Z kuşağı ile iletişim

Yepyeni bir dinamiğe ve karaktere sahip Z kuşağı çocuklarının ebevynleri olmak, onları anlayabilmek, kendi yetiştiriliş tarzımızdan çok daha farklı bir şekilde yaklaşabilmek, ilişki kurabilmek kimi zaman çok zorlu ve yorucu olabiliyor. Daha önceki jenerasyonların hiçbirinin aralarında bu kadar büyük farklar yok iken, kendi çocuklarımız ile aramızda sanki uçurumlar var.

Raquel AŞKANER HABİB Çocuk-Aile
6 Mayıs 2015 Çarşamba

Z kuşağı, kendi alanını koruyabilen, sorgulayan, saygı göstermenin karşındakinin dediğini yapmak veya fikirlerini kabul etmek ile uzaktan yakından ilgisi olmadığını bilen bir nesil. Üzerine bir de teknolojik avantaj ve kolaylıkları ekleyince, beklentileri ve sahip olabildikleri, hayalleri ve hayata karşı duruşları çok başka bir noktaya çekilmiş oluyor. İşte böyle bir nesil ile iletişim kurmak kimi ebeveyn için Çince konuşmaya çalışmak gibi geliyor. PSİ Danışmanlık’tan Uzman Mine Kayraklı’ya çocuklarla iletişimi nasıl sağlayabileceğimizi sorduk

 

20 yıl öncesi ile şu zamanın ebevynlik yaklaşımlarını kıyaslarsak ne gibi farklar ortaya çıkar?

Büyükannelerimiz bugün yaşasaydı geçmişe oranla bugün çocuk bakmanın çok daha kolay olduğunu düşünebilirdi. Geçmişte çözümü olmayan hastalıklar artık iyleştiriliyor, eskiden elde yıkanan bebek bezleri yerine artık her markette kolayca ulaşılan hazır bezler var. Ama bu şimdi anne-baba olmanın daha kolay olduğu anlamına kesinlikle gelmiyor. Günümüzde anne babadan beklentiler gerçekte yapabileceklerinin oldukça üzerinde. Sadece ‘her şeyi yapmalıyız’ değil bunları ‘mükemmel ve kolayca’ yapmak mümkünmüş gibi bir inanç hâkim. Yaşamın anne babalardan beklediği kusursuzluğu onlar da kendi çocuklarından beklemeye başladılar. Dolayısıyla durumun anne baba için de çocuklar için de kolay olmadığını düşünüyorum.

Bu farklar sizce neye bağlı olarak ortaya çıkıyor?

Son yıllarda entelektüel kapasitenin, eğitimin ve teknolojinin gelişimi, farkındalık düzeyinin artması ile birlikte anne -babalar daha bilinçli hale geldiler. Elbette bunun olumlu yanları var. Örneğin, anne- babanın farkındalık düzeyinin artması ile onlar da çocuklarının ihtiyaçlarına çok daha duyarlı hale geldiler. Çocuğun da bir iç dünyası, duygu ve düşünceleri olduğunun fark edilmesiyle çocuklar bir birey olarak kabul gördüler. Diğer yandan bu farkındalık iyi yönetilemediğinde anne- babanın kaygısını arttırarak beraberinde daha mükemmeliyetçi, yüksek beklentili bir anne -baba tutumunu da getirebiliyor.

“Hangi yıllar daha kolaydı acaba?” diye bir anket yapsak ne çıkardı sizce?

Bu zor bir soru. Ben hayatta karşılaştığımız durumun değil o duruma bakış açımızın süreci belirlediğine inanıyorum. Ayrıca her krizin içinde saklı bir fırsat olduğunu da unutmamak lazım. Örneğin anne- babanın boşanması her çocuk için zor bir hayat olayıdır ama aynı zamanda bu deneyim büyümek, baş etme becerilerini geliştirmek gibi faydalar sağlayabilir. Dolayısıyla içinde bulunduğunuz dönemden çok o döneme ve kendi ebeveynliğinize bakış açınız durumu belirleyecektir. Kısacası ebeveynliği çok zor olarak yaşamak veya bunu kendiniz hakkında belli bir farkındalığa ulaşmak için de kullanmak mümkün. Ben bunu çok önemsiyorum ve gerek seanslarda gerek anne babalar için verdiğim eğitimde bunun yollarını anlatıyorum.

Milenyum sonrası doğan ve çoğu Z kuşağına ait bu jenerasyonun geleceğini, ‘başarı, tatmin, mutluluk, aile değerleri ve insani değerlerinin gidişatını nasıl görüyorsunuz?

Öncelikle tatmin ve mutluluk ile neyi kastettiğimizi netleştirelim.

