Fado diyarından caz dünyasına: Luisa Sobral

Müzik dünyası, şöhretleri Portekiz’den uluslararası arenaya taşan ünlü fado yıldızlarına aşinayken, bu kez cazda kendi tarzını yaratan, sürprizlerle dolu bir ismi kucaklıyor. Portekiz’in genç ve yetenekli caz sanatçısı Luisa Sobral, ‘There’s a Flower in My Bedroom’ adlı son albümünden parçalar seslendirmek üzere 24 Ocak’ta İş Sanat’ta olacak. İşte röportajımızdan bazı satırbaşları…

Cenk ERDEM Sanat
15 Ocak 2014 Çarşamba

1987 doğumlu Luisa Sobral, şarkı yazmaya değişim öğrencisi olarak gittiği ABD’de, Berklee Müzik Koleji yıllarında başladı. Aynı dönemde okulun caz orkestrasında, kafe ve kulüplerde de şarkı söylemeye başlayan Sobral, deneyim kazanarak kendini caz standartları ve blues şarkılarla yetiştirdi. Portekizli genç bir yıldız,  çok kısa bir süre içinde uluslararası caz festivallerinin aranılan ismi oldu. Sobral, albümlerinde enstrüman çaldığı gibi şarkılarını da kendi yazıyor. Aslında albümlerinin de önüne geçen canlı performansları; BBC’nin meşhur Jools Holland şovundaki performansı Luisa’yı uluslararası bir stara dönüştüdü. İlk albümü ‘The Cherry on My Cake’ ile bir anda tanınmış bir caz şarkıcısı haline gelen ve onlarca ülkede konserler veren Sobral, son albümü ‘There’s a Flower in My Bedroom’a Jamie Cullum, fadonun önemli seslerinden Antonio Zambujo ve uluslararası piyano yıldızı Mario Laginha’yı konuk ederek çıtasını daha da yükseltti.

Caza ilgi duymaya ne zaman başladınız?

Aslında çocuk yaşlarda caza hiç ilgi duyuyor değildim; bir Portekizli olarak fadolar dinleyerek büyüdüm. Caza ilgi duyduğum dönem, aşağı yukarı kolej yıllarım sayılabilir. Özellikle okulun caz orkestrasıyla caza kapıldım diyebilirim.

Peki, sizin ifadenizle caza kapıldığınızda orkestrada en çok kimlerin şarkılarını söylüyordunuz?

Hemen hemen tüm caz standartlarını söylüyorduk ama özellikle bol bol Ella Fitzgerald ve Billie Holiday repertuarıyla geçirdiğim bir dönemdi. Billie Holiday’in şarkı söyleyiş tarzının bana büyük bir ilham verdiğini de söyleyebilirim.

Albümünüzde yumuşak bir ton var, aslında romantik bir pop albümü de sayılamaz mı?

Şimdiye kadar şarkılarım ya da albümlerim için eleştirmenlerin yaptığı farklı tanımlamalara şaşırdığımı söyleyebilirim, çünkü şarkıları yazarken bir tarza oturtmak gibi bir derdim olmuyor. Soul, Blues ve en çok caz şarkıları diyebilirim ama tek bir tanım gerekiyorsa hepsi benden şarkılar…

‘There’s a Flower in My Bedroom’  tamamen sizin yazdığınız şarkılardan oluşuyor; şarkı yazarken nelerden ilham alıyorsunuz?

Sizin de söylediğiniz gibi bana güzel şarkılarıyla Billie Holiday ve Ella Fitzgerald gibi isimler ilham veriyor, hatta dinlediğim şarkıların bazıları bende öyle güçlü duygular yaratıyor ki, o şarkıyla yepyeni bir hikâye oluşturmaya başlıyorum.

Nasıl hikâyeler yaratıyorsunuz?

Yazdığım öykülerde farklı farklı karakterler var ve o karakterlere dilediğim gibi bir aşk sunmak, dilediğim gibi bir anı vermek çok hoşuma gidiyor. Şarkılarımda kendi hayatımdan çok, kurguladığım hayatları anlatmak bana ayrıca çok eğlenceli geliyor.

Son albümünüzde İngilizlerin genç Sinatra’sı olarak anılan Jamie Cullum’la yan yana geldiğiniz halde bir aşk düeti klişesinden kaçmış gibi görünüyorsunuz, gerçekten de öyle mi?

Çok haklısınız, özellikle bir kadın ve erkek şarkıcının yan yana âşık bakışlarla söyledikleri düetler bana çok sıkıcı geliyor, hatta tahammül edemiyorum diyebilirim. Jamie için yazdığım iki şarkı vardı ve her ikisinde de başkalarının hikâyelerini kurgulamıştım. Kaydettiğimiz şarkı ‘She Walked Down the Aisle’, Jamie’nin de favorisi oldu. 

Çin’den İngiltere’ye, çok kısa bir sürede yüzlerce konserler verdiniz ve 24 Ocak’ta ilk Türkiye konseriniz İstanbul’da gerçekleşiyor. Nasıl bir izleyici hayal ediyorsunuz?

Türkiye’ye daha önce geldim, İstanbul’u da bol bol gezdim. Kalabalık, hareketli, enerji dolu bir şehriniz var, çok iyi biliyorum. 24 Ocak gecesi, seyircinin de enerjisinin çok yüksek olacağını düşünüyorum, çünkü daha önce Mısır Çarşısı’nda gezerken neşeli ve sımsıcak İstanbullular gördüm.