Boya fabrikasından tiyatro sahnesine…

Hem sahnenin hem de beyaz perdenin güler yüzlü ismi Ethel Mulinas, hayatının dönüm noktalarını anlattı.

Lili BARDAVİT Yaşam
13 Mayıs 2015 Çarşamba

Nişantaşı’nın göbeğine doğan, el bebek gül bebek büyüyen bir kız çocuğu. Tatlı mı tatlı…

Önce bir Fransız lisesini bitiriyor ardından da çalışma ekonomisi okuyor ve babasının boya fabrikasında babasının hayal ettiği gibi iş kadını kimliğini kazanıyor.

İnsanı sarsan ve bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı ilk acı çekiliyor, ailenin göz bebeği ‘anne’ ansızın güzel gözlerini yumuyor.

Derken zaman ilerliyor, olması gerekenler oluyor, yirmili yaşlarının sonuna doğru uygun bir izdivaç da baş gösteriyor.

Ama bir dakika!!! Ya o kızın hayalleri…

Hayalleri gerçekleştirmek için müthiş bir inanç, azim ve aşık olunan ‘baba desteği’ gerekiyor.

Göz bebeği kızının iş kadınlığından tiyatro sahnesine geçişi babayı önce bir zorluyor ama hayat akıyor; Ethel uçuyor ve konması gereken tüm dallara teker teker konuyor.

Zalimsin hayat. Geride kalan tek can damarı ‘baba’, pür neşe yakışıklı bir adam da henüz kendisine doyulamadan ailesine veda etme kararı alıyor ve sonsuz uykusuna yatıyor. Derin bir acı, kanayan yaralar, hayatla yüzleşmeler, hesaplaşmalar…

Refah seviyesi yüksek olan herkesin hayatı dışardan kusursuz görünür ya… Yok öyle bir şey işte. Bu sohbet gözlerimizi biraz ıslatıyor, sonra da gülümsetiyor. Aynı hayat gibi.

Meslek değiştirmenin yaşı yokmuş…

Tiyatro insanın damarlarına işleyen bir ilaçmış…

İnsanın bedeni ve ruhu birbirine zıt olabilirmiş…

Yaş sadece bir ibareymiş, öylesine kimlikte yazan, lüzumsuz…

Yıllardır tanıdığım, çok sevdiğim, enerjik, deli dolu,  çılgın bir kadınla uzun uzun, tüm derin mevzulara girerek harika zaman geçirdik. Buyurun huzurlarınızda tüm samimiyeti, duygu yoğunluğu, tatlı dili ve çoktan uçmaya başlayan ve bir daha da asla geri gelmeyecek olan kilolarıyla Ethel Mulinas.

Güzel bayan, tiyatro hikâyeniz nerede nasıl başladı?

3-4 yaşlarından beri sehpanın üzerine çıkıp kendime sahne yaratmaya çalışır, gösteriler yapar ve ailemin beni alkışlamasını beklermişim. Tiyatro aşkı içimde hep vardı.

Ste.Pulcherie’de 7. sınıf dikte dersinde 10 hata yapanın notu düşerdi. Hocamı kandırmanın yollarını ararken ona bir şey teklif ettim: “Moliere'den bir sahne sergileyeyim beni affedin, notumu kırmayın” dedim, kabul etti. Bir heyecan eve geldim, annemle balkabaklarını oyduk, kostümler diktik ve hem kadın hem erkek rolünü üstlenerek bir oyun çıkardım. Notu da kaptım tabii.

Harikaymış, devamı nasıl geldi?

Bunu her zaman gururla söylüyorum. Cemaatimizin derneklerinde çok şey öğrendim, müthiş deneyim kazandım. Üniversite çağındaki gençlerin bir araya geldiği bir dernek vardı: Amikal. Orada 15 sene sonra komisyon kurdum, tiyatro kolu başkanlığı yaptım. GKD ve Yıldırım'da da yıllarca tiyatro oyunlarında oynadım. Rozi Almaleh'in yazdığı Herşeye Rağmen adlı oyun en severek oynadığım oyundur. Amatör olarak bana sahnede nasıl durmam gerektiğini öğreten yolda derneklerimizin çok faydasını gördüm.

Derken bir gün, arkadaşım Can Doğan’la (Şehir Tiyatroları yönetmeni) sohbet ediyorduk. Dünyanın en keyif veren duygusunun sahnede olmak olduğunu söyledim ona. Ve kader ağlarını ördü...

Neler oldu?

Can bana profesyonel bir oyun gönderdi, “bunu oku ve oyna” dedi. Şizofren bir kadını oynamamı istedi ve böylece Zerrin doğdu...

