Hesaplaşmalarım

Cumhuriyet ile yaşıt, imzası ‘Eyüp’ ile bütünleşen ünlü ressamımız Naile Akıncı’nın 2009-2011 döneminde, karışık teknik yöntemi ile oluşturduğu son yapıtları ‘Hesaplaşmalarım’ başlığı ile Evin Sanat Galerisi’nde sergilendi

Tamara PUR
8 Şubat 2012 Çarşamba

Sizinle en son Şubat 2004’de, Artist 13. İstanbul Fuarına ‘Onur Sanatçısı’ seçildiğinizde görüşmüştük. O dönemden bugüne yıllar üretkenliğiniz, azminiz ve yaşama coşkunuzdan hiçbir şey eksiltmemiş. 2004’den bu yana birçok ödül aldınız. 2010 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi tarafından Türk sanat yaşamına yaptığınız katkılardan dolayı ‘Akademi Ödülü’ verildi.

Biliyoruz ki, Eyüp ve Haliç’i yeniden yorumlarken olumsuz yapılaşmadan kendinizi soyutluyorsunuz. Kendi estetik değerlerinizi aşmak öncelik kazanıyor. Konu ikinci planda kalıyor.

 Son serginiz ‘Hesaplaşmalarım’da, sorgulamalarınız ve yol haritanızdan bahseder misiniz?

İltifatlarınız ve gösterdiğiniz nazik ilgiden ötürü size ve değerli Şalom gazetesine teşekkür ederim. Benim sanatımı ve sanatsal icramı sorgulamam yeni olmayıp, yetmiş yılı aşkın bir süredir devam etmektedir. Kanımca, bir sanatçı kişisel hesaplaşmasını bırakır ve “ben en mükemmele ulaştım” derse; öncelikle kendi sanatsal gelişimini engeller ve gerilemeye başlar. Esasen, sanat tarihine göz atılacak olursa, bu tavrın sadece bana özgü olmadığını ve yapıtlarında ‘mükemmeli’ arayan birçok sanatçının bu tavrı benimsediği saptanmaktadır. Örneğin, ünlü Fransız ressamı Pierre Bonnard, devlete sattığı ‘Rouen Katedrali’ konulu dört tuvalden oluşan yapıt dizisi, Paris Modern Sanatlar Müzesi’nde sergilenirken kendisini müze yönetiminden ve bekçilerden gizleyerek yapıtlarını rötuşlamaya tevessül etmiş (girişmek) ve yakalanmıştır. Keza, Hocalarımızdan merhum Nurullah Berk,‘Ustalarla Konuşmalar’ isimli eserinde, bu konuda daha da çarpıcı bir örneğe yer vermekte ve ünlü ressam George Rouault’un sanatının zirvesinde iken yeterli bulmadığı ve geride kalmasını arzu etmediği birçok yapıtını yeniden yorumlanmak bir yana ‘imha’ ettiğini açıklamaktadır. Bu nedenlerden ötürü, özellikle son dört yıllık süreçte art arda geçirdiğim rahatsızlıklar ve zorlaşan sağlık koşullarımla mücadele ederek bir yandan sanatımı sürdürürken; diğer yandan, kendime ve sanatıma duyduğum saygı nedeniyle, yapıtlarımın bir bölümünü ‘farklı’ bir gözle ve yeniden ‘değerlendirmeyi’ gerekli gördüm. Özetle, geride yanlış değerlendirmelere neden olacak ve beni gereği gibi temsil etmeyecek yapıtlar bırakmak istemedim. Size tüm samimiyetimle “inanmadığımı asla yapmadığımı” ve yetmiş yılı aşan sanatsal yaşamımda pişmanlık duyduğum bir sanatsal tavrım olmadığını söyleyebilirim. Ben her zaman ‘izleyicilere’ ve tek yanılmayan yargıç konumunda olan ‘zamana’ güvendim. 

 Resimlerinizde hep şiirsel bir renk skalası var, size özgü… Bunu nasıl yakalıyorsunuz?

