Yi oğlum yi

Vladi BENBANASTE Köşe Yazısı
26 Haziran 2013 Çarşamba

Biliyorsunuz Ankara Eskişehir Liv üçgeninden sonra bilumum sağlık taramalarını yaptırdım. Sonuç kısa ve öz; ‘kalp’ sağlam. Bir süre daha buralardayız anlayacağınız.  Ve fakat bu hikâye böyle ‘eppi end’ ile bitmiyor maalesef. Sevgili doktorum Bordo, o her zamanki sakin ve babacan ses tonu ile tam sekiz senedir birlikte olduğumuzu, ona defalarca söz verdiğim halde halen zayıflamadığımı, böyle giderse ileriki yaşlarda kaliteli bir hayatımın olamayacağını, hem kendimin çekeceğini hem de aileme çektireceğimi anlatan standart ‘diskur’unu anlatıyordu.

Tamam dedim, bir daha denemeye değer, niyet ettim; bu defa zayıflayacağım. Zaten bırak estetiği bir kenara; belim,  dizlerim, hepsi yettin gayrı diye mesaj gönderiyorlar.  Kan değerleri; zayıflarsam problem kalmayacağını, ancak böyle devam eder ise onu dengelemekten, şunu düzeltmekten yorulduklarını,  benle uğraşmayı bırakacaklarını bildiriyorlar. Anlaşılan; hepsi isyanlarda.  Evet! Evet!  Bu defa tamam, zayıflayacağım. Hem kötü bir şey değil ki, zayıflayacaksın ki sonra yeniden zevkle yiyebilesin. En azından bu bile bir motivasyon.

Öyle kendi kendime değil de bilimsel yapayım şu işi dedim. Gideyim bir ‘beslenme uzmanına’ o bana kibrit kutusu beyaz peynir, layt Etimek ile başlayan ve dahi ezbere bildiğim diyeti versin. Ben de ona, bana ne yemeyeceğimi söylemesi için ve dahi kendi ekmek parasını kazanabilmesi için ücretini vereyim sonra da “bendeki de ne kafa! Hem bu kadar ödedim hem de yemeğe devam ediyorum... filan diye kahrımdan zayıflayayım.  Bu, yeni bir metot. ‘Pasif’ diyet diyorlar. Tavsiye ederim bu metot ile her açıdan hafifleme garanti.

 

Pasif diyet

Sebeb-i hayatım yaptığı küçük bir araştırma ile bana yememe konusunda bir ‘uzman’ buldu. Çok iyiymiş, şahaneymiş, filan şu kadar kilo vermiş falan bu kadar... Dedim ya; tamam artık kararlıyız ‘biz de vereceğiz.’ Randevu alındı, doktorsal hiç bir yere yalnız gitmeme huyum var, dolayısı ile sebeb-i hayatım yanımda, o da iyice dinlesin, yanlış beslenmeyelim sonra... Sıramız geldi, girdik içeri. Tipik bir yeme! – yedirme! doktoru muayenehanesi. Kocaman bir masa, üzerinde bilumum plastik yiyecekler, bunu ye, bunu yeme, porsiyon büyüklüğü olarak bunu geçmesin, bu; şu kalori, şu; bu kalori... filan muhabbeti kısaca  ‘ikna masası’, sonra kenarda kristal küre yerine geçebilen alengirli bir tartı. Çorabını çıkartıp tartıldıklarından, hani tartım esnasında eline aldığın iki tutacak ile neremde ne yağ var?  Ne kadar su var? Ne kadar kas kitlesi var? Nasıl biliyorsa artık? İnanıcaaan mecbuuur.

Merhaba, nasılsınız faslı muhabbetinden sonra ‘doktor’  dedim, “gördüğünüz üzere ben yemeği severim, (şekil 1-a),  nassı zayıflıcaz, öyle kibrit kutusuymuş, grammış, filan beni kesmez yalan olur” diye doktoru bezdirme taktikleri uygularken; fark ettim ki her dediğimi bir güzel destekliyor. Ben; tatlı da yerim, sonra akşam 6’dan sonra 1 ana 3 ara yemek yerim. Bu arada doktoru kolluyorum ne diyor diye; “tabii ki yiyeceksiniz yemeden olur mu?”  Devam ediyorum, “et severim, balık severim, tavuk severim, kuş gibi yerim; deve kuşu gibi...” Adam halen kafa sallıyor, “Evet evet haklısınız yemek lazım” diyor. Şaşırdığımı itiraf etmeliyim.  

“Bitti mi?” diye soruyor.  Bitti diyorum. “İyi o zaman kaç kiloya inmek istiyorsunuz?”  100 diyorum. “Güzel bir hedef. Yavaş ama emin adımlar ile hedefe yürümeye başladık bile” diyor...  “Hadi neler yiyeceğinizi yazmaya başlayalım.”  Beş sayfa kâğıt alıyor, başlıyor yazmaya.  ‘Sabah’  diye başlık atıyor; soruyor: “Ne yersiniz?” Tam yağlı peynir yerim diye cevaplıyorum, “güzzzzellll” diye gözlerini açıp yazmaya başlıyor: “B.peynir... Ne kadar yersiniz?” Şömine yakmak için kullanılan kibritlerin kutusu kadar diyorum. “Harika, zeytin?” diye soruyor. Beş diyorum. “Yetmeeez 10 tane yer misiniz?” diyor.  Yerim. Yazıyor zeytin: “10 irisinden olsun” diye ilave ediyor. “3 Çanakkale domatesi, 3 salatalık. Daha çok yiyebilirseniz beşer yazayım diye soruyor.”

