: Güzel Şeyler Tiyatro Krek Tarafında

“Aptal ve sıkıcı bir film değildi o! Ben sevdim o filmi. Aptal ve sıkıcı olan bizim birlikte yaratıp, 4 sene boyunca yan yana izlediğimiz filmdi”

Erdoğan MİTRANİ
11 Nisan 2012 Çarşamba

Tiyatro Krek’in bir yılı aşkındır sahnelenmekte olduğu  Güzel Şeyler Bizim Tarafta oyununa nihayet gidebildim.

Geçen yazımda da belirtmiş olduğum gibi, çalışmalarını Aralık 2010’den beri Santralistanbul Galeri 1 binasında sürdürmekte olan Krek Tiyatro Topluluğu, Berkun Oya ve Ali Atay tarafından1999 yılında kurulmuş ve kurulduğundan bu yana Berkun Oya’nın yazıp yönettiği oyunları sahnelemiş.

Berkun Oya’nın 2010’da International Royal Court Residency programı dahilinde Royal Court Theatre’da tamamladığı Güzel Şeyler Bizim Tarafta, Oya’ya, Uluslararası Heidelberg Tiyatro Festivali’nde Büyük Ödül getirmiş.

Ne de olsa iki hafta evvelinden deneyimliyiz. Yerimize kulaklıklarımızı alıp oturuyoruz.  Sahne aynı sahne. Bayrak’ın dekoru başarılı birkaç değişiklikle (kimi aksesuarlar, kapının yer değiştirmesi, Yüksel Arslan ‘arture’leri vs.) Güzel Şeyler Bizim Tarafta mekânına dönüşmüş. Cam duvar yerli yerinde; zaten o devasa cam öyle kaldırılıp yerine tekrar konacak portatif  bir dekor elemanı değil.

Sanırım bir süre Tiyatro Krek’in oyunlarını bu formatta izleyeceğiz. Aslında fena da olmuyor. Geçen yazımda da belirttiğim gibi o çiftli kulaklık ve olağanüstü ses düzeni sayesinde ayak seslerini, nefes alıp vermeleri, burun çekmeleri, hıçkırmaları, fısıldaşmaları, iç geçirmeleri, duymak ne kelime, ta içinde hissediyorsun. Hatta Orhan gibi kapıya kulağını dayayıp Ayşe’nin fısıldadıklarını bile dinleyebiliyorsun. Bulunduğun mekândan koparak oyunun ve yaşarcasına doğal oynayan oyuncuların içinde onlara duyurmamak için nefesini tutarak izliyorsun.

Berkun Oya, bu kez farklı ortamlardan gelen dört insanın kesişen hikâyelerinin aracılığıyla aşk ilişkisini mercek altına almış.

Orhan ve sevgilisi, dört yıllık ilişkileri çözülme noktasına gelmiş kentli, çağdaş bir çifttir. Modern dünyanın görünürde çift sandığı, ama aslında kişisel yalnızlıklarını beraberce yaşayan iki insan. Oyunda bütün karakterlerin bir ismi varken, belki de bu iletişimsizliğin boyutunu vurgulamak için, ‘sevgili’nin adı bile yok. Uzun süredir beraber olmalarına karşın birbirlerini hiç dinlememiş, hiç konuşmamış gibiler. Evlerine geldiklerinde kapıyı kırık bulunca, hiç bir şeyin çalınmamış olduğu bu garip hırsızlık olayını tartışırken bile, konuşmaları bir diyalogdan çok çakışan iki monolog.

Oya, sevgili imiş gibi davranmaya çalışan bu iki kişilik yalnızlığın karşısına, beraber olabilmek için doğudaki köylerinden kaçan, beş parasız, aç bilaç ama aşkı, gerekirse canlarını verme pahasına, kana kana yaşamasını bilen türbanlı Ayşe ile onun için ölümü göze alan köylü sevgilisi Ali’yi çıkarıyor: “Sevdim ben Ali’yi! Rüyamda ninem getirdi onu bana. ‘Bu adam, senin gönlünün nazar boncuğu’ dedi. Ali hep hissetti, duydu beni. Birbirimizin içinde çığlık atardık biz. Oysa senin içinde kimseyi duyacak yer kalmamış abi! Sen ablayı dinledin hiç? Birini dinlersen, her şey kolaylaşır. Sen sadece kendini dinliyorsun.”

