Bu hafta ağımıza takılanlar

Bu tarz bir ödülün mühendisler, üniversite öğrencileri, mavi gözlüler, kanarya severler tarafından verilmesiyle, Yahudiler tarafından verilmesi arasında nasıl bir “olumsuzluk” farkı var? Burada “Yahudiler tarafından verilmesi”ni olumsuzluk olarak algılamamız için Yahudiliğin bir tür çete oluşumu, “evil” bir organizasyon olarak kabul edilmesi gerekiyor. Yani böyle bir ödülün “ülke insanına sunulması” üzerinden bir insanı eleştirmek için “Yahudiler/Yahudilik kötüdür” gibi bir kabul gerekiyor, zira kötü oldukları kabulü olmadan eleştirmek için bir sebep de kalmıyor, ki ödülün niteliği de belli. YUSUF SALMAN – konseptdisi.com

İzak BARON Diğer
14 Ağustos 2013 Çarşamba

 

  • BURADA İSRAİL’DEN BAHSETMİYORUZ, HAKSIZ DA OLSA BİR TANE SEBEBİ BİLE OLMAYAN İĞRENÇ BİR NEFRETTEN VE BİRLİKTE YAŞAMAK İÇİN “OLAĞAN ŞEKİLDE YAŞAMIMIZA DEVAM ETMEK” DIŞINDA PEK DE BİR ŞEY YAPMAMAMIZ GEREKEN TOPU TOPU YİRMİ BİN KİŞİLİK BİR TOPLULUKTAN BAHSEDİYORUZ. ANTİSEMİTİZM DEDİĞİMİZ ŞEY BU OLUYOR TAM OLARAK

Artık öğrenmiş olduğunuzu umduğum bu yanlışlıklardan sonra asıl konumuza dönelim. Bu tarz bir ödülün mühendisler, üniversite öğrencileri, mavi gözlüler, kanarya severler tarafından verilmesiyle, Yahudiler tarafından verilmesi arasında nasıl bir “olumsuzluk” farkı var? Burada “Yahudiler tarafından verilmesi”ni olumsuzluk olarak algılamamız için Yahudiliğin bir tür çete oluşumu, “evil” bir organizasyon olarak kabul edilmesi gerekiyor. Yani böyle bir ödülün “ülke insanına sunulması” üzerinden bir insanı eleştirmek için “Yahudiler/Yahudilik kötüdür” gibi bir kabul gerekiyor, zira kötü oldukları kabulü olmadan eleştirmek için bir sebep de kalmıyor, ki ödülün niteliği de belli. Böyle bir ödül üzerinden onlarca yıllık komplo teorileri üretmek yerine ödülün manasını anlayabilsek eminim toplum olarak gurur verici bir şey olduğunu algılayabileceğiz. Böyle bir ödülün sunulması özellikle savaş döneminde insanlığımızı ve vicdanımızı terk etmeyip gerekeni yaptığımızı gösteriyor. Ve artık şu anki problemlerimizden de sıyrılıp böyle insani nitelikteki kavramlarla gurur duymaya başlamamız gerekiyor.

Bunun yerine insanların “sırf Yahudi olmalarından” dolayı haklarında iğrenç komplo teorileri uydurup %90 ihtimalle bir tanesiyle bile karşılaşmadığımız bir topluluğu hiç yoktan evimize bile yaklaştırmamaya çalışıyoruz; ki yine eminim ki bu yazıyı okuyanların en azından bir kısmı bana İsrail ile gelecek. Burada İsrail’den bahsetmiyoruz, haksız da olsa bir tane sebebi bile olmayan iğrenç bir nefretten ve birlikte yaşamak için “olağan şekilde yaşamımıza devam etmek” dışında pek de bir şey yapmamamız gereken topu topu yirmi bin kişilik bir topluluktan bahsediyoruz. Antisemitizm dediğimiz şey bu oluyor tam olarak.

Yusuf Salman

http://www.konseptdisi.com/bitmek-bilmeyen-yahudi-nefretimiz/

 

  • TÜRKİYE'DE BÜTÜN TOPLUMUN GAYRİMÜSLİMLERİN BAŞLARINA GELENLER KONUSUNDA, DAHA SORMALARI GEREKEN ÇOK FAZLA SORU VAR. YENİ ORTAYA ÇIKAN BU SOY KODLARI BELKİ DE TÜRKİYE'NİN SÜREKLİ OLARAK ERTELEDİĞİ GEÇMİŞLE HESAPLAŞMANIN NE KADAR ÖNEMLİ VE GÜNCEL BİR MESELE OLDUĞUNU ORTAYA KOYUYOR

Bir an için Almanya'da, Yahudilerin Alman nüfus idaresi tarafından gizli kodlarla numaralandırıldığını ve bunun bugün açığa çıktığını hayal edin. Herhalde bu, bütün Alman siyasal sistemini kökünden sallayacak büyük bir siyasal depreme dönüşürdü. Halbuki bu skandal Türkiye'de sadece bir kaç gün, o da sınırlı sayıda gazetenin manşetlerinde kalabildi.

Ortaya çıkan, aslında bir biçimde hep şüphelenilen ama bir türlü belgelenemeyen bir olgudur. Türkiye'de orduda, yargıda, emniyet teşkilatında bir tane bile olsa gayrimüslim bulunmuyor. Yani Türkiye Yahudi kökenli bir albay; Rum kökenli bir emniyet müdürü veya Ermeni kökenli bir yargıç tanımıyor. Belki de, nüfus müdürlüklerinde gizlice tutulan bu soy kodlamaları, gayrimüslimler bir biçimde kimlik değiştirseler, örneğin çocuğunu okula kaydettirmek isteyen Ermeni annenin üst soyu gibi, Müslüman olsalar bile onları bu kamu görevlerinden uzakta tutmayı garanti altına alıyor.

Yüzyıllık bu uygulama, belki de Türkiye tarihinde pek çok olaya yeniden ve tazelenmiş bir bakış açısıyla bakmayı gerektiriyor. Örneğin 1946’da çıkarılan ve büyük oranda gayrimüslimleri hedef alan Varlık Vergisi (Wealth Tax) ancak bu sayede mi mümkün olabildi? 1934 Trakya'da Yahudi kökenli vatandaşların, 1955’de ağırlıklı olarak Rum kökenli vatandaşların ev ve iş yerlerinin talan edildiği pogromlarda bu fişlemelerin bir etkisi var mıdır?

Bu kodlamalar 1915’de Türkiyeyi Ermenilerden arındıran İttihat ve Terakki yönetiminin bütün politikalarının 1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti tarafından olduğu gibi devralındığını mı ortaya koyuyor? Nüfus kodları bir tür kurumsallaşmış ırkçılık olarak değerlendirilebilir mi? Bu kodlar, Türkiye'de gayrimüslimlerin hayatlarını hangi görünmez duvarlarla çevreledi? Onların hayatlarını nasıl kısıtladı?

Türkiye'de bütün toplumun Gayrimüslimlerin başlarına gelenler konusunda, daha sormaları gereken çok fazla soru var. Yeni ortaya çıkan bu soy kodları belki de Türkiye'nin sürekli olarak ertelediği geçmişle hesaplaşmanın ne kadar önemli ve güncel bir mesele olduğunu ortaya koyuyor.

