dikkatli okurlarım fark etmiştir. Geçen yıl hiç bir filme dört yıldız vermedim. Başyapıtın karşılığı olan dört yıldızı hak edecek tek film ‘Saul’un Oğlu’ idi. Filmi ülkemizde dağıtacak olan firma, vizyon tarihi olarak Oscar Ödülleri arifesini tercih edince, ‘Saul’un Oğlu’nun afişlere çıkması 2016’ya sarkmış oldu.

Umutsuzluk ve trajediyi işleyen tokat şiddetindeki bu filmin konusu, 2. Dünya Savaşı sırasında 1 milyon 100 bin kişinin öldürüldüğü Auschwitz toplama kampında geçiyor.

Mayıs 2015’te Cannes Film Festivali’nden iki ödülle (Jüri Büyük Ödülü ve Uluslararası Sinema Eleştirmenleri Ödülü) ayrılan tek film, En İyi Yabancı Film Altın Küre Ödülü sahibi ‘Saul’un Oğlu’, alışıldık Holokost filmlerinden ayrı bir yerde duruyor.

Nazi dehşetine özgün bir bakış açısıyla yaklaşan bu Macar filmi, kararlılık, azim, yazgı temaları etrafında dönen konusuyla, bir babanın oğluna karşı son görevini yerine getirmek için çırpınışını anlatıyor.

Filmde, Auschwitz imha kampında Nazilerle işbirliği yapmaya zorlanan Yahudi tutsaklar olan Sonderkommandolardan Saul Auslander’in, 1944 Ekiminde hayatının iki gününe tanık oluyoruz.

3-5 ay sonra öldürüleceğini bilen Saul (Geza Röhrig), bir gün temizlediği imha fırınında, gazla zehirlenen bir oğlun çocuğunun cesedini görür. O an olanaksız bir ödev üstlenir.

Oğlunun olduğuna inandığı bu cesedi yakılmaktan kurtarmak ve bir haham bulup gizlice gömmek.

Filmin genç senarist-yönetmeni Laszlo Nemes, bir babanın oğlu için klasik bir Yahudi cenaze töreni yapmaya çalışmasının yarattığı duyguları izleyiciye aktarıyor.

Bu duygu, ölü bedenleri yakmakla görevlendirilen bir adamın, ümidin ve insanlığın bittiği, ölüm kokan diyarda, kendini yaşama adayacak bir çıkış yolu bulma mücadelesini, insancıl bir sinema dili aracılığıyla anlatıyor.

Sinematografik açıdan çarpıcı ve özgün bir mizansenle anlatılan filmde, kamera sadece Saul’un yakın plandan çekilmiş yüzüne odaklanıyor. Film boyunca ekranda sadece Saul var.

Arka planda gelişen olaylar hep flu kalıyor ve Gestapo’nun sert emirlerinden, dehşeti yaşayanların çığlıklarından oluşan ses bandı, bize olup biten hakkında fikir veriyor.

SARSICI BİR HOLOKOST DRAMASI

Filmin her yerini kavrayan şiddet, beklenenin aksine izleyicilerin gözüne sokulmaktansa, sesler aracılığıyla, hayal gücüne bırakılmış. Seyirci, büyük ve korkunç resmi, yalnızca bu sesler aracılığıyla kafasında canlandırıyor.

Film ses kuşağını da deneysel bir üslupla kullanıp, izleyiciyi başkahramanının peşinde cehennemvari bir atmosferin göbeğine atıyor.

Duygusallık tuzağına düşmeyen, kötülüğün yüreğine bakan konusuyla izleyicisini etkileyen ‘Saul’un Oğlu, cesaret hakkında benzersiz bir başyapıt.

Sorbonne Üniversitesinin genç ve güzel edebiyat hocalarından Carla Royer ile müştereken yazdığı senaryonun odağına Nemes, Nazi soykırımının en yoğun yaşandığı bir krematoryumda çalışan kapo Saul Auslander’i koymuş. Nazilerin ayak işlerini yapan kapolardan biri olan Macar Yahudi’si Saul, temerküz kampında bir müddet çalıştırıldıktan sonra öldürüleceğinin bilincindedir.

Diğer Sonderkommando üyelerinin krematoryumundan kurtulmak için bir kaçma planı hazırladıklarını bilen Saul, oğlunun cesedini bulduktan sonra, kaçma planına destek olmak için verdiği sözü unutur. Zira tek düşüncesi, oğluna bir Kadiş duası okutup gömmektir.

Sonderkommandolar firar girişiminde bulundukları gün, Saul onlara katılmayıp, ayaklanma kargaşasından yararlanıp, oğlunun cesedini sakladığı yerden çıkarıp civardaki ormana götürür. Ancak orada kendisini bir sürpriz beklemektedir.

Filmin sarsıcı finalinde yaşanan trajedi görüntüler ile değil, yine ses bandı aracılığıyla veriliyor.

Filmin ses teknisyeni Tamas Zayni’nin ‘Saul’un Oğlu’nun kazandığı ödüllerde payı büyük. Zira şiddet izleyicinin gözüne sokulmaktansa aktörün bakışlarından okunuyor.

