An emercınsi situeyşın

Şimdilik 3. ceptırdayız... Merak buyuranlar; öncekileri ‘enternetten’ veya eski Şalom sayılarından okuyabilirler.

Vladi BENBANASTE Köşe Yazısı
2 Mayıs 2014 Cuma

Onlar, çocuk erkil aile çağında, kazanan taraf oldular. Yıllardır azimle verdikleri savaşı kazanmışlardı nihayetinde. Lakin evde, barış anlaşması daha imzalanmamıştı. Onlar;  ama hile ile ama ‘fet-a- kompli’ ile ve de bizim mangal yüreğimizdeki zaafları kullanarak eve bir köpek sokmayı başarmışlardı. Bizim çocukları örnek alıp da bu yola baş koyanlara sesleniyorum; “SAKIN HA EVİNİZDE DENEMEYİN!” alt yazı uyarısını geçirmek zorundayım... Köpekle beraber kendinizi de kapıda bulmanız yüksek bir olasılık... Tavsiye etmem.

Sebeb-i hayatım,  gerçekten bir daha dönmemek üzere evi terk etmesinden, yarım saat sonra döndüğünde, yavru ve her yavru gibi şipşirin ve de pek sevimli köpeğimiz Tea-Moon’a (biz ona kısaca ti-mon diyoruz) gözünün ucu ile bakmamış ve ettiği “asla ve de kat-i suretle ben bu köpekle ilgilenmeyeceğim,” sözüne sadık kalmıştı. Taaaa-ki:

Her zaman söylerim zaten siz de biliyorsunuz  ‘eğitim’ şart.  Okumadan, eğitim sektörüne büyükçe çaplı bir kaynak transferi yapmadan olmuyor.  Yuva öncesi yuva, ilk, orta, lise, dershane derken o dönem geldi çattı. Kızım üniversiteye hazırlanıyor. Düşünüyorum da gerçekten zor zenaat...  

Günlerden pazar. Hava güzel mi, güzel? Dışarıda güneş var, kuşlar cıvıldıyor, ruhumuzun derinliklerinde kıpır kıpır bir coşku, kıpraşıyor. Çiçekler seni çağırıyor... Yaşama sevinci pencerenin hemen dışında. Ama ders çalışmak gerek. Neden, okuyup böyyük adam olacaklar, bir işe kabul edilecekler, o işte ilerleyecekler, terfi edecekler, para kazanır hale gelecekler, soonaacığıma; kendi ayakları üzerinde duracaklar. İşte tam bu sebep ile:  kıpırtı; sen kıpraşma, içimdeki coşku; rahat dur coşma, kuşlar susun... Ders yapacağım. Kızım tam bu ‘muud’da. Ebeveyn yüreği; biraz hava alsın diye onu kemerli kantri’ye bir arkadaşına götürüyoruz, birlikte ders yapacaklar. Bu arada sebeb-i hayatımın ettiği yemine sadık kalarak, kafasını çevirip yüzüne dahi bakmadığı asla ve katiyen ilgilenmediği ti-mon da yanımızda, lüks çantasının içinde arabada başköşede. Hani maksat; kızımız hava alırken o da alsın, yoksa amaç köpeğin bütün hafta kapalı kaldığı evden çıkıp biraz hareket etmesi değil. Zaten köpeği asla ve kati surette düşünmediğimiz için bu ‘fikir’ aklımıza bile gelmiyor ki... 

Derse başlamadan ailecek biraz gezintiye çıktık.  Hani çişimiz filan gelmiştir kırda yapıveririz diyerekten. Asla ilgilenmediğimiz köpeğimiz de hasbelkader yanımızdaydı. Hanı kızımızı gezdirirken, o da gelmişti kontenjandan. Yoksa hedefimiz onu gezdirmek asla değildi çünkü biz halen çok ‘kızgındık’,  biz halen “bu köpeği neden eve getirdiniz” tekerlemesini her fırsatta ve her ortamda hiç bıkmadan, söylüyorduk ve biz halen “asla ve de katiyen ilgilenmem, gezdirmem, yüzüne bile bakmam” kararımızda kararlıydık. Ti-mon zembereğinden boşalmışçasına kocamaaan golf sahasında bir oraya bir buraya neşe içinde koşuştururken, kızım bir ağacın dibinde bağdaş kurmuş ders çalışıyor. Çok hava almaktan bunaldığı için “dönelim mi” diye bizlere seslendiğinde “Tamam” dedik. Havalanmıştı ve artık yeniden 5-6 saat ders çalışabilecek kadar şarj olmuştu. Kızı, ti-mon ile arkadaşına kendimizi de arkadaşımıza bıraktık. 

Az sonra beklenmedik bir şekilde kızımız aradı. Çok ama çok endişeli ve yarı ağlamaklı bir ses ile konuşmaya başladığında, ‘fayv oklok tii’nin en heyecanlı bölümündeydim, üstelik ‘Ciiz keyk yiyordum.’ Kızım diye demiyorum, sizden iyi olmasın, kendisi kolay kolay endişelenmez ve panik olmaz, soya çekimden (benden mütevellit) sakin yaradılışlıdır. Ama bu... bu telefondaki ses çok farklıydı: “Baba, çabuk gel. Gözleri yuvalarından çıkacak gibi şişiyor, hep kusuyor, nefes alamayacak kadar kasılıyor...” Aniden durumun ciddiyetini kavradım. “Thiz iz an emercensi situeyşın!” Tabakta kalan ‘ciiz keykimi’ aklım kalmasın diye çevik bir hamle ile hüplettikten sonra; Amerikan filmlerindeki üslup ile operasyonu başlattım; ayağa kalktım, güneş gözlüğümü taktım ve sebeb-i hayatıma, “Bir soru bile sorma hemen kalk,” dedim. Arabaya yönlendik. Sebeb-i hayatım tabii ki bir soruyu asla sormadı. Yüzlercesini sordu. Anneler babalar, kardeşler hepsi soruldu, tıbbi, adli, trajik, her türlü senaryo gözlerimizin önüne konuldu. Sonuçta afiyette sıhhatte oldukları öğrenildikten sonra, “Peki ne o zaman? Çatlatma adamı!” diye soruldu... Filmlerde çok konuşulmaz. Saatime baktım, sakin bir ses tonu ile, “Kızımızı ara, 15 saniye sonra aşağıya inmesini söyle,” dedim... Sonrasında...

Sonrasında olanları inanın ben de bilmiyorum; gelecek yazıda onu da hep birlikte öğreneceğiz... O zamana kadar hep sevgiyle ve sevgiyle kalın...