Tatmin bir arzu sonucu doğar ve arzunun gerçekleşmesine bağlıdır. Mutluluk ise içten yükselen, herhangi bir koşula bağlı olmaksızın hissedilebilen bir duygudur. Örneğin çok sevdiğiniz bir çikolatayı istediğiniz kadar yerseniz tatmin olabilirsiniz ama sonunda mideniz rahatsız olursa mutlu olmazsınız. Şimdiki çocuklar her şeyin çok hızlı değiştiği bir çağda yaşıyorlar. Bugün aldığınız son model bir bilgisayar çok kısa süre sonra yenisi çıkıp ‘eski’ model olabilir. Bu nedenle sadece çocuklar için değil biz yetişkinler için de daha fazlasına sahip olmama, bir şeylerin yetmemesi ve buna bağlı tatminsizlik arttı. Ayrıca entelektüel kapasitenin artması ile insanın iç sesi ile olan bağı da zedelendi.

Diğer yandan değerlerle ilgili yeni jenerasyonun çok daha duyarlı olduğunu düşünüyorum. Gezi olayları sırasında çalışmakta olduğum birçok çocukta da bunu gözlemleme fırsatı buldum. Bu durum çok sevindirici ve umut veren bir gelişme.

Aile düzenine baktığımızda ise eski geleneksel otoriter aile düzeni yok. Bu bir kayıp mıdır? Bence hayır çünkü şimdi daha samimi ve gerçek bağlar kurarak yakınlaşmak mümkün. Eskiden korktuğu için boyun eğen çocuklar vardı şimdi isteklerini ifade eden ama aynı zamanda sınırlara uyan çocuklar var.

Anne ve babaların Z kuşağına karşı yaklaşımları nasıl olmalıdır? Kısıtlı zamanda yakın ve etkin ilişkiler kurmak mümkün mü?

 Çatışma olmadan büyüme ve ilerleme olmaz. Bir bebeğin doğumunda bile anneden ayrılması, göbek bağının kesilmesi ile yani bir anlamda kanayarak olur. Elbette bu evde hergün bir tartışma ortamı olması anlamına gelmez. Dolayısıyla ebeveynler bir yandan gerekli sınırları tesis ederken, bir yandan da çocuğu anlayan bir tutum içinde olmalılar.

Yoğun çalışan ebeveynlerin vicdan azaplarından dolayı çocuklara daha fazla tolerans göstermeleri yerine nasıl davranmalarını tavsiye edersiniz?

Aileler, sözcüklerden bağımsız yürüyen ve çok geçirgen bir yapıya sahiptirler. Anne babanın atıfları, kendiyle ilgili yorumu ve yargıları çocukta tam da öyle bir anne babası olduğuna dair bir gerçeklik yaratabilir. Örneğin, anne suçluluk duyguları içinde olduğunda çocuk bunu sezer ve eve giren anneye yapılacak tek bir şey vardır: cezasını vermek. Çocuk çatışma yaratarak, ağlayarak, kısacası annesini üzecek hiçbir davranıştan kaçınmayarak bunu yapar. Çünkü anne eve girerken çocuğun da oynayacağı rolü ve senaryoyu yazarak girmiştir.

Anne babalıkta makul bir kaygı gereklidir ve olmalıdır da. ‘Yetersiz miyim?’ sorusu çocukla ilişkinin geneline hâkim olmadıkça kişide merak uyandıran, bir anlamda yapıcı bir kaygıdır. Dolayısıyla kaygının varlığından çok miktarı çocukla ilişkinin belirleyicisidir.

Eğer çok yorgun isem ve o an gerçekten canım çocuğum ile olmak istemiyor ise ben kötü bir ebeveyn miyim?

‘Kötü’ ebeveynlik yine akla suçluluk duygusunu getiriyor. Anne- babalar suçlu değil sorumludur.  Ebeveynlik sürekli bir şeyler vermeyi gerektirir. Anne babaların kendilerine vakit ayırması, çocuğa bir şeyler vermeye hevesli ve istekli hissedebilmeleri için mutlaka gerekli. Hâlbuki birçok anne- baba bunu bencillik gibi görüp yapmıyor ve bir noktada ya kızgın hissediyor ya da benzer şekilde çocuktan çok şey beklemeye başlıyor. Anne babanın birbirine vakit ayırıp iyi bir çift ilişkisine sahip olmasının da çocuğu güvende hissettirdiğini unutmayalım. Kısacası anne babanın dikkatinin çocuktan farklı bir şeye dönmesi ile elde edilen ‘sağlıklı’ bir ihmal oluşur.  Diğer yandan anne-baba bu yorgunluk veya isteksizlik halini çok sık yaşıyorsa bunun da mutlaka anlaşılması ve onarılması gerekir. Bunun da yollarını verdiğim eğitimlerde detaylı olarak anlatıyorum.