Orhan Kemal Cengiz

http://www.al-monitor.com/pulse/tr/contents/articles/opinion/2013/08/turkish-ancestry-codes.html#ixzz2bfoeJ1vi

 

  • DEVLET, TÜRK VE MÜSLÜMAN OLMAYAN VATANDAŞLARINI KAYDEDERKEN, KENDİ ANLAYACAĞI ŞEKİLDE BİRER DE NUMARA EKLEMİŞ. BÖYLECE, 1-2 VE 3 NUMARALARIYLA RUM, ERMENİ VE YAHUDİ VATANDAŞLAR KAYITTA AYRIŞTIRILIRMIŞ

Olay ilk ortaya çıktığında “Lozan Antlaşması nedeniyle” diye bir açıklama yapıldı. Ama durumun daha da vahim olduğu hemen anlaşıldı.

Devlet, Türk ve Müslüman olmayan vatandaşlarını kaydederken, kendi anlayacağı şekilde birer de numara eklemiş. Böylece, 1-2 ve 3 numaralarıyla Rum, Ermeni ve Yahudi vatandaşlar kayıtta ayrıştırılırmış.

Uygulama, Lozan Antlaşması’yla azınlık statüsü ve belli haklar kazanmış Müslüman olmayan azınlıkların bilinmesi şeklinde açıklandı. Antlaşmayla sahip oldukları hakları kullanmak isteyenlerin, devlete başvurduklarında gerçekten o azınlığa ait olup olmadıkları bu numara sayesinde anlaşılıyormuş.

Bu “haklar” denince de okul açmak, ibadethane açmak, cemaat vakfı kurmak hakları kastediliyor.

90 yıl önce, büyük devletlerin kendi korumaları altındaki azınlıkların hakları böyle anlaşmalarla sağlanıyordu.

Lozan’dan 90 yıl sonra bu haklar, artık insanoğlunun doğal hakları oldu. Bu hakları, antlaşmalarda imzası olan güçlü ülkelerin baskısı olmaksızın her ülkedeki azınlıklarının, kayıtsız izinsiz kullanabildiği ortamlara medeni dünyada ulaşıldı.

Biz de ulaşmak için çaba gösteriyoruz, ama devletin direnme noktalarının birçoğunu hâlâ aşamıyoruz.

Okay Gönensin

http://haber.gazetevatan.com/Haber/559232/4/Yazarlar

 

  • LOZAN’DAN BU YANA VATANDAŞINI POTANSİYEL DÜŞMAN GÖREN BİR DEVLET ZİHNİYETİ. NE SOYSUZ BİR TARİFE!

İnsan yaşamadan ya da yaşayan birinden dinlemeden bazı şeyleri anlayamıyor.

İlk Agos yazdı.

İki gündür Radikal’in manşetinde.

Meğer yüce devletimiz Lozan’dan bu yana ‘gizli soy kodu’ tutarak vatandaşlarını resmen fişliyormuş.

Rumlar 1, Ermeniler 2, Yahudiler 3, Süryaniler 4, Diğerleri 5…

Hani azınlık-çoğunluk, Müslüman-Yahudi, Alevi-Sünni, Kürt-Türk herkes eşitti?

Fiilen eşit olmadığını biliyorduk, bu sayede resmen öğrendik.

Peki, bu gizli soy kodu ne işe yarıyor?

Yetkililerden tek kelime açıklama yok…

Ama en hafif tarifesini anlamak için askerde Sinan’ın başına gelenleri okumanız yeter. Soy kodunuza bağlı her şey?

Okulda, işte, sokakta, mahkemede, askerde soy numaranız neyse tarifeniz o!

Lozan’dan bu yana vatandaşını potansiyel düşman gören bir devlet zihniyeti.

Ne soysuz bir tarife!

Eyüp Can

http://www.radikal.com.tr/yazarlar/eyup_can/soysuz_tarife-1144714

 

  • “GAYRİMÜSLİM” ADIYLA TEKLEŞTİRİLEN ÜÇLÜ GRUP, TEK TEK ÖZELLİKLERİNE GÖRE SÜREKLİ VE KURUMSAL BİR AYRIMCILIĞIN NESNESİ OLARAK GÖRÜLDÜ

“Osmanlı hoşgörüsü” makamından sağ kanat resmi-devletlû türküleri bir kenara bırakırsak, hiyerarşik imparatorluk mantığından eşitlikçi yurttaşlık mantığına geçiş sürecine devletin nasıl ayak sürüdüğünün tarihi yatar bu “kod”da.

“Gayrimüslim” adıyla tekleştirilen üçlü grup, tek tek özelliklerine göre sürekli ve kurumsal bir ayrımcılığın nesnesi olarak görüldü. “Milleti hâkime”, onların kaderi hakkındaki mutlak söz hakkını hiç bırakmak istemedi. Osmanlı için “normal”, 1924 için “anlaşılır” deyip geçebilir miyiz? 2013’te olmasak, yani aradan 89 yıl geçmiş olmasa, bu “ayrımcı”lık hâlâ bu kadar faal ve üstelik gizli biçimde iş başında olmasa, belki.

“Başka amaçlar”a bakalım az da. Ne tür başka amaçlar olabilir? Bunu da başka bir “devlet” uygulamasına bakarak kavrayabiliriz gibi görünüyor, 1983 ve 2001 tarihli iki genelgeyle kararlı biçimde sürdürülen bir uygulamaya.

Genelgenin emridir: 1924’ten önceki tapu kayıtlarıyla ilgili olarak tehcir ya da mübadele edilen Gayrimüslimlerin mirasçılarına, Tapu Müdürlükleri hiçbir surette bilgi vermeyecek. 1924 mübadele yılıdır malûm, yani 1 kodlularla ilgili bir mesele. 1915 de “tehcir” yılı malûm, yani 2 kodlularla ilgili bir mesele. Giden gider, kalan mallara ne olur? Genelge de bunu söylüyor zaten: Giden gider, kalan mallar “bizim”dir! Delil aramadan bir varsayım mümkün: Bu kodlar, sadece kimin hangi okula gideceğini değil, bu mal mülk gibi fani işleri düzenlerken de hayli işe yarar. Bir de spesifik araştırma alanı önerebiliriz: Şu ünlü Varlık Vergisi, devletin elinde bu kod’lar olmasaydı nasıl uygulanırdı? Yine bu kodun, kamu görevlisi seçiminde, ehliyete, liyakata değil de soya sopa bakmaya ayarlı bir devletin elinde altın değerinde olduğunu da güvenle iddia edebiliriz.

Ali Topuz

http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ali_topuz/bu_devlete_dekoder_lazim-1144495

 

  • YÜZ YILDIR GAYRİMÜSLİM VATANDAŞLARINI KESİP BİÇEN, KORKUTAN, KAÇIRTAN, GÖÇERTEN, MALLARINA EL KOYAN, MEZARLARINI TALAN EDEN, SUİKAST DÜZENLEYEN ‘FAŞİZAN DEVLET RUHUNUN’ İKİDE BİR ORTAYA ÇIKIP, İŞİNİ GÖRDÜKTEN SONRA SAKLANDIĞI KARA KUTUNUN ŞİFRELERİNİ VERİYOR BU RAKAMLAR

Muhtemelen gayrimüslim vatandaşlarımız bütün hayatları boyunca, görünmeyen bir zıpkının, orağın, tırmığın onları habire dürttüğünü, çekiştirdiğini, bazen de etlerine saplanıp canlarını inanılmaz bir şekilde yaktığını hissettiler. Ama ya çok korktular ve bunu anlatmaya cesaret bile edemediler veya anlatmaya kalktıklarında da inanmaz gözlerle bakan birilerini buldular karşılarında.

