Bu hafta ağımıza takılanlar

• Koşer sertifikalı olmak zor bir iş, sabah dükkân haham ile birlikte açılıyor. Ateş, haham tarafından yakılıyor. Malzemeler gene haham tarafından kontrol ediliyor, yani kısacası bütün süreçler denetleniyor. Haham haftanın beş günü sabahtan Levi kapanana kadar orada. Burası esnaf lokantası görünümünde ama Sefarad yemeklerimizi bulabileceğiniz tek yer. Bizim gittiğimiz gün, tezgahta borikitas (patlıcanlı börek), pırasa köftesi, kuru fasulyeli ıspanak, lahana dolması, armiko de tomat gibi yemeklerin yanı sıra ekşi soslu palamut vardı. Denizi görebileceğimiz bir masaya oturduk. Hilda ve Ceki, Haham’ın bakışlarının üzerimizde olduğunu fark ederek tabaklarına tuz döküp ekmeklerini batırarak yediler. Pırasa köftelerimizin ilk lokması ile Ceki’nin annesi Madam Marsel’i andık… Palamutlarımız tadınca, o güzel ekşiliğinin sırrını konuşmaya başladık… Yemeğin sonunda Semola yani helvamızı paylaştık. LEVENT TÜLEK – VATAN GAZETESİ

İzak BARON Diğer
11 Aralık 2013 Çarşamba

BU BİR SİYASİ TERCİH MESELESİ AMA İSRAİL’LE GERGİNLİĞİN BÖLGEDE TÜRKİYE’YE BİR OLUMLU GETİRİSİ YOK

O halde Başbakan Erdoğan’ın uzunca bir dönem sıklıkla başvurduğu İsrail’i hedef alan İslami referanslı söylemlerinin Arap sokağındaki reel karşılığı sanıldığı kadar yüksek değil mi?

Hayır değil. Bir de işin ilginç olan tarafı, diğer verilere baktığınız zaman insanlar Türkiye’nin çatışmasını değil de çatışma çözümünde arabuluculuk rolü oynamasını istiyor. Türkiye’nin Ortadoğu’da büyük rol oynaması gerekenlerde bir düşüş var ama bu hâlâ yüzde 60 civarında. Türkiye’nin İsrail-Filistin ihtilafının çözümünde rol oynamasını isteyenler yüzde 61, bu oran Filistinliler arasında yüzde 79. Kimse aslında ‘Türkiye sorunlara taraf olmalıdır’ falan demiyor. Bir ders çıkarılacaksa, sanıyorum bu arabuluculuk çabalarına ağırlık verilmesi olmalı. Bu bir siyasi tercih meselesi ama İsrail’le gerginliğin bölgede Türkiye’ye bir olumlu getirisi yok. Tam tersine İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Mavi Marmara için özür dilemiş olmasını da olumlu buluyorlar.

Hükümet aksini iddia etse de araştırmaya göre Ortadoğu’daki pek çok ülke Türkiye’nin mezhepçi bir dış politika izlediğini düşünüyor. Neden bu algı hâlâ yükseliyor?

Suriye’de Alevi olan bir rejime karşı ve Şii İran’la ittifakına karşı Türkiye bir pozisyon aldı. Irak’ta Maliki hükümetiyle işler gerginleşti. İran’la ikili planda da gerginlikler yaşandı. NATO kalkanının parçası olan radar sistemi Türkiye’ye konuşlanınca ‘Bombalarız’ demeye başladılar. Bunlar hep mezhepçi politika olarak algılandı. Bana kalırsa öyle değil ama bu algı var ve bunun giderilmesi için çaba gösterilmesi gerekiyor. Ama mezhepçi siyaset izlendiği konusunda sadece Türkiye’nin değil bütün bölge ülkelerinin verilerinde yükseliş var. Çünkü öyle bir zemin var. El Kaide gidiyor Lübnan’da İran Büyükelçiliği’ni bombalıyor.

