Spor yapmak ya da yapmamak

Sporun hangi dalına bakarsanız bakın başarıları kadar sakatlıklarıyla anılan birbirinden ünlü isimle karşılaşmak mümkün. Bu da akla başka bir soruyu getiriyor... Sağlığa hep yararından söz ettiğimiz, oradan buradan zaman çalıp her daim hayatımıza sokmaya çalıştığımız spor, hangi dereceden sonra sağlık için bir tehdit oluşturmaya başlıyor? Tehdit altında olan sadece profesyonel sporcular mı yoksa amatör olarak sporu hayatının bir parçası haline getiren bizler de kaçınılmazın pençesinde miyiz?

İdil HAZAN KOHEN Spor
14 Mayıs 2014 Çarşamba

Bir hafta önce Serena Williams’ın sakatlığı dolayısıyla İspanya’nın başkenti Madrid’de düzenlenen Açık Tenis Turnuvası’ndan çekildiği haberiyle biraz hayal kırıklığı yaşadım. Zira kendisi seyretmekten en çok haz aldığım, her seyrettiğimde gaza gelip raketimi alarak kortlara koşturduğum bir ilham kaynağıdır. Ancak kabul etmeliyiz ki tüm yararlarının yanı sıra sakatlıklar, sporun ve sporcunun ömürlük baş belasıdır...

Sporun hangi dalına bakarsanız bakın; basketbol, futbol, tenis, voleybol, kayak ve nicesi, başarıları kadar sakatlıklarıyla anılan birbirinden ünlü isimle karşılaşmak mümkündür. Bu da akla başka bir soruyu getiriyor... Sağlığa hep yararından söz ettiğimiz, oradan buradan zaman çalıp her daim hayatımıza sokmaya çalıştığımız spor, hangi dereceden sonra sağlık için bir tehdit oluşturmaya başlıyor? Tehdit altında olan sadece profesyonel sporcular mı yoksa amatör olarak sporu hayatının bir parçası haline getiren bizler de kaçınılmazın pençesinde miyiz?

En basit sporla uğraşan insan bile kas travması ve kas krampları ile yeteri kadar haşır neşirdir. Bunlar birkaç günde yok olan bizi çok üzemeyen hatta spor yapmışlığın verdiği huzurlu denebilecek ağrılardır. Ancak dozu biraz arttırdığımızda bu sefer işin içine boyun, bel ve diz üçlüsünün hareket alanımızı daraltan bezdirici tutulmaları girer ki burada spor hayatımızı biraz sorgulamaya başlarız. İşin içine tendinitler, lif kopmaları ve yırtıklar girince ise spor hayatımızı azımsayamayacak bir süre için rafa kaldırmak zorunda kalırız.

Bir de hayati tehlike oluşturan kendi sınırlarımızı ve kalbimizi göz ardı ederek yaptığımız sportif aktiviteler var ki işte bunlar sonrasında pişmanlığın fayda etmeyeceği bilinçsiz atılımlardır. Özellikle hiç sporla uğraşmamış, hiçbir şekilde ısınmamış, kırk yaş üstü yetişkinler bu risk grubundadır. Bir gece önce çok yedim diyerek, ertesi gün kendini sahile ormana bulduğu ilk uzun yol kenarına atıp koşmaya başlayan kişinin, kardiyologunu arayıp randevusunu da hazır etmesinde yarar vardır.

Sürekli spor yapmasına rağmen vücudu dinç olsa da dış faktörleri hiçe sayan kişi yine risk altındadır. Özellikle tenis, koşu, halı saha maçları gibi yüksek performans harcanan sporlar hele güneş atında yapıldığında, kalbe ani yük getirip kalp duvarlarının kalınlaşmasına, kalbi besleyen damarların sıkışmasına ve maalesef kalbin krizlerine neden olmaktadır.

Peki ya gençler? Onlar genç! Kalbi bünyesi daha dayanıklıdır deyip geçebilir miyiz? Maalesef geçemeyiz. Her şey de olduğu gibi sporun da aşırısı yaş dinlemeyip tahrip oluşturmaktadır. Özellikle genç kızlarda aşırı spor vücudun adet düzenini bozmakta, kalsiyum emilimini azaltmakta ve bundan dolayı oluşan kemiklerdeki zayıflık daha ciddi incinme ve sakatlıklara yol açmaktadır.

Sporu kilo vereceğim takıntısıyla abartıp, harcanan bunca efora rağmen vücudu alması gereken kaloriden mahrum bırakmak ise sadece fiziksel zindeliği düşürmüyor, zihni ve psikolojiyi de olumsuz yönde etkiliyor. Yorgun düşen vücutlara inatla yüklenmek ise sakatlıkları kaçınılmaz kılıyor.   

Aslında bu konu aynı yumurtanın her gün değişen yarar-zarar savaşımından çok da farklı değil. Bir gün bir doktor çıkıyor beyazı iyi, sarısı kötü diyor ertesi gün tam tersini söyleyen başka bir doktor çıkıyor. Hâlbuki kimisi için beyazı kimisi için sarısı yararlıdır, önemli olan kişinin kendi vücudunun ihtiyaçlarını bilip ona göre hareket etmesidir. Spor da kendi sınırlarımızı bilip bilinçli ve dozunda yapıldığı sürece hayata değer katmaya, bizi olumlu etkilemeye devam edecektir.