Nasıl olduğunu bilemedikleri bir biçimde, onların gerçekte kim olduğunu hemen her zaman bilen bir devletin otoritesi altında yaşadığını hissetti gayrimüslim vatandaşlarımız. Adını İshak’tan İsmail’e çevirdi Yahudi vatandaş; ama işte o külyutmaz devletin hınzır bakışlarını hep ensesinde hissetti. Nüfusuna, gitti Müslüman yazdırdı ama her nasılsa aslında onun Hıristiyan olduğunu bildiler. Belki Rum kökenli olduğunu unuttu Yorgo’nun oğlu, ama karşılaştığı ‘tuhaf’ durumlar üzerine düşünürken, ‘tekinsiz’ bir hayaletle göz göze gelir gibi, tüyleri diken diken olarak, her şeyin aslında ‘kökeniyle’ alakalı olabileceğini hissetti.

Yüz yıldır gayrimüslim vatandaşlarını kesip biçen, korkutan, kaçırtan, göçerten, mallarına el koyan, mezarlarını talan eden, suikast düzenleyen ‘faşizan devlet ruhunun’ ikide bir ortaya çıkıp, işini gördükten sonra saklandığı kara kutunun şifrelerini veriyor bu rakamlar. Trakya’da Yahudi pogromlarından 6-7 Eylül’e, Hrant Dink cinayetine kadar her şeyi bir kere daha gözden geçirmemiz için yeni bir yol haritası çıkıyor önümüze.

Orhan Kemal Cengiz

http://www.radikal.com.tr/yazarlar/orhan_kemal_cengiz/turkiyenin_sifreleri_1_2_3-1144541

 

  • HİTLER DÖNEMİNDE YAHUDİLERİN ÜZERİNDE YILDIZ İŞARETİ BULUNAN GİYSİ GİYMEYE ZORLANMALARININ BİR DEĞİŞİK VERSİYONU SANKİ

BİR Ermeni vatandaşımızın çocuğunu azınlık okuluna kaydettirmek için yaptığı başvuru, Türkiye’de azınlıklara uygulanan bir başka ayrımcılığın daha ortaya çıkmasını sağladı.

Meğerse kamu kurumları azınlıklar ile ilgili olarak “kod uygulaması” yapıyormuş.

Buna göre Rumlar “1”, Ermeniler “2”, Yahudiler “3” rakamları ile kodlanmış.

Hitler döneminde Yahudilerin üzerinde yıldız işareti bulunan giysi giymeye zorlanmalarının bir değişik versiyonu sanki.

“Soy kodu” diye isimlendirilen uygulamaya göre nüfusta “2” kodu ile kaydedilmeyen bir vatandaş çocuğunu Ermeni okuluna gönderemiyor!

Bir kez daha ortaya çıkıyor ki Türkiye, Lozan Antlaşması’nın azınlıklarla ilgili bölümünü istikrarlı bir şekilde ihlal ediyor.

İktidarlar değişiyor, hükümetler gelip gidiyor ama konu azınlıklara ayrımcılık olunca “devlet tavrı” hiç değişmiyor.

Lozan Antlaşması ve onun ayrılmaz bir parçası olan azınlık hakları bölümü anayasa hükmündedir.

Buna aykırı yasa çıkarılamaz, yönetmelik düzenlenemez.

Azınlık haklarından yararlanacak olanlar arasında da böyle bir ayrımcılık yapılamaz çünkü anlaşma sadece “Müslüman olmayanlardan” söz ediyor. Bunun dışında etnik bir gönderme söz konusu değil.

Hükümetin bu konuyu hemen ele alması ve bu ayrımcı uygulamanın hemen sonlandırılması gerekiyor!

Mehmet Y.Yılmaz

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/24449372.asp

 

  • EH, 1934 TRAKYA YAHUDİ POGROMU; 1942, AVDETİLER BİLE DÂHİL 1942 VARLIK VERGİSİ; 1955 İSTANBUL RUM POGROMU; 1964 YİNE RUM MÜLKİYET KARARNAMESİ; 1974 “KIBRIS’I ALIRIZ / RUMLARI S...” KIŞLA TALİMİ VE EN ÖNEMLİSİ DE HER GÜN, HER SAAT, HER DAKİKA GAYRİMÜSLİMLERİ ÖTEKİ OLARAK ALGILAYAN, DIŞLAYAN VE HAKİR GÖREN ÇOĞUNLUK ZİHNİYETİ DERKEN, HELE ŞÜKÜR, İŞTE EKALLİYET KAVRAMINI HEM LÜGATTEN, HEM HAFIZADAN SİLEREK MUAZZAM BİR “ZAFER” (!) KAZANDIK!

ŞİMDİKİ kuşaklar ekalliyet sözcüğünü de bilmiyor. Azınlık demektir!

Fakat bu terim her azınlık için kullanılmaz. Türkçede anlam kayması yaşamıştır.

Esas olarak öz be öz yerli olan ama İslam aidiyeti taşımayan gayrimüslimleri tanımlar.

Ermeniler, Rumlar, Yahudiler vs. kastedilir ki, deyim nötrdür ve hakaret çağrıştırmaz.

KELİMENİN haniyse lügatten silinmesini ve her hâlükârda da yarım asrı devirmemiş olanlarımıza sanki Çinceymiş gibi gelmesini sırf lisanımızı hacamat, düşüncelerinizi hadım ve nüanslarımızı iğdiş etmiş şu “dil devrimi” (!) fecaatiyle mi açıklamak gerekecek?

Sanmıyorum. Şüphesiz bu da var ama esas olarak aşağıdaki temel unsur var:

EKALLİYET tanımı sözlükten aforoz oldu, çünkü artık kullanmak ihtiyacı kalmadı.

Zira gayrimüslim kalmadı! Yani cim karnında nokta kaldı ki, mostralık diye sergile...

Oysa Lozan’dan, yani hem 1915 Ermeni Büyük Felaketi’nden, hem de kavmî ve dinî değiş tokuşunun gerçekleştiği 1923 Mübadele’siden sonra bile 12-13 milyonluk Türkiye sınırları içindeki o ekalliyet, azı var fazlası yok, 300-500 bin kişiye tekabül ediyordu.

Şimdi hesabı siz yapın: Genel nüfus artışını yukarıdaki azınlık sayısına oranlayın ve çıkan miktarı da bugün taş çatlasa yüz bin civarlarında gezinen rakamla kıyaslayın.

QUO vadis? Uçtular mı? Buharlaştılar mı? Nasıl oldu da hak ile yeksana karıştılar?

Eh, 1934 Trakya Yahudi pogromu; 1942, Avdetiler bile dâhil 1942 Varlık Vergisi; 1955 İstanbul Rum pogromu; 1964 yine Rum Mülkiyet Kararnamesi; 1974 “Kıbrıs’ı alırız / Rumları s....” kışla talimi ve en önemlisi de her gün, her saat, her dakika gayrimüslimleri öteki olarak algılayan, dışlayan ve hakir gören çoğunluk zihniyeti derken, hele şükür, işte ekalliyet kavramını hem lügatten, hem hafızadan silerek muazzam bir “zafer” (!) kazandık!

Hadi Uluengin

http://www.taraf.com.tr/hadi-uluengin/makale-ekalliyet-mimlemesi.htm

 

  • BU KODLAMANIN IRKÇILIK, KANUN ÖNÜNDE EŞİTLİĞİ BOZUCU AÇIK BİR AYRIMCILIK OLDUĞUNU SÖYLEYİN, BAKIN BAŞINIZA NELER GELİYOR...