Mensur Akgün

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/25309990.asp#

 

  • İŞTE BİZ GAYRİMÜSLİME NUMARA VEREN BU DEVLET GELENEĞİNDEN KURTULAMADIĞIMIZ SÜRECE, GÜN OLUP DEVRAN DÖNECEK VE O DEVLET O GÜN İÇİN KİMİ TEHDİT OLARAK GÖRÜYORSA ONU FİŞLEMEYE DEVAM EDECEK

Geçen aylarda nüfusta Rumlara 1, Ermenilere 2, Yahudilere de 3 rakamlarının verildiğini öğrenmiştik. Üstelik bu, 1923’ten beri uygulanan bir ‘rutinmiş’. Başka bir ülkede hükümeti devirecek olan böyle bir skandal Türkiye’de iki gün bile gündemde kalamadı. İşte biz gayrimüslime numara veren bu devlet geleneğinden kurtulamadığımız sürece, gün olup devran dönecek ve o devlet o gün için kimi tehdit olarak görüyorsa onu fişlemeye devam edecek.

Dünkü Hürriyet’te Yalçın Doğan yazdı, Gezi eylemleri sırasında ‘Taksim Dayanışması’ adına Başbakan’la görüşen grupta yer alan Cem Tüzün’ün hesapları vergi memurları tarafından didik didik edilmiş ve kendisine Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne neden bağış yaptığı sorulmuş. 1942’de gayrimüslim vatandaşlarını ‘Varlık Vergisi’yle soyan, 28 Şubat’ta dindar vatandaşlarını mali açıdan boğmaya çalışan devlet geleneği kılına zarar gelmeden devam ediyor. Dün onu, bugün yek diğerini mali araçları kullanarak cezalandırıyor.

Muhalif olmanın bir suç gibi görülmesi de, hiçbir değişikliğe uğramadan devam ediyor bu ülkede. Dün Erdoğan statükoyu tehdit ettiği için, okuduğu şiirle suç işlemiş oluyordu. Bugün Erdoğan’a yakın çevreler, Başbakan’a yönelen neredeyse bütün itirazları, eleştirileri ‘darbecilikle’ eşdeğer görmeye, kriminalize etmeye başladılar.

Uğradığımız zulümlerden, bir diğerinin acısını anlayacak, “Bir daha asla” diyebilecek bir vicdan ve ahlak geliştiremeyen bir toplumuz biz. Diğerlerinin acısını küçük bir nasır gibi görüyoruz hep. Üzerine basıldığında ne kadar acıdığını unutuyoruz. Bu yüzden de hiçbir şeyi kökünden değiştiremiyoruz...

Orhan Kemal Cengiz

http://www.radikal.com.tr/yazarlar/orhan_kemal_cengiz/basbakanin_ve_baskalarinin_nasirlari-1164774

 

  • ERDOĞAN’IN AĞUSTOS AYINDA, MISIR’DAKİ 3 TEMMUZ DARBESİNİN ARKASINDA İSRAİL’İN BULUNDUĞUNU SÖYLEMESİNİN WASHİNGTON’DA KARAR VE GÖRÜŞ SAHİPLERİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ TÜRKİYE’DE TAHMİN EDİLENDEN DAHA FAZLA VE KALICI OLMUŞ

Türkiye’nin dış politikasına dair sorulan soruların başında Türkiye-İsrail ilişkilerinin yakın zamanda düzelip düzelmeyeceği geliyor. İran ile nükleer anlaşma konusunda atılan ilk adım, ABD Kongresi’nde güçlü etkiye sahip İsrail lobisinin ‘İsrail’in güvenliği’ konusunu öne çıkarması sonucunu doğurmuş. Dolayısıyla Türkiye-İsrail ilişkilerinin ne zaman normale dönebileceği merak ediliyor.

