Bu hafta ağımıza takılanlar

Paul Auster’ın davranışını “Yahudiliğine” bağlamak en basitinden ırkçılıktır. Belki “rating” yapar, alkış bile alır; ama “kin ve nefret söylemi”nin en ucuz örneklerinden birisidir. Bu örnek de medyamızın kara listesine eklenmiştir. OKAY GÖNENSİN /Vatan Gazetesi

İzak BARON Diğer
8 Şubat 2012 Çarşamba

Bu Haftanın “Takılanlar”ı

ORTADOĞU, SON DERECE TEHLİKELİ BİR BATAKLIKTIR. FİLİSTİN SORUNU DA ÇÖZÜLMESİ ÇOK GÜÇ DİĞER BİR BATAKTIR. BU BATAĞA BÖYLESİNE BOĞAZIMIZA KADAR GİRMEMİZİN BİZLERE NE KAZANDIRACAĞINI ANLAYAMIYORUM. ÖNEMLİ BİR YARAR DA GÖREMİYORUM

Unutmayalım ki Hamas tartışmalı bir partidir. Gazze’deki Filistinliler için “Kurtarıcı”, Batı Şeria’daki Filistinliler için El Fetih'in düşmanıdır. Özellikle İsrail yanlısı birçok ülke tarafından ise sivilleri de öldüren bir “Terör örgütü” olarak kabul edilir. Türkiye için ise Hamas, Gazze'de seçimleri kazanmış, Filistin halkını temsil eden “yasal” bir partidir. Şimdi isterseniz gelin, Hamas'ın bürolarını Ankara'ya taşımasının bize ne yararı olacağına, ne zarar verdirebileceğine bakalım. Yani, çıkarımız nedir onu sorgulayalım:

     ( - )

- Türkiye eskiden, Filistin sorununun tüm tarafları ile görüşebilen bir ülke olarak etkin bir konumdaydı. Bu konumunu, Mavi Marmara olayıyla önemli ölçüde kaybetmişti. Hamas'ın Ankara'ya gelişiyle tam olarak TARAF durumuna düşecek ve eski etkinliği tümüyle bitecek.

- ABD ile ilişkilerindeki kuşkular artacak. İsrail ile ilişkileri bir daha düzeltilemez aşamaya girecek. Ak Parti iktidarının Türkiye'ye eksen kaydırdığı tartışmaları yeniden başlatılacak.

- Türkiye, Hamas'ın Gazze'deki faaliyetlerini, işgal altındaki topraklara saldırılarını kontrol edemeyecek, dolayısı ile atılan her füze veya her saldırı sonrasında birçok başkent Ankara'ya dönecek, hatta suçlayacak.

     ( + )

 - Türkiye 'nin uluslararası profili özellikle İslam ülkeleri arasında yükselir.

 - Filistin anlaşmazlığının çözümü pazarlıklarındaki rolü, çok abartmayalım ancak, belirli bir oranda artar.

 -  Bölgedeki dengeler içinde, Ankara'nın ne dediği biraz daha fazla dinlenir.

Özetlemek gerekirse, Hamas' a ev sahipliği yapmanın riskleri daha fazlaymış gibi görünüyor. Götürecekleri, getireceklerinden daha fazla. Hele El Fetih-Hamas ortaklığı gerçekleşirse, Türkiye'nin avantajları daha da azalacaktır. El Fetih' in ağırlığı kendini hissettirecektir. Tabii bu arada, başta Mısır ve Ürdün gibi, Filistin sorununun ağırlığını en fazla taşıyan Arap ülkelerinin Türkiye' ye bakışlarının da değişeceğini unutmamamız gerekir. Bu ülkeler, kendi arka bahçeleri olarak gördükleri bu alana Türkiye' nin girmesinden rahatsızlık duyacaklardır.

Orta Doğu, son derece tehlikeli bir bataklıktır.

Filistin sorunu da çözülmesi çok güç diğer bir bataktır.

Bu batağa böylesine boğazımıza kadar girmemizin bizlere ne kazandıracağını anlayamıyorum. 

Önemli bir yarar da göremiyorum.