Gerçek zamanda geçen, yaklaşık bir buçuk saatlik oyun boyunca Berkun Oya, dört karakterinin beraber olduğu sahneleri en aza indirgeyerek çoğunlukla diyaloglardan oluşan sağlam bir metin yazmış.

Bayrak için de söylemiştim: Berkun Oya sanki ısrarla elindeki enstrümanlarla oda müziği yapmak, bir kurtet dinletmek yerine sonat formatında çalışmayı yeğliyor. Aslında sonat bile değil. Oda müzüği müthiş bir uyum ister, ikili sonat formatı da iki sazın uyumlu diyaloglarından oluşur. Bu oyunda  da neredeyse diyalog da yok gibi, herkes karşılıklı kendi kendine konuşuyor ve sanki Oya bu monologlar silsilesinin arasını kimi zaman uzun suskunluklarla doldurarak insanların birbirini dinlemediğini, dinlese de duymadığını, duysa da anlamadığını, kısacası iletişimsizliğini vermeye çalışıyor.

Yazdığı oyunu büyük bir başarı ile yöneten Berkun Oya’nın oyuncularından aldığı sonuç ise tek kelimeyle olağanüstü: Orhan karakteri sanki Bartu Küçükçağlayan için yazılmış. Resmen döktürüyor. Ancak iki küçük eleştirim de var. Birincisi, kulaklıklara fazla güveniyor ve kimi zaman fısıldamanın dozunu kaçırarak bazı repliklerini kaybolmasına sebep olabiliyor. İkincisi ise tiyatroda olsun, sinemada olsun canlandırdığı karakterler giderek birbirine çok fazla benzemeye başladı. Yetenek yelpazesinin ne kadar geniş olduğunu ille de bir TV dizisinde mi göstermek zorunda...

Tülin Özen, ‘sevgili’yi metindeki tüm derinlik ve incelikleri ortaya çıkararak oynuyor. Tülin Özen olsun, Bayrak’daçok beğendiğim ve bu oyunda karşomoza farklı bir beden dili ve farklı bir şiveyle çıkan Ozan Çelik (Ali) olsun, “büyük rol küçük rol yoktur, büyük oyuncu, küçük oyuncu vardır” özdeyişinin canlı kanıtları.

Oyunun pek çok tiyatro yazarı ve eleştirmen tarafından ‘yılın en iyisi’ olarak görülmesindeki iki etkenden biri Berkun Oya’nın metni ise diğeri de Öykü Karayel’in her türlü övgünün üstündeki Ayşe’si. Karayel’in, ona birçok ödül getiren Ayşe yorumu gerçekten de kusursuz. Henüz 22 yaşındaki bu genç oyuncu, henüz konservatuar öğrencisi iken “Güzel Şeyler Bizim Tarafta” oyunu için yapılan seçmelere katılmış ve 30 aday arasından Ayşe rolü için seçilmiş.

Berkun Oya da Ayşe’yi çok önemsemiş olacak ki bütün sevmesini bilmeyenlere onun tokat gibi final repliğiyle bir sevgi dersivermiş: “Abla filmi niye sevmedi abi? Ben bir kere film seyrettim, çok sevdim. Bir tepede Ali ile oturuyorduk ve perdenin sadece yarısını görüyorduk ama bize yetti. Çünkü bütün güzel şeyler bizim taraftaydı.”

Kimi zaman insan çok beğendiği bir oyun için pek fazla bir şeyler söyleyemiyor. Güzel Şeyler Bizim Tarafta için söylenecek tek şey: eğer henüz görmediyseniz,  mutlaka gidin ve görün, yok zaten izlemişseniz, sadece oyunculuklar için değil, Oya’nın çok katmanlı metninde yeni yeni keşifler yapmak için de bir kez daha izlemeye çalışın.

Hepinize iyi seyirler.