Hatırlanacağı gibi 2010 yılında Mavi Marmara gemisinde 9 Türk vatandaşının İsrail komandolarınca öldürülmesi sonrasında Ankara’nın beklediği özür ABD Başkanı Barack Obama’nın devreye girip İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Başbakan Tayyip Erdoğan’a özür diletmesiyle bir aşamayı geride bırakmıştı. Ancak tazminat konusunda ilerleme sağlanamaması, buradan bakılınca Obama girişiminin askıda bırakılması olarak görünüyor. (Burada sorulduğunda Kılıçdaroğlu İsrail’i haksız bulduğunu, kınadığını, ancak işbaşında CHP olsa o koşullarda Mavi Marmara’yı Gazze’ye göndermeyeceğini, felaketin meydana gelmemiş olacağını söylüyor.) Diğer yandan Erdoğan’ın ağustos ayında, Mısır’daki 3 Temmuz darbesinin arkasında İsrail’in bulunduğunu söylemesinin Washington’da karar ve görüş sahipleri üzerindeki etkisi Türkiye’de tahmin edilenden daha fazla ve kalıcı olmuş. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun son Washington temasları sırasında Türk hükümetinin ‘anti-Semitik’ olup olmadığı açıkça sorulmuş ve Davutoğlu’nun da kısa bir ‘Hayır’ yanıtı vermiş olması anlatılıyor örneğin.

Murat Yetkin

http://www.radikal.com.tr/yazarlar/murat_yetkin/istanbul_abd_radar_ekraninda_ve_cankaya-1164590

 

  • BÜYÜK BİR ANTİSEMİTİK DALGA KABARTILIRKEN, YAHUDİ CEMAATİNİN LİDERLERİYLE ÖNDE GELENLERİ HAPSE ATILIYOR, HATTA UYDURMA MAHKEME KARARLARIYLA İDAM EDİLİYORLAR

Yıl 1953, Çekoslovakya’nın başkenti Prag.

Yahudiler’in sindirilmesi ve bastırılması için Moskova’da Stalin düğmeye basmış durumda.

Komünist partileri harekete geçiyor.

İstihbarat örgütleri aracılığıyla Yahudilere komplolar kuruluyor.

Hırsızlıklar yapılıyor, cinayetler işleniyor, ülke dışına paralar kaçırılıyor.

Ama hepsi Yahudilerin üstüne yıkılıyor.

Büyük bir antisemitik dalga kabartılırken, Yahudi cemaatinin liderleriyle önde gelenleri hapse atılıyor, hatta uydurma mahkeme kararlarıyla idam ediliyorlar.

Prag’da komploların farkına varan bir polis şefi, Moskova’nın emriyle gizli polis tarafından işkenceyle öldürülüyor.

Daha ilginci, Yahudilere karşı kurulan tüm komplolarda, provokasyonlarda başrolü bir Alman istihbarat elemanı, Hitler’in hizmetinden Stalin’in hizmetine geçmiş olan bir SS subayı oynuyor.

...

Hep aynı zihniyet, aynı kafa.

Evet öyle.

Bu zihniyetin çarpıcı bir örneğine daha bugünlerde okumaya başladığım -ve ayrıca yazacağım- duayen abimiz Altan Öymen’in son kitabı “...Ve İhtilal”de (Doğan Kitap) bir kez daha rastladım (s. 117, Beşinci Bölüm)

Yıl 1955, 6-7 Eylül günleri.

Demokrat Parti (DP) iktidarda, Menderes de Başbakan’dır.

İstanbul’da korku dolu o iki günde, başta Rumlar olmak üzere, gayrimüslümleri hedef alan pogrom niteliğinde korkunç saldırılar yaşanır.

Arka planda devlet vardır.

Askerin içinde örgütlü kontrgerilla ya da Özel Harp Dairesi tarafından düzenlenir her şey.

Ama 6-7 Eylül ‘komünistler’in üzerine yıkılır. İstanbul’daki Sıkıyönetim Komutanı Nurettin Aknoz Paşa’nın demeci gazete manşetlerinde patlar:

“Komünistlerin işidir, salkım salkım asılsınlar!”