Mehmet Ali Birand

http://gundem.milliyet.com.tr/hamas-turkiye-ye-ne-getirir-ne-goturur-/gundem/gundemyazardetay/01.02.2012/1496331/default.htm

DEVLET TELEVİZYONLARI ‘’SHOAH’YI’’ YAYINLADIĞI İÇİN TÜRKLER SİYONİST OLMAMIŞLARDIR. BİR SÜNNİ TÜRK YERİNE BİR TÜRK YAHUDİ’Sİ TÜRKİYE’Yİ ŞARKI YARIŞMASINDA TEMSİL EDECEĞİ İÇİN FİLİSTİNLİ KARDEŞLERİNE DE İHANET ETMİŞ DEĞİLLERDİR

Devlet televizyonları ‘’Shoah’yı’’ yayınladığı için Türkler Siyonist olmamışlardır. Bir Sünni Türk yerine bir Türk Yahudi’si Türkiye’yi şarkı yarışmasında temsil edeceği için Filistinli kardeşlerine de ihanet etmiş değillerdir.

Aynı şekilde sosyal medyadaki yoğun protestolar ve B. Bonomo’nun adaylığı üzerinden içerdikleri kin, Türkiye’nin hâlâ bir vatandaşının inancıyla uğraşmaktan yüz yıl uzak olduğunu hatırlatmaktaydı.

B. Bonomo’nun kendisiyle yapılan birçok röportajda inancıyla ilgili yorumda bulunmaktan kaçınması bana birkaç ay önce İsrail haber sitesi Ynetnews.com sitesinde okuduğum bir makaleyi hatırlattı (‘’Yahudi, Türk, İsrailli’’ 17 Kasım 2011). Türk Yahudi’si olan yazar kız şöyle yazıyordu: ‘’…İsrailli kimliğimi bırakın, Yahudi kimliğimi tartışmaya hiç ihtiyacım olmadı… İsrail ile bağlantısı olan bir Yahudi ailesiyiz ve bir Türk ailesi olarak din serbestisi, gelenek ve ibadet özgürlüğünden olabildiğince yararlanıyoruz. Dini bayramlar ve tatiller, Yahudi okulları, sinagoglar ve okul sonrası Yahudi kulüpleri her şey apaçık ve korkuya neden olmaksızın…’’

Tam da yazarın benim yaşamakta olduğum Türkiye’den başka bir ülke tasvir ettiğinden şüphelendiğim bir sırada onun son satırı aynı Türkiye olduğunun kanıtıydı: ‘’Türkiye’yi çok sevmeme rağmen, anonim kalmayı tercih ettim zira işte bilirsiniz…’’

Tamam, biliriz… 

Burak Bekdil

http://www.hasturktv.com/turkiyede_bugun/3280.htm

İngilizce orijinali:

http://www.hurriyetdailynews.com/jewish-turkish-israeli-.aspx?pageID=449&nID=12723&NewsCatID=398

HİÇBİR UNSURU GERÇEK OLMAYAN BU ANTİSEMİT KOMPLO TEORİSİNE İNANAN ÇEVRELER 5816 SAYILI ‘ATATÜRK ALEYHİNE İŞLENEN SUÇLAR HAKKINDA KANUN’ NEDENİYLE ATATÜRK’Ü AÇIK BİR ŞEKİLDE ELEŞTİREMEDİKLERİNDEN MUNİS TEKİNALP’İ GÜNAH KEÇİSİ İLAN ETMEYİ TERCİH ETTİLER.”

“Peki” dedim, “Rıfat Bey, rejimin gayrimüslim politikaları size göre nasıl oluştu, mimarlar kimdi?”