Ailen şaşırmadı mı?

Babam her zaman işletme eğitimi almamı ve iş kadını olarak ailede bayrağı devir almamı istediğinden buna asla izin vermez diye düşündüm. Provalara gizli gizli gittim. Ancak onun desteği olmadan kolumun bile kalkmayacağını bildiğim için son hafta Şabat yemeğinde açıklamamı yaptım ve ailemi prömiyerime davet ettim.

Kıyametler koptu mu, “sen boyacısın kızım ne işin var sahnede?” diye baban çıldırdı mı?

Şok oldu, geçici bir heves sandı, ama her daim destek olan bir babam olduğu için sonunda tabii ki oyunuma geldi ve beni alkışladı. Ancak beni tiyatroya çok ittiğini de söyleyemem, zamanla anladı tiyatronun benim için vazgeçilmez bir aşk olacağını.

Can Doğan'la bir kapı açıldı diyebilir miyiz o zaman?

Tabii ki, ilk gecemde bir kast direktörü beni izlemiş, kartını verdi. Ertesi gün aradım ve kendimi MedYapım'da buldum. Derken macera başladı işte...

Peki, baba ne oldu? Duruldu mu?

En büyük destekçim oldu, her oyunuma defalarca kez geldi, canım babam beni hiç bırakmadı. En büyük teşekkür ona, her zaman.

“Hayat işte, tesadüflerle, acılarla dolu ama yine de çok güzel, değil mi Ethel” desem, bana ne anlatırsın?

99 senesinde annemi kaybettiğimde dünyam başıma yıkıldı. Çok gençtim. Çok acı... Çok ama çok mutsuz olduğum günlerde arkadaşlarım severim diye bir müzikale götürdüler beni. Hayranı olduğum Haldun Dormen'in Amphitryon müzikali... İzlerken o kadar ağladım ki o müzikalde... Hayat kısa, ölüm var! Bütün bunları düşünüyordum ve istediğim yerde değilim, iş kadını olmak istemiyorum! Aşık olduğum tiyatroyu yapamadan belki de öleceğimi düşündüm. Ve ne tesadüf ki yıllar sonra Haldun Dormen'le bir araya geldim, denemeler yaptık. Beni hemen okuluna kaydetti. Babamla konuştu, “Lütfen engel olmayın bu kıza” dedi ve 28 yaşında tekrar öğrenci oldum. Mezuniyet oyunum ise izlerken çok ağladığım, kendi kendimi sorguladığım o müzikal oldu, hayat işte...

En büyülü deneyimin ne oldu? Eminim hepsinde çok heyecanlandın ama ‘dizlerim titredi’ dediğin hangisi oyunundur?

İlk profesyonel deneyimim Haldun Dormen ile Hisseli Harikalar Kumpanyası. Muhteşem bir andı, Harbiye Açık Hava Tiyatrosu’nda beş bin kişinin karşısına çıktık ve hissettiğim duyguları inan ifade edecek kelime bulamam. Başrol Erol Evgin, tombul kızlardan biri oldum. Kendimi bir anda BKM'de provalarda bulduğum anları hatırladıkça kalbim nasıl çarpıyor anlatamam. Mutluluktan ağladım ve kuliste bütün gece “bu benim hayalimdi” diye bağırarak herkese sarıldım.

Ve derken bitmeyen bir Leyla'nın Evi serüveni başladı değil mi?

Son yılların en uzun oynayan oyunu olan Leyla'nın Evi'nde oynuyorum. Nedim Saban'ın harika bir oyunu. Talep bitmiyor, bitemiyor. Enerjimiz o kadar yüksek ki, sadece belirli bir kitleyle yetinmedik. Rutinde tiyatro izleyicisi olmayan kesimi bile kazandık. Kızlar kulisi ve bütün ekip kalp kalbe çalışıyoruz.

Biraz aile konusuna değinmek istiyorum. Fazlasıyla can sıkıcı şeyler de yaşadın... “Annesi veda eden herkes bir anda büyürmüş” diyorlar, ikisini de kaybetmek büyük bir travma. Onlarsız hayat nasıl Ethel?

Babam hayatımın hâlâ en önemli yerinde. O benim en iyi arkadaşımdı. Annemi çok erken kaybettim, hem de evde kucağımızda bize veda etti. Travmalar yaşadık, defalarca kriz atlattık. Çok fedakâr, çok sevgi veren güzel bir annem vardı. Dünyaya pozitif bakan sevgi gözlerimi ondan aldım.

Sen de gençtin, nasıl atlattın o dönemi?