Hasan Cemal

http://t24.com.tr/yazi/siyaset-meydaninda-otoriter-tiplerden-kurtulmanin-yolu/7958

 

  • BU İKİ TARAFIN GÜL GİBİ GEÇİNİP GİTTİĞİ GÜNLERDE ANTİ-SEMİTİZMİN DİBİNE VURAN ‘YAHUDİ DAMAT’, ‘YAHUDİ ESKİ KOCA’ BAŞLIKLARI ATILIYOR, BAVULLARDAN ÇIKAN BELGELERLE HAPSE DÜŞEN KİŞİLERİN OĞULLARININ KIZ ARKADAŞLARIYLA MAHREM HALLERİ IP ADRESİ YURTDIŞINI GÖSTEREN İNTERNET SİTELERİNE DÜŞÜYORDU

Bir taraf şöyle diyor: Hak etmediğime inandığım hakaretler alıyorum. Mütesettir bir yazara da utandırıcı laflar ediyorlar. Cemaat terbiyesi olduğunu iddia eden insanlara yakışıyor mu?.. Ergenekon sürecinde dahi böylesini işitmedik.

Diğer taraf da şöyle diyor: Gezi eylemlerinden beri organize biçimde bize saldırıyorlar. Küfür, kâfir pul olmuş tepemizde savruluyor. Sosyal medyada da hedef gösteriliyoruz onların ekipleri tarafından. Böylesini 28 Şubat’ta dahi görmedik.

Seviye düşük tabii. Ama bayağıdır düşük. Bu iki tarafın gül gibi geçinip gittiği günlerde anti-Semitizmin dibine vuran ‘Yahudi damat’, ‘Yahudi eski koca’ başlıkları atılıyor, bavullardan çıkan belgelerle hapse düşen kişilerin oğullarının kız arkadaşlarıyla mahrem halleri IP adresi yurtdışını gösteren internet sitelerine düşüyordu. Hukuk ve ilke sorgulaması yapan herkes terörist yahut darbeci olarak ilan ediliyor, hapislerle tehdit ediliyordu.

Ezgi Başaran

http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ezgi_basaran/el_tutmanin_feci_ahlaksiz_boyutu-1164588

 

  • HİLDA VE CEKİ, HAHAM’IN BAKIŞLARININ ÜZERİMİZDE OLDUĞUNU FARK EDEREK TABAKLARINA TUZ DÖKÜP EKMEKLERİNİ BATIRARAK YEDİLER

Ceki, kendinden emin, önümüzden içeri doğru hamle yapacak iken durdurdum. ‘Biz yandaki Levi Han’a gireceğiz’ dediğimde yüzü düştü. Hanın içine girdiğimizde çuvallar ve poşetlerden oluşan enstalasyonların arasından geçtik ve merdivenleri çıktık… Anlam veremedikleri bu gezi İstanbul’un tek koşer lokantası Levi’nin kapısını açıp, Haham’la karşılaşmaları ile tam bir sürprize dönüştü. Kırk küsur yıllık Yahudi arkadaşlarım ilk defa Levi’ye geliyorlardı. Burayı Yahudi Levi kuruyor, 1965 yılında İsrail’e göç kararı alınca Müslüman garson Muzaffer Yaver’e devrediyor. 40 yıldır Yaver ailesi burada hizmet veriyor. Hahambaşılığın ricası ile Koşer sertifikasının gereklerini yerine getiren aile İstanbul’da bu anlamda tek. Koşer sertifikalı olmak zor bir iş, sabah dükkân haham ile birlikte açılıyor. Ateş, haham tarafından yakılıyor. Malzemeler gene haham tarafından kontrol ediliyor, yani kısacası bütün süreçler denetleniyor. Haham haftanın beş günü sabahtan Levi kapanana kadar orada. Burası esnaf lokantası görünümünde ama Seferad yemeklerimizi bulabileceğiniz tek yer. Bizim gittiğimiz gün, tezgâhta borikitas (patlıcanlı börek), pırasa köftesi, kuru fasulyeli ıspanak, lahana dolması, armiko de tomat gibi yemeklerin yanı sıra ekşi soslu palamut vardı. Denizi görebileceğimiz bir masaya oturduk. Hilda ve Ceki, Haham’ın bakışlarının üzerimizde olduğunu fark ederek tabaklarına tuz döküp ekmeklerini batırarak yediler. Pırasa köftelerimizin ilk lokması ile Ceki’nin annesi Madam Marsel’i andık… Palamutlarımız tadınca, o güzel ekşiliğinin sırrını konuşmaya başladık… Yemeğin sonunda Semola yani helvamızı paylaştık. Arkadaşlarımın itirafı ilginç geldi, bizim yemekler İstanbul’da bir başka dediler. Burada Sefarad yemekleri ile ilgili teknik tatlı-ekşi kıvamına dayanıyor, soğan ve sarımsak bu mutfağa çok girmiyor. Zeytinyağı olmazsa olmazlardan, kavurma işlemi hiç yok, sade ve öz bir mutfak.