Öncelikle Bali, gayrimüslimlere yönelik tayin edilmiş ‘sistematik bir kötü muamele’ olduğunu düşünmüyor. Şöyle izah ediyor: “Tek parti döneminde azınlıklar ticaret ve sanayi âleminde halen ‘görünür’ idiler. Bu ‘görünür’ olma gayrimüslimleri birer ‘yurttaş’ yerine birer ‘gayrimüslim’, kendilerini de ‘bu vatanın asli sahibi’ olarak gören dönemin liderleri ve de toplumu tarafından kabul edilemedi. Edilemediği için malum olaylar cereyan etti. 1946’dan sonra günümüze kadar gelen dönemde azınlıkların maruz kaldıkları bütün hazin olayların arka planında ise üç ana neden yatar:

(a) Azınlıkların aktörü olmadıkları ve de kontrol edemedikleri ulusal ve uluslararası konjonktürdeki olumsuz gelişmelerden (örneğin Kıbrıs ihtilafı, ASALA’nın cinayetleri, İsrail-Filistin sorununun yarattığı savaşlar gibi) etkilenmeleri ve çaresiz birer rehin veya rehineye dönüşmeleri,

(b) Nüfuslarının son derece azalmış olması sebebiyle ‘azınlık oyları’nın milletvekili seçimlerinde hiçbir belirleyici öneme sahip olmaması,

(c) Seçim sonuçlarını asıl belirleyen kitlenin milliyetçi ve muhafazakâr çizgideki seçmen kitlesi olmasından ötürü iktidarların azınlıklar lehine kararlar almaya cesaret edememeleri.”

Şöyle tarif etti Tekinalp’i: “O, gayrimüslimlere Türkleşmeleri halinde yurttaş kabul edileceklerini vaat eden Cumhuriyet’e, laikliğe ve Kemalizme gönülden inanmıştı. Türkiye’deki İslami hareketin canlanıp 1950’den itibaren laikliğe ve Kemalizme muhalefet yapmaya başlamasıyla birlikte bu çevrelerde komplo teorisini andıran antisemit bir popüler kanaat gelişmeye başladı.

Bu kanaate göre Sultan II. Abdülhamid, Siyonist lider Theodor Herzl’in Yahudi göçmenlerin Filistin’e yerleşmeleri talebini reddettiğinden bir Dönme-Siyonist-farmason komplosu sonucunda tahttan indirilmişti. Dolayısıyla Osmanlı devleti bu Siyonist komplo sayesinde çökmüştü. Hilafetin lağvı ve laikliğin ‘dayatılması’ ise Lozan Barış Konferansı’na katılan Türk heyetinde müşavir sıfatıyla yer alan Osmanlı’nın son hahambaşısı Haim Nahum’un İsmet Paşa’yı kandırmasının sonucuydu. Cumhuriyet’i kuran ve ‘laikliği dayatan’ Mustafa Kemal Selanikli, başka bir tabirle, Dönme idi. 1936’da Kemalizm kitabını yayımlayan, kitabın bir bölümüne ‘Kahrolsun Şeriat’ başlığını koyan ve de Munis Tekinalp adıyla tanınan şahıs aslında Moiz Kohen adında bir Yahudi’ydi.

Bütün bu unsurlar yan yana getirildiklerinde laikliğin Yahudi liderlerin Türk halkının arzusunun aksine topluma zorla yerleştirdikleri bir ‘dayatma’ olduğu aşikârdı. Hiçbir unsuru gerçek olmayan bu antisemit komplo teorisine inanan çevreler 5816 sayılı ‘Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun’ nedeniyle Atatürk’ü açık bir şekilde eleştiremediklerinden Munis Tekinalp’i günah keçisi ilan etmeyi tercih ettiler.”

Ezgi Başaran

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1077478&Yazar=EZGI-BASARAN&CategoryID=97

DÜŞÜN, BURADA 20 BİN YAHUDİ KALDI; TEL AVİV’DE TÜRKÇE KONUŞULAN BİR KULÜP VAR, ONLARIN 120 BİN ÜYESİ VAR! 20 BİN BURADA, 120 BİN ORADA...

Büyük toplumun baskısı hepimizi susturdu. Düşün bir, Anadolu’da iki milyon Rum, iki milyon Ermeni vardı. Yahudiler? Düşün, burada 20 bin Yahudi kaldı; Tel Aviv’de Türkçe konuşulan bir kulüp var, onların 120 bin üyesi var! 20 bin burada, 120 bin orada... Türkiye toplumu henüz idrak edemedi ne kadar fakirleştiğini. Bugün Türkiye Avrupa’nın en fakirleri arasında hâlâ. Almanya’da kişi başına milli gelir 50 bin dolar, biz burada 10 bin dolara ulaştığımız için şişinip duruyoruz.