22 yaşındaydım. “Neden benim annem?” dedim, hayatı sorguladım, yüksek lisansımı, kardeşimin düğününü ve tiyatrocu olduğumu neden göremedi diye içim içimi yedi. Buna rağmen hayat devam etti ama annem hiçbirine gelemedi. Babam hem anne hem baba oldu bize. Şimdi o da yok; iki sene evvel bize veda etti. Her gala gecemde “keşke annem - babam benimle olsalar” derim, gözlerim dolar.

Bir anda büyüyor insan. Annemi kaybettiğim gecenin ertesinde bir daha aynı ben olarak uyanmadım. O şımarık kız büyüdü ve bir daha hiçbir şey aynı olmadı...

Anne babasızlık zor değil mi...

En büyük fobim onlarsızlıktı, korktuğum da başıma geldi. Allahtan kardeşim var, aşık olduğum bir yeğenim var ama yine de yalnızlığı öğrendim. Hastalandığımda bir anne çorbası vardır ya, onun tadını unuttum artık. Her hastane işime yalnız giderim, kimseye yük olmayı sevmem, çünkü bilinçaltım bana yalnız olduğumu hiç unutturmaz.

Nitekim kısa bir zaman önce önemli bir mide ameliyatı geçirdin, buna hazırlanmak, karar vermek ve akabinde yaşadığın süreç nasıl şekillendi?

Hayatımın en doğru ve en zor kararını verdim; enerjisi çok yüksek bir eve taşındım ve bu evde kesinlikle kilolarıma yer olmadığına inandım. Hızlı karar alabilen biri olduğum için iki gün gezdiğim doktor ziyaretleri sonrası mide küçültme ameliyatı olmaya ve yıllardır yük olan kilolarıma veda etmeye karar verdim. Ameliyata girerken de çıkarken de "babam" dedim, onun benimle gurur duyduğunu düşünerek uyudum.

Kilo ne zaman problem olmaya başladı hayatında?

Hiç zayıf bir çocuk olmadım ki... Genç kızlığımdan beri bu annem için sorundu. Babamın da en büyük arzusu benim zayıf bir kadın olmamdı. Yine de ben olabilecek en mutlu şişmandım. Evde beni üzen bir şey olduğu zaman hep kaşıkla çikolata yerdim, duygusal açlık ve üzüntüye karşı koruma kalkanım yemekti. 19 yaşında yaşadığım en naif aşk acısıyla kısa bir dönemde elli kilo aldım. 1996 yılında kendi başıma bir diyetle altmış kilo verdim.

“Beş kilo aldım, altı kilo verdim” der gibisin...

Evet, bunu okuyanlar da anlamayacaklardır belki ama benim kilo rakamlarım bunlardı. Sonra anneyi kaybedince ciddi kilo aldım... Aralık ayında benim için çok değerli olan biri beyin kanaması geçirdi ve ona aylarca hastanede özveriyle baktım. Felçli ve iki ay boyunca hiç konuşmayan bir insan düşünün. Ona adanmışlıkla bakınca aniden 25 kilo aldım. Bir anda o mutlu şişman, kilosuna aldırış etmeyip Viyana dağlarında dağ yürüyüşü yapan kadın gitti ve mutsuz bir kadın geldi. Hareketimin kısıtlanması, sahnede yaşam ve oyunculuk kalitemin negatif etkilenmesi bu ameliyata girmeme neden oldu. Çok hareketli, hayat doluyumdur; buna gölge düşürmek istemedim.

Çevre baskısı peki? Millet bayılır kilo muhabbetine, çekiştirmeye biliyorsun.

Açıkçası adada her yaz sahilde benim vapurdan inmemi bekleyen kişiler olurdu. Nedense benim kilolarım onları daha çok ilgilendirirdi. Sessiz, tek düze hayatlarına bir renk oluyordu herhalde benim kaç kilo alıp verdiğim. Klişe olacak ama beni tanıyanlar onaylayacaktır, dedikodu yapmayı bilmem ve sevmem. Dolayısıyla sürekli kilolarımla beslenen insanlar adına üzgünüm. Artık o şişman Ethel gidiyor ve o kilolar bir daha kesinlikle geri gelmeyecek.

Şimdi lokmalarını bile sayarlar tahminen, kendini rahatsız hissediyor musun?

Aynen öyle, sayıyorlar zaten, ben biyonik bir insan değilim ki, bu ameliyatı olmam hiç yemek yemeyeceğim anlamına gelmez. Sağlıkla zayıflayacağım, insanlar ne konuşmak isterse devam edebilirler. Çok mutlu bir insanım, herkes benimle mutlu olur umarım.

Bu ameliyatı merak edenler olacaktır. Anlatır mısın, miden ve beynin ayrı mı hareket ediyor?

