Bir Zamanlar Büyükada- Âşıklar Gazinosu’ndan Lunapark’a…

Mois GABAY Köşe Yazısı 0 yorum
15 Mayıs 2013 Çarşamba

Benim böyle anılarım olmayacak.

Bir zaman tüneline biniyoruz ve bundan altmış sene evvel bir hafta içi Şirket-i Hayriye Vapuru ile Büyükada’ya yanaşıyoruz. İskeleye iner inmez düğün kortejlerini andıran bir kalabalık, tören düzeninde eşlerini bekleyen şık hanımlar bizi karşılıyor. Etrafta gezinen tulumbacıların, sucuların, muslukçuların arasından 23 Nisan Caddesi’ne doğru ilerliyoruz. Heybelili Avramaçi’nin “boreka kaymak” çığlığı bir süre sonra yerini Hacı Baba’nın “akşam yoğurdu” diye bağıran boğuk sesine bırakıyor. Yol boyunca tanıdık simalar görüyoruz, kimbilir belki de büyükbabalarımızın arkadaşları bu insanlar.  “Dande viyenes, ande bueno” (hayrola nereye) diyerek halimizi hatırımızı soruyorlar, alışkın değiliz garipsiyoruz. Asfalt kaplı, duvarları çimento ile örülü yol yerine kına rengi toprak yolda ilerliyoruz. Adanın doğal kokusu at dışkısı dışında bambaşka kokular çarpıyor burnumuza: Mimoza, akasya, manolya, erguvan, acem hunisi, mor salkım… Bu bizim ada olamaz diye düşünürken tahta ikiz evlerde mutlu mesut insanlara rastlıyoruz. Evlerin taraçalarında Rumca, Ermenice, Judeo- Espanyol, Fransızca, İtalyanca konuşmalar duyuyoruz. Dedeler torunlarına masallar anlatıyor, geniş bahçelerde herkes bir uğraş içinde, toprağını ekiyor. Boş zamanlarda da muhabbet edip, kart oynuyorlar. “Bu manzarayı ölümsüzleştirmeliyim” diyerek elimi cebime atıyorum. Unutmuşum, başında i- olan teknolojik harikalarımızı yanımıza almamıza izin vermemişler, tweet atmadan, ‘facebook’a fotoğraf yükleyemeden iskelede üniformalı bekçi Recep Dayı’nın kızgın bakışlarında geri dönüyoruz.

Musa ve Viktor Albukrek kardeşler… İtiraf etmeliyim, onlarla her karşılaşmamda ne kadar eksik olduğumu hissediyorum. ‘Bir zamanlar Büyükada, 1931–1961 Anıları’ isimli kitapta bir kez daha bu duyguyu hissettim. Dopdolu geçen bir hayat, sayısız eser, unutulmayacak anılar ve gelecek nesillere aktarılacak bir kitap. Viktor ağabey bu sefer hiçbir edebi kaygı olmadan içinden geldiği gibi anlatmış yaşananları, bazen bir sitemle ama çoğu kez bizi tarih içinde yolculuğa çıkaran ve içimizde ukde bırakan bir keyifle. Kitabı bana hediye ettiği akşam okumaya başladım ve bir solukta bitirdim. Kapağı kapattığımda ise “benim böyle anılarım olmayacak” dedim içimden. Neden mi dersiniz? Çok kültürlü bir mesire yeri görünümündeki adamız, İstanbul’a paralel olarak bitişik nizamda her yıl artan inşaatları ile her yaz biraz daha bir İstanbul mahallesi görünümüne bürünüyor. ‘Turizm’ adına gün be gün eze eze Ortadoğu, Uzakdoğu medeniyetleri etkisinde dükkânlar aşina olmadıkları manzaralar gösteriyor ada halkına. Ne zaman Büyükada’ya bir alışveriş merkezi dikerler diye kara kara düşünüyorum. Sahildeki balık lokantaları eskilerin Façyo, Selekt, Milto gibi müesseselerinin isimlerini halen taşısalar da değişime ayak uydurmuşlar. Hafta sonları en çok turisti a la carte olarak kapatıp, sahili boylu boyunca kapatan tenteler altında hâsılat peşindeler. Doğalgaz gelişi sonrası yapılan yeni evlerin hepsi çok iddialı, çok gösterişli. Eskinin bol meyveli ve çiçek kokulu bahçeli tahta yalıları yerini prototip beton yığınlarına bırakıyor. Büyükada gittikçe mahalle hayatının kaybolduğu, karakteristik tatları olmayan, lüks konutların gölgesinde havalı ama yapay bir tatil köyüne dönüşüyor. Büyükada’da eski çok kültürlülüğü görmek isteyen yöneticilerin bir karar alması gerekiyor. Eski, tarih kokan Büyükada’yı geri getirecek enerji Paskalya’da iskeleye asılan yabancı dil pankartlarda değil, bahçeli apartmanların taraçalarında, ada sokaklarında yaratılabilir. Büyükada’yı ada yapan İstanbul’dan işinden dönen ada erkeği, onu heyecanla bekleyen ailesi, kişilikli ufak dükkanları ve lokal tatlarıdır. Adayı sonradan keşfedenler fark etmese bile her sene adalıların nüfusu erime yönünde gidiyor, bu değişim Büyükada’nın ömründen yiyor. Değişimden geriye “bir zamanlar Büyükada” demek kalıyor. Bu tabiri ne yazık ki yaşı ellili altmışlı olan büyüklerimiz değil yaşıtlarım da artık kullanıyor. Böylesi karamsar bir tabloda Viktor Albukrek gibi büyüklerimizin hatıraları eski Büyükada’yı yaşatmak için büyük önem taşıyor. Viranbağ’ın, Maden’in, Hristo Tepesi’nin, Aya Yorgi’nin birer turistik yerleşim olduğunu düşünenlere ‘Bir Zamanlar Büyükada’ tarih önünde tanıklık ediyor. Adayı İstanbul’un akciğerleri gibi hisseden her İstanbullunun değişimi anlaması ve adaya sahip çıkması gerekiyor. Dileğim Viktor ağabey gibi büyüklerimizin hatıralarının daha çok kayda alınması ve geleceğe aktarılması. Viktor – Musa Albukrek kardeşlerin Büyükada’da kapalı durumda olan Nostalji Müzeleri de umarım yakın bir zamanda hak ettikleri yerde Türk Musevileri Müzesi’nde kendilerine bir yer bulurlar. Balat, Hasköy, Galata semtleri gibi Büyükada da Türk Yahudilerinin bu topraklardaki varlığının en güzel örneklerinden biridir. Geçmişi aramayacağımız, sevgi ve saygının daim olduğu, gerçek Büyükadalılara daha çok rastlayabileceğimiz mutlu bir yaz dileğiyle…   

 

 

2 Yorum