İshak Alaton

http://www.agos.com.tr/inkr-oldurmekten-daha-cok-aci-verir-580.html

BAŞARISIZLIK NOKTASINA SÜRÜKLENDİKLERİNDE İSRAİL VE BATI KARŞITLIĞI ÜZERİNDEN 'POPÜLİST' BİR SİYASETE YELTENMELERİ DE KAÇINILMAZ OLUR

Şimdi ise İslamcılar hem demokratik ve özgürlükçü bir rejim yapımına katkıda bulunmak zorundalar hem de halk için hizmet üretmek. Bunlardan birincisinde isteksiz göründüklerinde 'eski rejim'i İslamcıların önünü kesmekte haklı çıkarmış olacaklar. Ayrıca bölgedeki değişim sürecini demokratikleşme ekseninden çıkarıp İslamileşme parantezine alarak zora sokacaklar.

İkincisi, iktidara gelen İslamcı partiler refah ve hizmet üretebilecekler mi? Halkın somut sorunlarına çözüm bulmak zorundalar. Ekonomik kaynakları iyi yönetmek, yeni kaynaklar üretmek ve halkın refahını yükseltmek... Bu yönde çok büyük bir beklentinin olduğunu unutmayalım. Mısır'da ve Tunus'ta seçimleri kazanan İslamcı hareketlerin 'devlet yönetme tecrübesi' yok. Bu bir avantaj olabileceği gibi dezavantaj da olabilir. Sonuçta 'sorun çözme' kapasitesini geliştiren İslamcı partilerin daha rasyonel ve pratik bir zeminde siyaset yapmasıyla karşılaşabiliriz. Ancak başarısızlık noktasına sürüklendiklerinde İsrail ve Batı karşıtlığı üzerinden 'popülist' bir siyasete yeltenmeleri de kaçınılmaz olur.

İhsan Dağı

http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1239483&title=seriati-savunmak

SANKİ AUSTER, “TÜRKİYE’YE DEĞİL İSRAİL’E GİDECEĞİM” DEMİŞ GİBİ, “DEMOKRATİK OLMAYAN ÜLKELERE GİTMEZMİŞ, İSRAİL’E GİDERSİN AMA” BİLE DEDİ, OKUMUŞSUNUZDUR. HERHALDE AUSTER’İN MUSEVİLİĞİNİ DE HATIRLATMAK İSTEMİŞTİR

Oysa Auster, ne mutlu ki, Türkiye’ye karşı da duyarlı olan “iyi” biri. Aldırmayabilir, örneğin, yapılan kimi davetleri kabul edip gerçekleştireceği Türkiye ziyaretini hem ticari hem de turistik bir avantaja çevirebilirdi. Türkiye gibi, kendisine “kaşının üstünde gözün var” diyenlerden de pek haz etmeyen bir ülkede kitaplarının okunmamasını bile göze alıyor oysa. Yani Başbakan’dan ne kadar farklı bir kişiliği var. Faydacı bir mantık gütmüyor. Olaylara, “ihtiyaç/muhtaçlık” zaviyesinden bakmıyor. Bu iyi bir karakterin ipuçlarıdır.

Çıkan fırsatı seçmenin “güçlü başbakan” özlemini iyice gidermek için kullanayım derken, karşısına aldığı kişiden altından kalkamayacağı yanıtlar alıyor Erdoğan. Bence seçmeninin çok hoşuna gittiğini sandığı imajını yerle yeksan ettiğinin farkında değil. Paul Auster, eleştirilerini sıralarken ağzından tek bir İsrail sözcüğü çıkmadığı halde Erdoğan, sanki Auster, “Türkiye’ye değil İsrail’e gideceğim” demiş gibi, “demokratik olmayan ülkelere gitmezmiş, İsrail’e gidersin ama” bile dedi, okumuşsunuzdur. Herhalde Auster’in Museviliğini de hatırlatmak istemiştir.