Devlet sırları böyledir. Hiç umulmadık bir anda hiç umulmadık bir yerden dışarı kaçıverir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi vatandaşlarına nüfus kayıtlarında gizli bir kod (adı da ‘soy kodu’) verdiği ve onları öyle izlediği bilgisininin resmen doğrulanması için bir çocuğun anaokuluna kayıt olmak için mücadele vermesi yeterli oldu. Haftalık Agos Gazetesi sayesinde hepimiz haberdarız artık.

Öğrendik ki, devletimiz Ermeni ‘soy’undan olanları 2 rakamıyla kodlarmış. İddiaya göre Rum ‘soy’una 1, Yahudi ‘soy’una ise 3 rakamları uygun görülmüş.

Maksat vatandaşları vatandaşlık haklarından yararlandırmak, onlara Türkiye’yi kuran uluslararası antlaşma diyebileceğimiz Lozan’daki haklarından yararlandırmak değil de, onlara eziyet etmek olunca böyle şeyler başa geliyor işte.

Tek görevi o azınlık mensubu vatandaşlara hayatı zehir etmek olan bir resmi komisyonumuz var bizim, eskiden adı ‘Azınlıklar Tali Komisyonu’ idi, bugün kim bilir ne oldu?

Eziyet daha okul çağından başlıyor. Bir azınlığa mensupsunuz ve çocuğunuzu cemaatinizin okula kaydettireceksiniz. Devlete kendinizi ispat etmeniz gerekiyor, ‘Evet çocuğum da o azınlığa mensup’ diyerek. Devletimiz elbette cemaatin kendi kayıtlarını yeterli görmüyor, kendi kayıtlarından bakıp o çocuğun sahiden o cemaatin ‘soy’undan gelip gelmediğini kontrol edip onay veriyor.

Halbuki okul bu; eğitim kurumu; keşke sadece o cemaatlere değil isteyen herkese açık olabilse.

Bu ispat işi her zaman o kadar kolay olmuyor; çünkü bir de karışık çiftler var. Mesela anne/babadan biri Rum, diğeri Ermeni olan. Mesela anne/babadan biri Rum veya Ermeni, diğeri müslüman olan.

Çok merak ediyorum, devlet bu karışık ailelerin çocuklarını nasıl kodluyor? Acaba benim çocuklarımın kodu ne?

Bu kodlamanın ırkçılık, kanun önünde eşitliği bozucu açık bir ayrımcılık olduğunu söyleyin, bakın başınıza neler geliyor...

En önce birileri çıkacak, ‘Bunun pratik bir zorunluluk’tan kaynaklandığını söyleyecek. Sonra, ‘Ne yani izlemeyecek mi devlet’ deyip kendini hemen devletin yerine koyanlar belirecek. ‘Hepsinin kendi ülkesi var, gitsinler oraya’ diyenler de eksik olmayacak.

Anadolu’yu tekrar tekrar fethetmeye doyamayan bir milletin çocuklarıyız.

İsmet Berkan

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/24448287.asp

 

  • RUM, ERMENİ, YAHUDİ “VATANDAŞ”LARIN, DOĞUP BÜYÜDÜKLERİ BU TOPRAKLARI ÇAR NAÇAR TERK EDİP, BÖYLECE “TÜRKİYE TÜRKLERİNDİR!” DİYARINDAN DAHA “SAKİN” BİR “LİMAN”DA DEMİRLEMEK İÇİN “YABAN ELLERE” DOĞRU BAŞLATTIKLARI “GÖÇ” DALGASININ, ON ALTI, ON YEDİ YAŞLARINDA BİRER TIFIL DELİKANLI OLAN BİZLERİN ÜZERİNDE BIRAKTIĞI OLUMSUZ “ETKİ”YE, BİR BAKIMA “TEPKİ” OLARAK ACABA İLK PLANDA HANGİ DİYARLARA GİTMEYİ DÜŞÜNDÜĞÜMÜZÜ, DOLAYLI YOLLA SORUP, BUNU MU MERAK ETMİŞTİ NERİMAN HOCAMIZ?

Topladığı kâğıtları eskimiş, pörsümüş kocaman el çantasına yerleştirmesinin ardından derse kaldığı yerden devam eden hocamızın, daha sonraki günlerde kâğıtlarımıza göz atıp atmadığını, merak edip sorduğu sorulara verdiğimiz cevapları ne denli önemseyip önemsemediğini, hatta bu cevaplardan yola çıkarak kendince şu ya da minvalde “istatistik”i bir sonuca varıp, belki de öğrencilerini daha da yakından tanımak, onların bu baptaki düşüncelerini öğrenmek amacıyla bu merakını az-çok giderdi mi, bunu, yarım asrı aşkın bir zaman dilimini geride bıraktığım şu günlerde kendi payıma hâlâ bilmiyorum ama, beri taraftan da o günlerde, yani tam da 6/7 Eylül 1955 Olayları’nın patlak verdiği o sıralarda, özellikle İstanbul’da yaşayan azınlıklara ait olan iş yerlerinin, evlerinin yağmalanıp talan edildiği, ibadethanelerinin yakılıp yıkılmasının yanı sıra, keza can güvenliklerinin kalmadığı o günlerin hemen akabinde; Rum, Ermeni, Yahudi “vatandaş”ların, doğup büyüdükleri bu toprakları çar naçar terk edip, böylece “Türkiye Türklerindir!” diyarından daha “sakin” bir “liman”da demirlemek için “yaban ellere” doğru başlattıkları “göç” dalgasının, on altı, on yedi yaşlarında birer tıfıl delikanlı olan bizlerin üzerinde bıraktığı olumsuz “etki”ye, bir bakıma “tepki” olarak acaba ilk planda hangi diyarlara gitmeyi düşündüğümüzü, dolaylı yolla sorup, bunu mu merak etmişti Neriman hocamız?

Üstelik tek bir soruyla yetinmeyip, ayrıca “en çok nefret ettiğimiz şey”in ne olduğunu merak ederken, acaba o günlerde Beyoğlu’nda bizatihi yaşayıp, gözlerimizle şahit olduğumuz, özellikle azınlıklara yönelik olan o “vandalizm” sahnelerini anımsayıp, dolayısıyla hepimiz bir ağızdan sanki söz birliği etmişçesine kâğıtlarımıza “en çok ‘adaletsizlik’ten nefret ediyoruz!” deyip, belki de bu duygularımızı dile getireceğimizi mi düşünmüştü?

Mıgırdıç Magrosyan

http://evrensel.net/news.php?id=63962

 

  • ZİRA BU ÜLKEDE YAŞAYANLAR DİNLERİ, ETNİK KÖKENLERİ, MEZHEPLERİ NE OLURSA OLSUN VATANDAŞTIRLAR, KORUNMAYA YA DA "HOŞGÖRÜ"YE MUHTAÇ TEBA DEĞİL

Takip edebildiğim kadarıyla bu uygulamanın tam ne zaman başladığı belli değil. Ancak Cumhuriyet tarihinin ilk dönemlerini incelemiş tarihçiler ve siyaset bilimciler makbul ve "gerçek" Türk vatandaşının Hanefi mezhebinden Sünni Müslüman Türk olduğu konusunda mutabıklar. Yıllardır da bunu yazıyorlar. Ahmet Demirel'in müthiş kitabının başlığında yazdığı gibi asıl düstur "Ne mutlu Türküm diyene" değil "Ne mutlu Türküm diyebilene"dir. O dönemin kalıpları hala geçerli olduğu için de hem Türk olmayanlar yani Kürtler hem de Sünni olmayanlar yani Aleviler bugün tam vatandaşlık mücadelesi içindeler. Gayrimüslimler ise zaten kelaynaklar konumundalar.