 “Ekmek?”diye soruyla cevap veriyorum... Hay hay diyor “kaç dilim?” Dört diyorum, “esmer sever misiniz?” diye soruyor. Karımı gösteriyorum sarışın tercihimdir...

Devam ediyor; ara öğün: “10 kiraz, 10 kaşık yoğurt... layt olmasın.” Hadi yaaaa diyorum  “yetmezse 10 da ceviz” diyor... Ohaaa diyeceğim diyemiyorum, “10 tam ceviz mi? Parça mı? diye soruyorum. “tam diyor irisinden!” Sebeb-i hayatıma bakıyorum, yanlış mı anlaşıldık acaba? O da şaşkın. Sür-alimantasyon hastası ile röntgenlerimiz karışmış olmalı. Yeni bir başlık atıyor ‘öğlen’ diye. “Sebze sever misiniz ?” Evet, diyorum ayırt etmem. “Kaç kaşık yersiniz?” diyor cevap için kısa bir boşluk bırakıyor. Ben; düşünüyorum, hani tam doyacağım ya! 5 mi desem 6 mı desem, diye düşünürken  “30 yeter mi?”  diye soruyor. Elinde bir ‘kaşık’,  numune olarak gösteriyor. Dayanamıyorum hadi yaaa diyorum.  “Durun daha” diyor “yeni başladık.” “Bakliyat yer misiniz?” cevabımı beklemeden; “10 kaşık diyor, sonrasında dilediğince salata ve kendi avucunuz büyüklüğünde et veya tavuk veya balık.” Avucuma bakıyorum; maşallah inşaat küreği gibi. Bu kadar mı diye elimi gösteriyorum, “güzeeel; o kadar yiyeceksiniz,” diyor. Ciddi misiniz yoksa bu bir şaka mı diye sorup, aynanın arkasında gizlenmiş olması muhtemel kamera arıyorum. “Gayet ciddiyim” diyor. İlave ediyor ve yazıyor: “4 parça baklava veya 3 top dondurma, tatlı sever misiniz?” diyor. gülümseyerek... Hadi beee diyorum (tabii ki içimden) sebebi-i hayatım önemli bir detaya dikkat çekiyor: “bazı günler çikilata yese olur mu?” “Pek tabii ki” diyor ve yazıyor  “veya iki parça Tobleron.”

İşin sırrı

Hayır, kalkıp gideceğim ama “ayb” olacak zaten az kaldı bir de akşam yemeğini yazsın, teşekkür eder gideriz. Devam ediyor ara 1 ara 2 ara 3... Meyveler, 10’ ar kaşık yoğurtlar, beyaz peynirler, beşer onar cevizler, fındıklar, domatesler, biberler havada uçuyor. Her biri yakalanıp özenle listeye ilave ediliyor. Artık bana sormuyor, sorsa da zaten cevap vermeyeceğim.  “Akşam” diye başlık atıyor; masasının arkasındaki aile fotoğraflarını, muayenehanedeki çiçekleri, tavandaki ampulleri, yüzündeki çilleri sayıyorum.  İnadımdan; ben akşam yemeğinden sonra 9’la 12 arası hep yerim diyorum. “Tabii ki çok normal” diyor... Bu normal de sen pek değilsin galiba!  diye düşünüyorum. Ara 1 ara 2 ara 3 yazıyor ve altlarını dolduruyor. “Yeter mi?”  diye soruyor.  Yetmez desem yazacak, şakası yok. Yeter diyorum.

“Duuuur” diyor  “daha yeni başlıyoruz”, “Şimdi ki doydunuz , bunları nasıl yiyeceğimizi konuşalım. İşin sırrı burada. Öncelikle size yazdığım sıralamayı bozmayacaksınız. Önce 1. yemek bitince 2. yemek ... sonuna kadar, gidebildiğiniz yere kadar devam edin korkmayın. Sonra çoook küçük lokmalar yiyeceksiniz. Altın kural, her lokmadan sonra kaşığı bırakıp arkanıza yaslanın ve istiyorsanız hiç vakit kaybetmeden tekrar çatalı elinize alıp bir lokma daha alıp çatalı mutlaka masaya bırakın... 3. kural; su... gün içine yayılmış olarak içebildiğiniz kadar çok su ama cam şişeden su için, öyle ki idrarınız tamamen şeffaf olsun. Bir de bağırsaklar için filan feşmekân desteğini alın.  Bunları uygularsanız mümkünatı yok mutlak kilo vereceksiniz.” 

Tüm bunları uygulamadım diyeceğimi tahmin edenler yanıldılar çok da güzel uyguladım. Sonuç mu? Anlatıyorum az sabır; tartıya çıktım, bir de ne göreyim?

Sevgili editörüm; bak ne güzel yazıyordum ... şimdi diyeceksin ki çok uzun oldu, kısalt ... hayatta olmaz, kısaltamam. Bak daha neler olduğunu kilomda nasıl bir değişiklik olduğunu filan anlatacaktım ama yerimiz kalmadı.

Siz en iyisi beni görünce sorun, karşılıklı uzuuuun uzuuun dedikodu yapar, kiloları, doktoru ve listesini çekiştiririz.  Bu arada haftaya ‘mavi’ deyim yeme içme uyuma tatili... Bu aralar beni göremezseniz merek etmeyin.

Siz hangi kiloda mutluysanız orada kalın,  ama hep sevgiyle kalın.