Evet, canım yemek istiyor ama midem geçit vermiyor. Orada beynim devreye giriyor. Yemediğim için de çok seviniyorum. Üç vazgeçilmezim vardır mesela; sufle, gatosalam ve ekler. Şimdi koysan önüme kafamı döner geçerim. Beyinde bitti bu iş. Ben o kiloları bir daha geri almayacağım.

Bu ameliyat neden bu kadar popüler oldu?

Tüp mide ameliyatı son yıllarda en güvenilir yol oldu, diğer ameliyatlarda (kelepçe) hayati riskler oluyordu. Ancak bu ameliyatla çok başarılı sonuçlar alan bir sürü kişi var artık etrafımızda. Kendimle en çok gurur duyduğum şey; çok ağır medikal fobilerim olmasına rağmen kendi ayaklarımla ameliyata gitme kararı almış olmamdır. Kan aldırmaya bile korkarım. Annem yoğun bakımda ilk yattığında 13 yaşındaydım. Hastane benim en hassas noktam. 60-70 kilo verecek olmam değil, buna cesaret edebilmiş olmam benim asıl büyük başarım.

Birilerine örnek olmak gibi bir gayen var mı, yoksa her koyun kendi bacağından mı asılmalı?

Yeni bir projem de var. Kesinlikle insanlara ışık olmak istiyorum. Psikocity diye bir merkezde psikiyatrlarla beraber söyleşilere katılacağım ve benimle aynı sorunları yaşayan insanlarla ameliyat öncesi ve sonrası sürecimi paylaşacağım. Uçak koltuğuna sığamamak, kemerini bağlayamamak ne demek bunu ancak yaşayanlar bilir...

Hayat hikâyemi de yazmak istiyorum. Bir gün sinema filmi olarak görürsem de artık tüm hayallerim gerçekleşmiş olacak.

Hayatının dönüm noktasında mısın?

Geçiş dönemimdeyim denebilir. 28 yaşında meslek değiştirmek ilk radikal kararımdı. İkincisi ve en önemlisi bu ameliyattı. Üçüncüsü de 25 yıllık mahallemden taşınmak oldu. Anne-babamım bana veda ettiği sokaklara artık ben veda ettim.

Biraz magazine girelim. Senin aşk kadını olduğunu biliyorum, anlat biraz, nasıl bir aşk kadını Ethel? Hele bu yeni Ethel?

Sevdim mi akan sular durur, dünya bir başka güzel döner bana. Kolay kolay kimseyi bırakabilen biri değilim. Çapkın bir yanım da vardır ama çok sadık bir sevgiliyim. Tutkuluyum, çılgınım. Aniden arabaya atlayıp yemeğe gitmek yerine Çeşme'ye gidebilecek kadar aşk doluyum. Onu çok özlemişsem saatlerce araba kullanıp görmeye gidebilirim.

Unutamadığın bir aşk anısı alalım o zaman?

İlk sevgilim... Uzun zaman İsrail'deydi. Onu göreceğim dakikalar yaklaşırken köprünün üzerinde elim kolum buz kesmişti, o kalp çarpıntım hâlâ kulaklarımda.

Bir de bana çok aşık bir sevgilim vardı. Gençtik, arabamız yoktu. Yazlık bir yerdeydi, görüşemiyorduk ve beni çok özlediği için bir karpuz kamyonuna binip yüzlerce karpuzun içinde bana gelmişti. Hâlâ kahkahalarla hatırlıyorum o günü.

Gelecekten beklentilerin neler Ethel'cim?

Ruhun kilosu da, yaşı da, cinsiyeti de yoktur. Hayat yolculuğumda benimle dans edecek, çarpan kalbimin sesini duyabilecek bir aşk insanıyla ruh eşi olmak. Onunla her doğan gün yine yeniden dans etmek istiyorum.

Annelik peki? İstemez misin bir bebek, anne olmak...

Bu zamana kadar pek düşünmemiştim ama sanırım içimde filizlenen bir duygu artık. Dünyanın en güzel duygusu olsa gerek. Kısmet, ne diyebilirim ki...

Hayatının bir şarkısı olsa, hangisini söylerdin?

Birsen Tezer'in ‘Hoş geldin’ diye bir şarkısı var, onu söylüyorum. Kendime “Yeni Ethel hayatıma hoş geldin” diyorum.

 

Bence de hoş geldin Ethel, içten sohbetin için sana sonsuz teşekkür ediyorum. Aklınla, enerjinle, harika evin ve seni gittikçe müthiş gösteren eksi kilolarınla tekrardan hayata hoş geldin güzel kız.