Gerçi o dönemlerde Avrupa'da da uygulamalar pek farklı değildir. Bugünün en ileri demokrasiyle yönetilen ülkelerinde hatta Sosyal Demokratların İsveç'inde bile ırkçı, üstün insancı tezlerin zihinsel hakimiyeti vardır. Özürlülerin yok edilmesinin bir görev kabul edildiği, "soyu kirletenlerin" yok edilmesinin Nazi Almanya'sında devlet politikası haline gelerek tarihin en kapsamlı soykırımının yaşandığı dönemdir.

Dolayısıyla, ve kuruluşta bir gayrimüslim düşmanlığı vardır. Bunun sonucu onlara ikinci sınıf vatandaşlığın reva görülmesi, hukuk dışı uygulamalara, mülksüzleştirmeye, yeniden yerleşime, "pogrom"a ve halen süren ayrımcılıklara maruz bırakılmalarıdır.

Demokrasi ve laiklik açısından hazin olan bu dışlayıcı anlayışın Türkiye'de hala resmi veya toplumsal düzeylerde tedavülden kalkmamasıdır. Gizli kararnameyle kurulan Azınlıklar Tali Komisyonu'nun kuruluşu 1960'lardır. Varlığından ise ancak AB reformları nedeniyle lağvedildiğinde kamuoyunun haberi olmuştur.

AKP iktidarının geçmişe göre en önemli farklarından birisi "laik" devletin gayrimüslim vatandaşlara ve onların kurumlarına, vakıflarına reva gördüğü haksız muameleyi ciddi şekilde değiştirmesidir. Gerçi aynı iktidar ve ona yakın yöneticiler gayrımüslimlere yönelik nefret söylemi karşısında sağırdırlar. Sonuçta asıl değişmesi gereken de bu zihniyettir. Zira bu ülkede yaşayanlar dinleri, etnik kökenleri, mezhepleri ne olursa olsun vatandaştırlar, korunmaya ya da "hoşgörü"ye muhtaç teba değil.

Tesadüfen de olsa bu kodlama rezaletinin açığa çıkması belki Türkiye'nin nihayet Lozan Anlaşması'nı tam olarak uygulamaya başlaması, tüm vatandaşlarını eşit sayması, imzaladığı uluslar arası anlaşmalara uygun hareket etmesi ve gerçekten laikleşmesi için bir vesile olur.

Soli Özel

http://www.haberturk.com/yazarlar/soli-ozel/866323-laiklik-demokrasi-ve-ayrimci-kodlama

 

  • İSRAİL DEVLETİ KURULDUĞU GÜNDEN İTİBAREN ARAPLAR TARAFINDAN OLUŞTURULAN NEFRETİN VE TEHDİTLERİN MERKEZİNDE YER ALDI. HASSASİYETLERİ VE BEKLENTİLERİ BU YÖNDE OKUNURSA DAHA MANTIKLI OLUR

FKÖ'nün yapması gereken ilk iş Hamas'ı dizginlemek. Mülteciler, yerleşimler ve Kudüs'ün statüsü 'kabul edilebilir' bir şekilde müzakere masasında yerini alacaktır zaten. İki devletli çözüm önerisi de aynı şekilde. Bu arada İsrail'in 104 Filistinli tutsağı serbest bırakması iyi niyet göstergesi olarak kabul edilebilir, gerek Doğu Kudüs gerekse de Batı Şeria'daki yerleşimler adına da daha makul bir tutum takınması muhtemel. Tekrar hatırlatmakta fayda var: İsrail Devleti kurulduğu günden itibaren Araplar tarafından oluşturulan nefretin ve tehditlerin merkezinde yer aldı. Hassasiyetleri ve beklentileri bu yönde okunursa daha mantıklı olur.

Ülkemizde bu meselenin yıllardan beri -özellikle 2002- dini hassasiyet çerçevesinde görülmesi ve aktarılması sonucu bakış açılarımız daraldı, ideal bir çözümün konseptini zihnimizde devamlı sınırlı tuttuk. Hâlbuki bu hatalı ve sonuç getirmeyen bir bakış açısı. Başbakan’ın uluslararası arenada ikide bir İsrail aleyhine atıp tutmasının tek faydası kendi seçmen tabanını memnun etmek oldu.(Bu arada tatbikatlar ve silah anlaşmaları aynen devam ediyordu tabii).Ayrıca bu bahsettiğim 'dini hassasiyet' tutumu devam ederse sonunda haklı çıkan taraf yine İsrail olur.(Tevrat kozu).Yanlış yollardan dönüp, fanatikleşmek yerine rasyonel bir perspektif yaratmanın zamanı geliyor; aksi takdirde o ateş gün gelir Türkiye'ye de sıçrar, hem de altından kalkamayacağımız bir biçimde.

Son bir not: Kör olmayan herkes İsrail ve Türkiye’nin, bölgedeki diğer ülkelere göre hem politik hem de sosyo-ekonomik şartlar bakımından fersah fersah ileride olduğunu söyler. Bu realiteden dolayı İsrail gibi bir müttefikin zayıf düşmesinin faturası çok ağır olur.

Burak Tapan

http://blog.radikal.com.tr/Sayfa/ruyadaki-barisi-aramak-29327

 

  • ORTADOĞU TARİHİNE BAKTIĞINIZDA HEP BEKLENMEDİK BİR ANDA BEKLENMEDİK OLAYLARLA KARŞILAŞTIĞINIZ İÇİN İNSAN İSTER İSTEMEZ, “YA TUTARSA” DEMEDEN DE EDEMİYOR

Kimsenin kafasında tam oturtamadığı…

Nereden çıktığını anlamadığı bir barış denemesi bu yaşanan.

Suriye’ye bulaşmayıp Afganistan’dan elini çekmeye çalışan Amerikalıların kendilerine buldukları meşgale belki de…

Ya da “Şuraya bir el atsana” deyip yardım isteyecek müttefiklere söyleyecekleri bir bahane, “Şimdi çok meşgulum. Barış süreciyle uğraşıyorum. Lütfen dikkatimi dağıtma!”

Ama Ortadoğu tarihine baktığınızda hep beklenmedik bir anda beklenmedik olaylarla karşılaştığınız için insan ister istemez, “Ya tutarsa” demeden de edemiyor.

İsrail ile müzakereleri yürütecek El Fetih’le uzlaşması gereken Gazze’deki Hamas için Mısır’dan sonra da şartlar zorlaşmışken…

İsrail’de hükümet seçimden yeni çıkmış ve Başbakan Netanyahu için finale yaklaşan siyasi kariyeri bir barışa zemin olabilecekken…

Ne Suriye’nin ne Mısır’ın ne de İran dahil bölgedeki diğerlerinin iyi giden bir işi bozmaya mecali kalmışken…

Ve Washington’da kendine geriye bırakacak bir miras arayan bir topal ördek oturuyorken…

Ya tutarsa…

Dün gece buluştular ilk defa. Kerry’nin sofrasında.İsrail adına Adalet Bakanı Tzipi Livni ve Isaac Molho...Filistin adına da başmüzakereci Saeb Erakat ve El Fetih’ten Muhammed Shtayyeh vardı.