Saul rolünü oynamak için, yaşadığı Amerika’dan gelen Macar şair-yazar Geza Röhrig, bu rolü yaratmak için tarihçi Gideon Greif’in kitabından esinlenmiş. Tel Aviv doğumlu, 51 yaşındaki Auschwitz uzmanı Gideon Greif, İsrail’de yaşayan sonderkommando’lar ile yapılmış söyleşilerden oluşan ‘Gözyaşlarımız Olmadan Ağladık/We Wept Without Tears’ adlı kitabın yazarı 48 yaşındaki Geza Röhrig, adeta eşsiz bir rol olan Saul Auslander’i bakışları ve yüz mimikleriyle canlandırarak, son derece etkileyici bir performansa imza atıyor. Bu kendisinin sinemadaki ilk rolü.

HOLOKOST FİLMLERİNDE KİLOMETRE TAŞI

Almanlar 2. Dünya Savaşı sırasında Avrupa’da yaşayan Yahudilerin üçte ikisini öldürdü.

Ailesinin bir kısmı Auschwitz’de öldürülen Macar yönetmen Laszlo Nemes, Cannes’da ödül aldığı gece, yaptığı basın toplantısında; “Konusu temerküz kamplarında geçen filmler hep ilgimi çekti. Yahudi tutuklular arasından seçilen Sonderkommando’ların hayatta kalanların tanıdıklarından yararlanarak bu filmi yaptım”  demişti.

Gösterildiği festivallerde olay yaratan, Cannes’daki dünya prömiyerinden bu yana yılın en çok konuşulan sinema olaylarından birine dönüşen ‘Saul’un Oğlu, 2. Dünya Savaşında uygulanan soykırımın simgesi haline gelen Auschwitz’i alışılmışın dışında bir sinematografiyle perdeye getiriyor.

Şoa’yı sinemaya özgün bir bakış açısıyla yansıtan ‘Saul’un Oğlu’, bugüne dek yapılan Holokost filmleri zincirine, bir kilometre taşı hüviyetindeki bir halka olarak katılıyor.

Henüz ilk filmini yapan bir yönetmenden beklenmedik bir beceri ile 38 yaşındaki Laszlo Nemes, yaratıcı ve yenilikçi hüviyeti ile kendinden söz ettirip, ödülden ödüle koşuyor. ‘Saul’un Oğlu’ En İyi Yabancı Film dalında Oscar’ın favorisi.

Bu dalda evvelce aday gösterilen sekiz Macar filminden sadece İstvan Szabo ustanın ‘Mephisto’su Oscar alabilmişti. Laszlo Nemes bu sarsıcı Holokost dramı ile 28 Şubat gecesi ödülü kucaklayan 2. Macar yönetmen olabilir.

Cannes’da jüriye başkanlık eden Coen Kardeşler, filmin aldığı Jüri Büyük Ödülünün gerekçesini şu cümlelerde açıkladılar; “Filmi birlikte izleyen jüri üyeleri filmden çıktıktan sonra 10-15 dakika birbirleriyle hiç konuşamadılar. Filmdeki dramın anlatılma şeklinden çok etkilenmiştik.”

‘Shoa’ belgesel başyapıtının yaratıcısı Claude Lanzmann ‘Saul’un Oğlu’nu şu cümlelerle övüyor; “Bu çok özgün ve sıra dışı film Sonderkommando olmanın ne olduğunu gerçekten hissettiriyor. Hiç melodramatik değil. Büyük bir alçak gönüllülükle yapılmış.”

Arkadaşlarının kaçma planına katılmayıp, ölü bir çocuk bedenini gömme hedefini, kendini yaşama adayacak bir çıkış bulma arayışına çeviren bir mahkûmun azmini, film yüreklere hitap eden bir sinematografi eşliğinde aktarıyor.

1977 Budapeşte doğumlu Laszlo Jeles Nemes, yönetmen - dramatürg -senarist Andras Jeles’in oğlu. Tarih, uluslararası ilişkiler ve senaryo yazarlığı eğitimi aldıktan sonra ülkesi Macaristan’da, sonraları Fransa’da yönetmen yardımcısı olarak çalışmaya başladı.

İki yıl yanında çalıştığı ünlü Macar yönetmen Bella Tarr’ın ‘L’Homme de Londres’unda asistan olarak görev aldı.

2007 ve 2008’de ödüllü iki metrajlı film (Türelem ve The Counterpart) çevirdi. 2008 yılından beri, Avrupa Sinema Akademisinde üye.

Klasik bir sinema diline başvurmayan Laszlo Nemes’in, bugüne kadar soykırım üzerine çekilmiş filmlerden bambaşka bir yaklaşım izlemesi, ‘Saul’un Oğlu’nu Yedinci Sanata yenilik getiren bir film yapıyor.

2015 yılının en iyi filmi ‘Saul’un Oğlu’ BAŞKA SİNEMA salonlarında sizleri bekliyor. Bu gerçek sinema şöleninden kendinizi mahrum etmeyiniz.