Benim gibi Leopold Levy ve Zeki Kocamemi öğretisinden gelen sanatçılarda genellikle desen ve çizgi ön plandadır. Ancak bu sergide kendimi sınırlamaksızın arzu ettiğim her rengi özgürce denemek, renk ve leke arayışlarımı da izleyicilere sunmak istedim. Bir anlamda sanatsal açıdan kendi kendime koyduğum ‘sınırları’ gevşettim. İfadeye çalıştığım bu düşüncelerimin somut örneklerini ‘Atlar’ dizisini oluşturan çeşitlemelerde izleyebilirsiniz.

 2011’de farklı renklerle resmetmiş olduğunuz ‘Atlar’ teması sizin için ne ifade ediyor?

‘Atlar’ ve ‘Kediler’ estetik açıdan beni en çok etkileyen, çocukluğumdan beri tutkuyla bağlı olduğum, en sevdiğim canlılar. Bir anlamda özgür ve vefalı tavırlarıyla beni en çok etkileyen hayvanlar. Çocukluğumdan bu yana hep bir kedim oldu. Ayrıca babam subay, annem de Çerkez kökenli aydın bir kadın olduğundan, onların teşvikleri ile çocukluk ve gençlik dönemimde hep ata bindim. Bu sergiden izlenen ‘At’ temalı çeşitlemelerimin ilk örneği ile, 1973 yılında Cumhuriyetin 50. Yıldönümü nedeniyle düzenlenen yarışmada ilk ödülümü kazandığımdan, ‘At’ temasının benim için daha farklı bir anlamı da var. Aynı kompozisyonu, eskiden beri uygulamayı arzu ettiğim, ancak çeşitli nedenlerle son anda vazgeçtiğim karışık teknik yöntemi ile ve tamamen farklı renk/leke düzenlemeleri ile yorumlamak istedim.

 Türkiye ve dünyadaki resim akımlarını takip ediyor musunuz? Nasıl buluyorsunuz?

Dört yıl öncesine kadar belirli aralıklarla yurt dışına çıkarak çeşitli sanat merkezlerinde ve müzelerde sergilenen yeni akımları izliyordum. Son kez 2007 yılında yurt dışına çıkarak İtalya’ya gittim. Döndükten sonra önce kanser teşhisi kondu ve göğsüm alındı, kırk gün sonra düştüm kalçam kırıldı ve adeta Florence Nightingale Hastahanesi’ne abone oldum. Bu nedenden ötürü artık yurt dışına çıkamıyorum, oğlum ve gelinimin bana getirdikleri, temin ettikleri yayınlarla son akımları takip etmeye çalışıyorum. Son akımları nasıl bulduğuma gelince; ilgiyle izlemek ve anlamaya çalışmakla birlikte, sanatsal ‘ciddiyetin’ ikinci plana itildiğini ve sanatta bir ‘kaos’ ortamının oluştuğunu ve çıkmaza girildiğini düşünüyorum. Ancak, ifadeye çalıştığım sanatsal ciddiyet, asla akademik anlamda bir ciddiyet değildir.   

 Gençlere yaşam felsefenizden neler aktarmak isterdiniz?

Ülkelerine, kendilerine ve mesleklerine karşı duymaları gereken saygıyı asla yitirmesinler. Vefalı olsunlar, ama geçmişe takılıp kalmasınlar; her zaman ileriye yönelip, hep mükemmeli arasınlar. 

 Eklemek istediğiniz bir konu var mı?

Beyoğlu Özel Musevi Lisesi’ndeki hocalık sürecimden geride kalan tüm dostlarıma ve sevgili öğrencilerime kucak dolusu sevgilerimi iletmenizi rica ederim. Ayrıca, hep yakın ilgi ve desteklerini gördüğüm yöneticilerden, öğretmen arkadaşlarımdan ve beni hep izleyen vefalı öğrencilerimden sonsuzluğa göçenlerin ışıklar içerisinde yatmalarını dilerim.

 Teşekkür ederiz. Çok geçmiş olsun. Dileriz sanatınıza saygınız, vefanız ve azminiz nice gence, hepimize yol haritası olsun.