Konutlar, Koridorlar ve… Bekleme Odaları

Uluslararası ilişkilerde ‘konut’ mefhumu bilhassa (1648) Westphalia Antlaşması’ndan sonra yepyeni bir mana kazanmıştı. Bu Antlaşma’ya göre mühür kimin elindeyse Süleyman O’dur; ve Süleyman’ın evinin iç işlerine burun sokmak meşru’en cezalandırılır “beynelmilel bir yasak”tır

Dünya
17 Nisan 2013 Çarşamba

Jose V.ÇİPRUT

 

Uluslararası ilişkilerde ‘konut’ mefhumu bilhassa (1648) Westphalia Antlaşması’ndan sonra yepyeni bir mana kazanmıştı. Bu Antlaşma’ya göre mühür kimin elindeyse Süleyman O’dur; ve Süleyman’ın evinin iç işlerine burun sokmak meşru’en cezalandırılır “beynelmilel bir yasak”tır. Kıral’ın hem Hazret hem de Hükümdar olmuş olması Antik Çağ devlet idaresinin böylelikle daha da çok basitleştirilmiş olabileceğini zannettire gelmiştir. Westphalia sonraları (bilhassa Faşizm’in 1945’te, Komünizm’in ise geç-1980’lerde yenilmelerinden sonra), çağdaş sayılabilecek (yani, önderlere göstereceği sahte uysallığını hakikî kişisel mes’uliyetine tercih etmeye alıştırılmış ’tebaa’yı fikir/söz hürriyetine sahip ‘vatandaş’a dönüştürebilmiş) demokratik zihniyetli devlet yönetimlerinin tanınmış hudutları içinde yaşayan ayrışık halklarının sahiden eşitçe idaresini pek kolaylaştıramamıştır. Dinsel, ırksal, dilsel ve bürokratik milliyetçilikler; kimilerinin tarihe nanik çekmekte mahzur görmeden (çoğu Sömürge Devri sonrası) ‘münasip lisan’la Millet-Devlet adlandırmış oldukları “halk” geçinir insan kümeleri; üzerinden silindir geçirilerek ekseriyete ‘aidiyet’leri ‘sağlanmıştır vallah’ iddiasında fayda/çıkar görülmüş türlü ekaliyetler; ve ‘devlet olmaya namzet’ sahici  milletler yanısıra, ille de ‘millet’ görünmeye çalışan sanki-devletler - iç/dış unsurların onay, özendirme, hatta az/çok aşikâr…teşvikiyle - bu karmaşık manzaranın muğlaklığına daha da çok kargaşa ve şaşkınlık ilâve etmektedirler. Özgür bir memleketin konut idaresini beğenmeyen birkaç diğer ülkenin “insaniyet adına” o rejime düşman kesilmiş iç/dış unsurlara alenen/mahremen “gereken imkânları” sağlamaları ise nev’ii asrımıza özel, birçok yönden bolca tartışılabilir, bir hal: Kimimiz farkına varmasak da, birilerimize aşikârdır ki uzun-süre’de adil gayeli ülküleri kısa-süre’de kestirme sonuca kurban etmekten kaçınmayan, sözde “barış” ve onsuz olmaz “güvenlik” adına ‘kusur’ affetmez küresel bir devrimin kanlı ortasındayız.

Tanınmış veya ille de tanınması istenen ama bunca zamandır hudutları henüz kestirilmemiş veya hâlâ bir türlü çizilememiş özgürlüklerin aranılsa hemen hemen her kıtada silâhlı/silâhsız türlü emsali bulunabilir. Meşruiyeti tanınmış ülkelerin devlet-arası hudut ihtilâflarının listesini buraya dökmektense,  eski ve özel   kültür hudutları besbelli toplumların aşikâr ‘konut’larının dıştan incitilmemesi gerek özerklik sahalarına, ve tarihte karşılaşılan ‘koridor’ ve ‘bekleme odası’ kavramlarına değişik mana vermiş topraklara bir-iki misal vermeyi daha faydalı buluyorum. Tarihî ‘koridorlar’ türlü sebeple meydana gelmişlerdir: Hitler’in Danzig Koridoru, Fransa’nın Maginot Hattı, Roma’nın İngiltere’deki Hadriyen Duvarı, Çin’in Ulu Sur’u istenilmez komşuluklara veya istenilen atilere seçimlik aramış, hatta tarihin yönünü değiştirmek istemiş olanları eninde sonunda gayelerine vardırmamış caydırma örnekleridirler: zamanlarının dünya görüşüne göre kimi geçenek, kimi mania olarak farz edilmişlerse de. Ilk defa bu yazımda ‘bekleme odası’ tabirini verdiğim yersel-içtimaî/kendiliğe-özel uzantılar, ‘demokrasi’ ve ‘özgürlük’ iddialarının (bazı halde âlem alışverişte görsün amacıyla) kürenin şimdiye kadar en inanılmaz yerlerinde bile ağıza sakız olabildiği bu devirde, kimi kan aktırarak kimi çıt çıkarmadan hazırlanarak, mantarmış gibi üremekte olan - gerçek ve sanal - sahalardır. Bunların şu an dikkatimi çekenleri arasında Hindistan’ın Mianmar, Bengladeş, Buthan ve Çin arasına sıkışmış Kuzeydoğu ‘koridor’unu özel ‘konut’ları bilip, Assam, Manipur ve Nagaland’da, özerk hatta özgür yaşam ve idare şekli için tehditkâr hareket gösteren özel soyluluklar. Bunlardan başka, ‘bekleme odaları’nın küresel sayısı gene de çok ama: “Bahar”larını kendi konutları içinde görüşü-başka dindaşlarına kaybedenler; ‘yabancı’ dinlerin ekseriyette olduğu ülkelerde kendi dinlerine münhasır ‘ayrı konut’ verilmesinde ısrar edenler; ‘Öteki’leriyle iyi geçinmeye beşerî meyil ve adil rıza gösterecek yerde kendi konutlarında kendilerinden başka kimseyi sokmayanlar, sokmak istemeyenler, hatta ‘kolaylaştırır’ geçenek düşmanı olanlar; ‘bekleme odaları’nda vakit kaybetmek istemeyenler; ve herşeyin hemen şimdi hemen burada halledilmesini (başkalarından) bekleyenler… Ben aklıma gelen ‘tür’lerden örnek verdim; siz, isterseniz, bu ihtiyarî sınıflandırmaya uygun düşer bulduğunuz, ama benim bu sıkışık yerde adlarını tek tek zikretmeyi mümkün görmediğim nice insan yığınlarını tahayyül edin. Göreceksiniz, işiniz kolay.