2+2…

Amerikalıların takımı ise Kerry ve Indyk’ın dışında, Beyaz Saray Ortadoğu masası şefi Phil Gordon, Kerry’nin danışmanı Frank Lowenstein ve hukuk danışmanı Jonathan Schwartz’dan oluştu.

Yemek bir iftar yemeğiydi.

Ve önce mısır çorbası içip sonra Atlantik lagos ızgara ve risotto yediler.

Yanında da şeftalili mangolu buzlu çay.

Ya olursa…

Tolga Tanış

http://www.hurriyet.com.tr/pasaj/24420938.asp

 

  • BU ERDOĞAN TÜRKİYE’Sİ İLE SAĞCI NETANYAHU’NUN İSRAİL’İ ARASINDAKİ BİR NORMALLEŞMENİN YEGANE MOTORU VE TAŞIYICISI ANCAK “FİLİSTİN SORUNUNA ÇÖZÜM” SÜRECİ OLABİLİR

Türk dış politikası yönetimi, kendisini kaptırdığı “İhvan enternasyonalizmi”nin neticesinde Hamas’tan başka bir şey görmez olunca, “Ramallah” Ankara’ya alabildiğine yabancılaştırıldı.

Diğer taraftan, Hamas’la can ciğer kuzu sarması olmanın mütemmim cüzü, ateşli İsrail karşıtı söylem ve aktivizmdir. Biri olacaksa, diğeri de olacak.  Bu ikisini bir arada yapan iki ülke oldu: Biri İran, diğeri Türkiye.

“Oldu” diyerek “geçmiş zaman” kullanıyoruz, çünkü Türkiye için “ateşli İsrail karşıtı aktivizm” kendisini tüketerek perdeyi kapattı. Şimdi İsrail’le güya bir normalleşme sürecindeyiz.

 Bu Erdoğan Türkiye’si ile sağcı Netanyahu’nun İsrail’i arasındaki bir normalleşmenin yegane motoru ve taşıyıcısı ancak “Filistin sorununa çözüm” süreci olabilir.

 Ve nihayet, ihtiyatlı iyimserlikle karşılanması gereken bir gelişme: Obama yönetimi sponsorluğunda İsrail ve Ramallah arasında yeni barış görüşmeleri 29 Temmuz’da başlamış bulunuyor. Murat Yetkin, önceki günkü yazısında bu gelişmeye binaen soruyordu, “Türkiye Ortadoğu oyununun neresinde?” diye...

Benim cevabım, “Hiçbir yerinde”dir.

Gazze’nin dahil edilmediği bir total Filistin barışı olmaz. Türkiye’nin ise Gazze hakimi Hamas üzerindeki varsayılan siyasi sermayesi, İsrail ile konuşamadığı, Ramallah’a da kendisini yabancılaştırdığı için para etmez.

 O halde, çukurdan çıkmak için İsrail’le normalleşme sürecini canlandırmak ve Filistin siyasetindeki yitik dengeyi yeniden kurmak gerekiyor.

Kadri Gürsel

http://dunya.milliyet.com.tr/cukurdan-cikis-yollari/dunya/ydetay/1744362/default.htm

 

  • TÜRKİYE, FİLİSTİN MESELESİNE BAŞTAN İTİBAREN, AK PARTİ İKTİDARINDAN ÖNCE DE HEP TARAFTI, HEP AKTÖRLER ARASINDA YER ALDI. AMA TÜRKİYE’NİN ROLÜ HEP MISIR’IN OYNADIĞI KİLİT ROLE YARDIMCI OLMAK ÜZERİNE KURULMUŞTU; DIŞİŞLERİ ARŞİVİNDE BUNU TEYİT EDECEK AÇIKLAMALAR MEVCUT

İsrail’in Gazze operasyonundan bu yana kesilmiş Ortadoğu barış görüşmeleri dün Vaşington’da yeniden başladı. Bu, ABD Başkanı Barack Obama’nın ikinci döneminde önüne koyduğu öncelikli hedefti; zaten o yüzden ilk denizaşırı seyahatini İsrail’e yaptı. (Hatırlarsanız, bitiminde İsrail Başbakanı Binyamin Netenyahu’ya Başbakan Tayyip Erdoğan’ı aratarak Mavi Marmara saldırısından dolayı özür dilemesini sağlamıştı.) Bu amaçla (İsrail lobisinin fazla Arapçı saydığı) Dışişleri Bakanı John Kerry’yi görevlendirdi. Ayrıca meslek hayatı Avrupa uzmanlığıyla şekillenmiş, Türkiye’yi de yakından tanıyan Musevi asıllı (Ama İsrail lobisinin kendinden saymadığı) diplomat Philip Gordon’u Ortadoğu özel temsilcisi olarak atadı.

Netenyahu ile Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ı bir araya getiren temel olarak bu ekiptir. Mesela Abbas’ın elini rahatlatmak için Netenyahu’yu (28 Temmuz Pazar günü) önemli bir grup Filistinli mahkûmu serbest bırakma kararına ikna etmişlerdir.

Abbas’a bu süreçte en önemli rakibi, Hamas lideri Halid Meşal ve Gazze’deki Filistin Başbakanı İsmail Haniya pek ses çıkaracak durumda değillerdi. Hatırlayacaksınız, Erdoğan’ın Gazze’ye gitme planı ertelenince ikili 18 Haziran’da Türkiye’ye gelip Erdoğan ile görüşmüştü. Erdoğan’ın Gazze’ye İsrail’e ayak basmadan Mısır’ın Refah kapısından girme seçeneği ise Müslüman Kardeşler destekli seçilmiş Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin 3 Temmuz’da Genelkurmay Başkanı Abdülfettah Sisi liderliğinde devrilmesiyle yakın zamanda gerçekleşebilir olmaktan çıktı.

Hamas, Mısır’daki Müslüman Kardeşler’den güç alan bir örgüt. Askeri rejimin ilk icraat olarak Refah’ı kapayıp tünelleri yıktırması ve İsrail’in buna memnuniyet beyanı boşuna değil. Mısır’da Müslüman Kardeşler’in yediği darbe, Suriye iç savaşının isyancı gövdesini oluşturan uzantısını da etkiledi; Suriye iç savaşının seyri de giderek ABD-Rusya pazarlığına kaymaya mahkûm. (Kerry’nin Suriye muhalefetiyle Nev York’ta BM binasında görüşmesi rastlantı değildi.) Ama asıl etkisi Filistin sorunu üzerine olacak.

Türkiye, Filistin meselesine baştan itibaren, AK Parti iktidarından önce de hep taraftı, hep aktörler arasında yer aldı. Ama Türkiye’nin rolü hep Mısır’ın oynadığı kilit role yardımcı olmak üzerine kurulmuştu; Dışişleri arşivinde bunu teyit edecek açıklamalar mevcut.

Oysa Hosni Mubarak’ın devrilmesi sonrasında Kahire, Filistin meselesinde (yılda 1.3 milyar dolar doğrudan askeri hibe aldığı) ABD ve ekonomik destek gördüğü AB’nin çizgisine aykırı gitmeye başladı; mesela Mursi, uzun yıllardan sonra İran’ı ziyaret eden ilk Mısır cumhurbaşkanı oldu. 3 Temmuz darbesi Mısır’ı Filistin meselesinde geçici olarak devre dışına aldı. (Aranızda 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ilk icraatının ABD’nin talep ettiği üzere Yunanistan’ın NATO askeri kanadına dönüş izni verip AB kapılarını kapatmak olduğunu hatırlayan var mı?) Mursi’nin devrilmesinin üzerinden henüz bir ay geçmemişken Filistin-İsrail görüşmeleri başlamıştır.