Ben çocukla olmak istediğimde o benim ile olmak istemiyor, ne yapmalıyım?

Yetişkinin zamanı ile çocuğun motive olduğu zaman her zaman uymayabilir.  Eğer bu durum çok sık olmuyorsa anne- babanın yakında olduğunu bilmek bile bir kazançtır. ’Sen istediğin zaman buradayım’ mesajını bilmek de çocuğu iyi hissettiren bir şey. 

Ailemizin değerlerini nasıl belirlemeliyiz? Bunları çocuklara nasıl anlatmalıyız?

Bunun için öncelikle anne- baba değerler konusunda net ve hemfikir olmalı. Kimi zaman biri için öncelikli olan diğeri için gereksiz olabiliyor ve çocukların kafası çok karışıyor. Örneğin baba için akşam sofraya birlikte oturmak önemli iken anne için olmayabiliyor. Anne- baba hemfikir olduktan sonra bunu çocukla paylaşmalı. Çocuklar sloganları severler, bu nedenle ‘... ailesinde yalan söylenmez’ vb gibi cümlelerle anlatılabilir.

Çocuğum ile nasıl gerçekten yakın bir bağ kurabilirim?

Çocukla yakın bağ kurabilmek, temelde çocuğu koşulsuz sevebilmek demektir. Bu ilk başta kulağa çok klişe ve kolay gelse de bir insanın ötekini sevme kapasitesinin kendini sevebilmesiyle orantılı olduğunu hatırlatmak isterim. Yani kendini olduğu gibi sevebilen, yargılamayan bir ebeveyn çocuğunu da koşulsuzca sevebilir.

Bunun yanı sıra çocuğun duygu ve düşüncelerine alan açabilmek ve en önemlisi çocukla onun dünyasında yani oyunda buluşup onunla oyun dilini konuşabilmek de bağları güçlendirir.

Ben oyun ilişkisinin genel ilişkiyi çok yansıttığına inanıyorum. Dolayısıyla hem eğitimlerde hem de seanslarda anne babalara çocuk ile oyun üzerinden nasıl yakınlaşabileceklerine dair geribildirim ve önerilerde bulunuyorum. Hatta bazen sağlıklı gelişen çocuklarda da sadece ebeveyn ile çocuk arasındaki ilişkiyi güçlendirmek, anne -babanın çocuğu daha iyi okumasını ve takip etmesini amaçlayan dört beş görüşmeden oluşan çalışmalar yapıyoruz. Buradaki başarı oranı gerçekten çok yüksek. Bu da oyunun gücünü bir kez daha gösteriyor.

Kriz zamanlarında ne yapmalıyız?

Her ailede krizler olur ve olmalıdır da. Çocuklar bu sayede anne- babadan ayrışarak büyüyebilirler. Kriz anlarında anne- baba duyguya kabul verebilmeli ancak davranışı sınırlamalıdır. Örneğin kızıp vuran bir çocuğa ‘bana kızmış olabilirsin ama vurmak yok’ demek ve hatta gerekiyorsa çocuk kendini durdurabilene kadar sakin ve sağlam bir tutum içinde onu durdurmak gibi. Bu çocuğu çok güvende hissettiren bir duruştur.

Ailede ebeveynler arasında veya genel kriz zamanlarında çocukla olan iletişim nasıl kurulmalıdır?

Anne- baba ve çocuk arasında sözün ötesinde bir iletişim vardır. Çocuk, anne babanın nasıl hissettiğini, ailede bir sorun olup olmadığını sezgiler. Örneğin anne- baba arasında bir gerginlik varsa, evde çocuğun tanıklık ettiği herhangi bir tartışma olmasa dahi çocuk bunu hisseder ve bir düzeyde bilir. Peki, anne- baba ne yapmalı? Elbette çocuğu yetişkinin yaralı gerçekliklerine çekmemek lazım. Ancak çocuğu da ilgilendiren bir durumu onun anlayacağı şekilde kısa ve basit bir dille anlatmak gerekir. Örneğin ‘anne- baba, yetişkinleri ilgilendiren konular nedeniyle birazcık gergin hissediyor, belki sen de bunu hissedip biraz meraklanmış olabilirsin’ denebilir. Çocuğa bir açıklama yapılmadığında çocuğun bu belirsizliği kendi hayal dünyası ile doldurabileceğini unutmamak lazım ki bu çocuğu çok daha riskli bir sonuça götürebilir. Örneğin çocuk ‘ben bir yaramazlık yaptım ondan mı böyle oldu’ gibi kendini merkeze koyan çok daha kaygı verici sonuçlara varabilir.