http://www.sanatatak.com/view/Hanuka-Koser-ve-Sukran-Gunu/544

 

  • HER NE KADAR YAHUDİLERİN MÜREFFEH HAYAT SÜRDÜKLERİ GENEL GEÇER BİR KANIYSA DA TARİHTEKİ ACILARIN, SÜRGÜNLERİN, SOYKIRIMLARIN, DIŞLANMIŞLIKLARIN TOPLAMINDAN ÇIKAN SONUÇ, BU TOPLUMUN BİRBİRİNE NE KADAR KENETLENİP GELENEKLERİNE, TARİHLERİNE VE BENLİKLERİNE SAHİP ÇIKMADA VE BUNU DA HAYAT PRATİĞİNE YAYMAKTA USTA OLDUKLARIDIR

Her ne kadar Yahudilerin müreffeh hayat sürdükleri genel geçer bir kanıysa da tarihteki acıların, sürgünlerin, soykırımların, dışlanmışlıkların toplamından çıkan sonuç, bu toplumun birbirine ne kadar kenetlenip geleneklerine, tarihlerine ve benliklerine sahip çıkmada ve bunu da hayat pratiğine yaymakta usta olduklarıdır. Kitabı okurken zihnimde beliriveren düşüncelerden biri de buydu. Onca şeye rağmen kendini hiç tüketmeyen mizah duyguları, en tükenmiş anda bile bir yerlerden süzülen notalarla vazgeçilmeyen müzik aşkı ve tabii ki hep birlikte toplanılıp bir hayatın paylaşıldığı yemek sofraları. Hepimizin, din, dil, ırk, köken ayırmadan yaşamımızdan beklediğimiz biraz da, belki de fazlasıyla bu değil mi? Biliyorum romandan ve içeriğinden çok bahsetmedim, ama okuyunca neden bu yazıyı böyle yazdığımı çok daha iyi anlayacaksınız. Bence bu lezzetli fırsatı kaçırmayın ve Mario Levi’nin “Pandispanya”sını tadın diyorum. Pişman olmayacaksınız.

Levent Tülek

http://vatankitap.gazetevatan.com/yazar/levi_bize_pandispanya_yapmis/209/21663

 

  • Netten okumalar
  • HANGİ CUMHURİYET’TEN, NEDEN SOĞUDUK, KİM VE NASIL ISITABİLECEK? – RAFFİ A. HERMONN

http://t24.com.tr/yazi/hangi-cumhuriyetten-neden-soguduk-kim-ve-nasil-isitacabilecek/7981

 

  • AK PARTİ AZINLIKLAR KONUSUNDA İKİ ADIM İLERİ BİR ADIM GERİ GİTTİ

http://www.agos.com.tr/haber.php?seo=ak-parti-azinliklar-konusunda-iki-adim-ileri-bir-adim-geri-gitti&haberid=6233

 

  • GÜÇLENDİKÇE BOZULDU – UTKU ÇAKIRÖZER

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/15231/Guclendikce_bozuldu.html#

 

  • MESELE İSRAİL DEĞİL! – ABDÜLHAMİT BİLİCİ

http://www.zaman.com.tr/abdulhamit-bilici/mesele-israil-degil_2180291.html