Türkiye’nin bu görüşmelerin neresinde olduğunu bilen var mı?

Murat Yetkin

http://www.radikal.com.tr/yazarlar/murat_yetkin/turkiye_ortadogu_oyununun_neresinde-1144035

 

  • GÖRÜNÜRDEKİ EN BÜYÜK HAMİ YANİ TÜRKİYE İSE HEM ÇOK UZAKTA HEM DE MAALESEF ETKİSİZ. ZİRA NE MISIR'IN BUGÜNKÜ YÖNETİMİYLE NE DE İSRAİL İLE KONUŞUYOR

Filistin siyaseti kendi içinde paramparça. El Fetih'in kontrol ettiği Filistin yönetimi ağır bir meşruiyet sorunu yaşıyor. Gazze'de egemen olan Hamas ise tarihinin en zor ve yalnız günlerini yaşıyor. Örgütün kendi içinde bölünmeler olduğu gibi son Mısır darbesinden sonra dayanabileceği hiçbir dış güç yok. Arap dünyasının güçlü ülkeleri örgütten hazzetmiyor. Parasal kaynakları, kaçakçılığın da imkânsız hale getirilmesiyle kuruyor.

Görünürdeki en büyük hami yani Türkiye ise hem çok uzakta hem de maalesef etkisiz. Zira ne Mısır'ın bugünkü yönetimiyle ne de İsrail ile konuşuyor. Olayı dirilten ABD, kendi arabuluculuğuyla İsrail'in Türkiye'den özür dilemesini sağladıktan sonra Türk hükümetinin ilişkileri normalleştirme niyeti olmadığını gördüğünden beri hoşnutsuz. Son olarak da bir barış anlaşmasını imzalayabilecek son Filistinli sayılabilecek Mahmut Abbas'ın da Ankara'daki hükümete yönelik birikmiş çok şikâyeti var.

Konuyu yıllardır yakından izleyen ve pek çoğu barıştan yana olan gözlemciler ikiye bölünmüş durumda. Bir kısmı bu sefer, tüm engellere karşın bir sonuca varılacağını düşünüyor. Buradaki en sık öne sürülen gerekçe, alandaki gelişmelerin iki devletli bir çözümü her gün daha imkânsız hale getirmesi. Bir yandan İsrail sürekli yerleşim bölgeleri inşa ederken diğer yandan Filistinliler nüfus dinamiğinin kendilerinden yana olduğunu düşünerek iki milletli tek devlet formülüne daha sıcak bakmaya başladı. Ömrünü tüm Filistin topraklarına hâkim bir İsrail projesine adamış Netanyahu'nun da tam bu nedenle bir çözüme yanaşmaya başladığı söyleniyor.

Diğer gözlemciler ise ABD'nin bir yandan müzakereleri desteklerken diğer yandan bunların da başarısızlığa uğramasıyla ortaya çıkacak berbat durumu nasıl idare edeceğini düşünmeye başlaması gerektiğini söylüyor.

Barış sürecinin beş temel konusu var: Filistin ve İsrail'i ayıran sınırların nereden geçeceği; Batı Şeria'daki ve Kudüs'teki yerleşimlerin geleceği; iki devlet arasındaki güvenlik düzenlemeleri; 1948'deki savaşta mülteci olan Filistinlilerin ve çocuklarının geleceği/nereye yerleşecekleri.

Soli Özel

http://www.haberturk.com/yazarlar/soli-ozel/865121-kerrynin-kumari

 

  • BATILILAR YAHUDİ DEVLETİNİ HEP ‘SİYONİST VARLIK’ DİYE ANAN SELEFİNİN AKSİNE RUHANİ’NİN ‘İSRAİL’ DEMESİNİ BİR JEST OLARAK NOT ETTİ

Yakın arkadaşı Seyit Hüseyin Musaviyan’ın “Daha çok dinler, konuşmadan önce çok düşünür” diye tanımladığı Ruhani’nin ‘mektepli’ diline belki önce İran medyasının alışması gerekecek. Her kötülüğün başına ‘siyonist’ getiren ‘konvansiyonel’ medya ilk kazasını geçen hafta yaşadı. FARS ve ISNA gibi ajanslar Ruhani’nin Kudüs gününde “Siyonist rejim İslam dünyasının bedeninde yerleşmiş bir yaradır, imha edilmelidir” dediğini aktardı. Halbuki Ruhani’nin ağzından ne ‘Siyonist’ ne de ‘imha’ lafı çıkmıştı. Dediği şuydu: “Bu, Filistin toprakları ile aziz Kudüs’ü işgalin gölgesinde İslam dünyasının vücudunda eski bir yaradır.” Batılılar Yahudi devletini hep ‘Siyonist varlık’ diye anan selefinin aksine Ruhani’nin ‘İsrail’ demesini bir jest olarak not etti.

Fehim Taştekin

http://www.radikal.com.tr/yazarlar/fehim_tastekin/alti_dilli_mollanin_dunya_ile_diyalogu-1144900

 

  • 'BİZ YAHUDİLER MUSA PEYGAMBERİ NEDEN SUÇLUYORUZ BİLİYOR MUSUNUZ? BİZİ 40 SENE ÇÖLDE DOLAŞTIRDI, BULA BULA ORTADOĞU'DA PETROL OLMAYAN TEK YERE GETİRDİ.'

Diplomasi, Meir'in politik hayatı boyunca en çok baş vurduğu yöntemlerden biri. Bunu Arap-İsrail savaşlarını izlediğimiz zaman daha net şekilde anlıyoruz. 1973 yılındaki başarılı kritik hamleleri ABD yardımlarını efektif bir şekilde kullanması onun önemli başarılarından biridir. Bazıları ise onu, bu savaşta başarısız bulurlar ve istifasının kaynağı olarak gösterirler.

Orta Doğu siyasetinde bilinen sözlerine baktığımız zaman onun, Araplar ve kendi Yahudi geçmişlerine inerek, o dönem siyasi gelişmelerini yorumlamaya çalıştığını söylemek mümkün. İsrail'in şu anki durumunu ele alırsak bu siyasetinde başarılı olabildiğini söyleyebiliriz. Yahudilerin en büyük karakteristik özelliklerinden biri budur, yani ne kadar uzak geçmiş olursa olsun tarihteki her dönemlerindeki olayı, günümüz olayları için dayanak yapabilmeleri, o yaşanılana göre siyaset tarzı benimseyebilmeleri, toplumun da tüm bu tarihi birikimi canlı tutabilmesi diye düşünüyorum. Bu saydıklarıma  en güzel dayanak Golda Meir'in şu sözüdür:

'Biz Yahudiler Musa peygamberi neden suçluyoruz biliyor musunuz? Bizi 40 sene çölde dolaştırdı, bula bula Ortadoğu'da petrol olmayan tek yere getirdi.' Meir'in bu tip geçmişe atıf yapan sözleri Yahudi psikolojisini anlamakta önemli noktadır. Önemli bir diğer sözü:

'Yahudilerin Arap topraklarını çaldıkları iftirasını duymaktan bıktım. Gerçek bambaşka. Biz bu toprakları satın aldık. Servetler verildi ve birçok Arap çok zengin Arap oldular.'

