Tıkır tıkır tıkır…

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
19 Mart 2014 Çarşamba

Nicedir Schneidertempel Sanat Merkezi’ndeki sergilerden uzak kalmıştım. Son serginin başlığı o kadar çekici geldi ki, merak edip gittim. Dikiş Makineleri Terziler Sinagogu’nda… O kadar anlamlı ki. Bilindiği üzere 19. yüzyılda İstanbul’da terzilik yapan Aşkenazlar 1894’te Terziler Sinagogu’nu; Almanca adıyla Schneidertempel’i kurdular. Mekân, civarda yaşayan cemaatin azalmasıyla 1961’de ibadete kapandı.

***

Sanat Merkezi’ne girer girmez sol başta Aşkenaz Cemaati’nin emektarı Baki Bey karşılar ziyaretçileri. Ama o ne? Baki Bey bu kez boynunun iki yanından sarkan renkli bir mezura, kolunda kıskaçlı bir iğnedenlikle serginin ilk terzisi konumundaydı. Mekâna girdiğimde sergi için çalışan herkesin aynı aksesuarları kullandığını fark ettim.

Mehmet Çelik’in zengin koleksiyonundan seçilmiş, 1859-1918 dönemine ait dikiş makinelerinin yer aldığı mekânda, ayrıca konuyla ilgili kartpostallar, fotoğraflar, stantların içine yerleştirilmiş makaslar, yüksükler, makaralar vs. Annelerimizin evinde ‘terzi günleri’ne tanık olanlar için uçsuz bucaksız bir yolculuktu.

Küratörlüğünü ve tasarımını Tan Oral’ın yaptığı sergide, açılış günü arka planda  herkesi gülümseten bir müzik vardı: dikiş makinelerinin çıkardığı ses; tıkır tıkır tıkır… Bana son derece huzur veren bu ‘tıkırtı’, Schneidertempel’in yöneticisi Handan Önel’e gün boyu aynı sesi duyduğunda ne hissettirir bilemem.

Teşhir edilen dikiş makinelerinin hepsi çalışır durumda. Söz konusu sergi çok değerli kişilerin katkılarıyla oluştu. Ancak küçük bir ayrıntı serginin ruhunu bütünleştirdi. O da Tan Oral’ın arşivinden çıkarıp bulduğu, sararmış bir gömlek manşetine çizdiği kadın portresiydi. Manşet bir dikiş makinesinin iğnesine iliştirilmişti. Geçmişle günümüzün uyum içinde bir araya gelmesi pek sık olmuyor; elinize sağlık Üstad. Cemaat bireylerimizin tüm duyarsızlığına rağmen, her sergiyi aynı coşkuyla hazırlayan, topluma açıklık getirme hedefinde olan İzel Rozental’ın yüreğine sağlık.

***

Purim gecesini annemde kutladık bu sene. Menüyü herkesin sevdiği yemeklere göre düzenlediği için aile efradı  annemin evine gitmekten büyük keyif alır. Benim favorim ise tatlılardır. Gerekirse aç kalabilirim, ama tatlısız asla. Hele, büyüm teyzem Tante Lina’nın tarifi olan cevizli borekalar ve rahmetli babamın çok sevdiği Amantaşen’leri gördüğümde…

Masa kurulduktan sonra yaşı küçük veya büyük fark etmez herkesin tabağının yanına birer mavlaç konur. Yemeğe başlamadan evvel ‘mahpurim’ler ve hediyeler dağıtılır. Paketler açılır.

Eve döndüğümüzde mavlaçı selofanlı kâğıttan çıkartan oğlum içinden bir-iki parça aldı, ardından kırmızı beyaz şekeri kırdı. Sonra da, “Amaan hiç eskisi gibi değil, malzemeden çalıyor bunlar. Nerede X Pastanesi’nin mavlaçları?” dedi.

Eski tatların bir kısmı korkarım zamanla yitirilecek. Ama Purim vesilesiyle bu tatların en güzelini bize sevgiyle hazırlayan anneannem Ester Behmuaras’ı bu vesileyle anmak istiyorum.