Mücahit Özdoğan

http://yenisafak.com.tr/yorum-haber/israilin-tarih-atfi-ve-golda-meir-10.08.2013-551435

 

  • HAMAS'I BARIŞ SÜRECİNDE MASAYA GETİRMEK TÜRKİYE'NİN BÖLGESEL PRESTİJİNİ YENİDEN ARTIRACAK, İSRAİL İLE PAZARLIK SÜRECİNDE ELİNİ GÜÇLENDİRECEK VE ABD İLE İLİŞKİLERE OLUMLU ETKİDE BULUNACAKTIR

Bilindiği gibi Filistin'de ikili bir yapı var. Hamas Gazze'de halen iktidarda. Bu şartlar altında Abbas'ın imzaladığı bir anlaşma sadece kendi yönetimi atında olan El Fetih ve Batı Şeria'yı bağlayıcı olacak. Hamas'ın temsil edilmediği bir barış bu nedenle kalıcı olmayacak. Hamas'ın İsrail konusundaki söylemini değiştirerek masaya oturması hem İsrail hem de ABD açısından elzem. Peki, Hamas buna yanaşır mı? Hamas'ın Müslüman Kardeşler'in Filistin cephesi olduğunu hatırlamakta yarar var. Son dönemdeki bölgesel gelişmeler Hamas lehine değil. Hamas'ın Kahire'deki en önemli dostu Mursi darbe sonucu artık iktidarda değil. Suriye'deki gelişmeler de Hamas'ın hesaplarını altüst etti. Şii cephesinde Şam ve Tahran ile köprüleri atan Hamas için bölge genelinde tek sağlam dayanak artık Türkiye.

İşte bu nedenle şu anda Ankara'nın önünde ciddi bir Hamas fırsatı var. Bölgede bir süredir yalnız kalan Türkiye için Ortadoğu barış sürecinde yeniden aktör haline gelmenin yolu Gazze'den geçiyor. Hamas'ı barış sürecinde masaya getirmek Türkiye'nin bölgesel prestijini yeniden artıracak, İsrail ile pazarlık sürecinde elini güçlendirecek ve ABD ile ilişkilere olumlu etkide bulunacaktır. Umarız Ankara bu fırsatı kaçırmaz.

Ömer Taşpınar

http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/taspinar/2013/08/12/ortadoguda-hamas-firsati

 

  • Netten okumalar

 

  • BENİM ADIM İSRAİL – UFUK ULUTAŞ

http://www.aksam.com.tr/yazarlar/ufuk-ulutas/benim-adim-israil-c2/haber-231591

 

  • YAHUDİ CEMAATİNDEN BEKLENMEDİK ÇIKIŞ - CEYDA KARAN

http://www.taraf.com.tr/haber/yahudi-cemaatinden-beklenmedik-cikis.htm

 

  • İSRAİL DONANMASI VE PLANLARI – FİKRET ERTAN

http://www.zaman.com.tr/fikret-ertan/israil-donanmasi-ve-planlari_2118002.html

 

  • FİLİSTİN-İSRAİL İHTİLAFI: ÇÖZÜM BEKLEYEN 4 TEMEL KONU – FİKRET ERTAN

http://zaman.com.tr/fikret-ertan/filistin-israil-ihtilafi-cozum-bekleyen-4-temel-konu_2115951.html

 

  • HELMUT KOHL HAZAR YAHUDİSİ Mİ – HALUK HEPKON

http://www.odatv.com/n.php?n=helmut-kohl-hazar-yahudisi-mi-0308131200

 

  • İSRAİL-FİLİSTİN BARIŞ GÖRÜŞMELERİNİN YENİDEN BAŞLAMASININ NEDENLERİ VE ÖNÜNDEKİ ENGELLER - YRD. DOÇ. DR. SERHAT ERKMEN

http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=4630

 

  • ORDU İÇİNDE SABETAYCI AVI NEDEN BAŞLATILDI – HALUK HEPKON

http://www.odatv.com/n.php?n=ordu-icinde-sabetayci-avi-neden-baslatildi-1008131200

 

  • ORTAÇAĞ YAHUDİLERİNİN OSMANLIYA GÖÇÜ - RACHEL AVRAHAM

http://www.hasturktv.com/yahudilik/6319.htm

 

  • GEÇMİŞİN PENCERE ARALIĞI – SEMRA POLAT

http://www.hasturktv.com/yahudilik/6317.htm

 

  • İSRAİL VE FİLİSTİN BARIŞIYOR, BENDEN DUYMUŞ OLMAYIN (1) – ENİS HULLİ

http://blog.radikal.com.tr/Sayfa/israil-ve-filistin-barisiyor-benden-duymus-olmayin-1-29792

 

  • YAZ TATİLİYLE İLGİLİ ÇAĞIRIŞIMLAR – SELİM AMADO

http://www.hasturktv.com/yahudilik/6331.htm

 

  • SOY- KODU YA DA MALUMUN İLANI- DİKRAN M. ZENGİNKUZUCU

http://evrensel.net/news.php?id=64638

 

  •  “YİDDO”LARIN HİKAYESİ! – MUSTAFA ARSLAN

http://www.yarisaha.com/yiddolarin-hikayesi/

 

  • 8 AĞUSTOS 1939: NAZİLERDEN KAÇAN YAHUDİLERİ TAŞIYAN PARİTA GEMİSİ İZMİR LİMANINA ALINMADI

http://www.marksist.org/tarihte-bugun/12453-8-agustos-1939-nazilerden-kacan-yahudileri-tasiyan-parita-gemisi-izmir-limanina-alinmadi

 

  • BİR YAHUDİ RAMAZANIN NESİNİ ÖZLER Kİ? – STELLA ACIMAN

http://www.yeniduzen.com/Ekler/adres-kibris/116/bir-yahudi-ramazanin-nesini-ozler-ki/592

 

  • Netten seyredin
  • ÜÇ KİTAPLI KENTLER: KUDÜS

http://www.google.com/culturalinstitute/exhibit/%C3%BC%C3%A7-ki%CC%87tapli-kentler/ARTP3HZa?projectId=historic-moments&position=0%2C7&hl=tr#!exhibit:exhibitId=ARTP3HZa&urlStub=%C3%9C%C3%87%20K%C4%B0TAPLI%20KENTLER&projectId=historic-moments&hl=tr

 

  • AUSCHWİTZ’DE TRAJİK AŞK

http://www.google.com/culturalinstitute/exhibit/%C3%BC%C3%A7-ki%CC%87tapli-kentler/ARTP3HZa?projectId=historic-moments&position=0%2C7&hl=tr#!exhibit:exhibitId=gRatYvcU&urlStub=Auschwitz'de%20Trajik%20A%C5%9Fk%C2%A0&projectId=historic-moments&hl=tr

 

  • SONSUZA KADAR YAHUDİ

http://www.google.com/culturalinstitute/exhibit/%C3%BC%C3%A7-ki%CC%87tapli-kentler/ARTP3HZa?projectId=historic-moments&position=0%2C7&hl=tr#!exhibit:exhibitId=QQZobW1A&urlStub=%22Sonsuza%20Kadar%20Yahudi%22&projectId=historic-moments&hl=tr

 

  • ANNE FRANK’IN SAKLANDIĞI YERİ ZİYARET EDİN

http://www.annefrank.org/en/Subsites/Home/