İnsan dikkatli konuşmalı, girdiği diyalogda muhatabından, kendisini mahcup edecek karşılıklar almama konusunda biraz usta olmalıdır. Auster, Erdoğan’ın bu sözlerine yanıt verirken tabii ki “ister giderim, ister gitmem” demedi. Muhatabını pek bir mahcup eden yanıttır verdiği: “İsrail’de tek bir tutuklu gazeteci yok, oraya elbette giderim”.

Mustafa Kemal Erdemol

http://haber.sol.org.tr/yazarlar/mustafa-kemal-erdemol/istersen-51179

AUSTER GİBİ BİR KALEM ERBABINDA BİLLÛRLAŞMIŞ TÜRKİYE İMGESİNİ İŞİN İÇİNE İSRAİL’İ SOKARAK GARGARAYA GETİRMEK DE HALİMİZİ HAFİFLETMEK ANLAMINA GELMİYOR

2010 Haziranında, Mavi Marmara katliamının hemen ardından, Express’e hapis ve para cezası kararının dumanı üstündeyken derginin kapağından sormuştuk: “Bu dergi İsrail’de çıksaydı…”

Şöyle demişiz 112. Meram’da: “Mavi Marmara katliamından beri Türkiye medyası İsrail’in muhalif seslerine kulak kesiliyor, başta Ha’aretz olmak üzere muhalif basından iktibas yapıyor. Zehir zemberek yorumlar; İsrail hükümeti ve ordusu topa tutuluyor, ahmaklıktan giriliyor, canilikten çıkılıyor. Ve akla ister istemez şu soru geliyor: Aynı şeyler Türkiye hükümeti ve ordusu için yazılabilir mi?

Express İsrail’de yayınlansaydı, aşağı yukarı Ha’aretz’in söylediklerini söylerdi. Ve ne hapse mahkûm edilirdi ne de para cezasına. Maçlarda polis taraftarlara copla giriştiğinde tribünlerden yükselen standart tezahürat bir ironi olarak duruyor önümüzde: Burası Türkiye, İsrail değil!”

İsrail’de Filistinliler benzer bir yayın çıkarsa akıbeti ne olur, ayrı konu, ama Auster gibi bir kalem erbabında billûrlaşmış Türkiye imgesini işin içine İsrail’i sokarak gargaraya getirmek de halimizi hafifletmek anlamına gelmiyor doğrusu.

Merve Erol

http://birdirbir.org/blog/yayin/guncel/auster-erdogan-polemigi/#more-1044

İSRAİL, BİR “YAHUDİ ULUS-DEVLETİ”DİR AMA “DİN DEVLETİ” DEĞİLDİR

Dil ve uslup bir yana, Başbakan’ın söyledikleri olgusal olarak doğru da değil. Bir kere Paul Auster her şey olabilir ama herhalde “cahil” sıfatı onun üzerine oturmaz. Paul Auster’ın“cehaleti”ne örnek olarak gösterilen İsrail’in “tam bir din devleti” olduğu değerlendirmesi yanlış. İsrail, bir “Yahudi ulus-devleti”dir ama “din devleti” değildir.

İsrail’in kuruluşuyla, kurucu kadrolarıyla, kurucu ideolojisiyle ilgili en ufak bir fikri olanlar, İsrail’in “tam bir din devleti” olmadığını bilirler.

Böyle bir uslup ile ve yanlış bilgilerle konuşarak, Paul Auster’ı“azarlayan” bir Başbakan, uluslararası algıda sorduğu sorunun cevabını da üretmiş olur; evet, Türkiye irtifa kaybeder.

Cengiz Çandar

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/19843205.asp

PAUL AUSTER’IN DAVRANIŞINI “YAHUDİLİĞİNE” BAĞLAMAK EN BASİTİNDEN IRKÇILIKTIR

“Sana ne” diyenlerin dünyası iyice gerilerde kalırken, Ankara’dan ağır bir “sana ne” sesi yükseldi. “Sana ne” diyen, Başbakanımız Tayyip Erdoğan; “sana ne” denilen de Paul Auster, Amerikalı yazar.

Paul Auster da bir dünyalı olarak Türkiye’de ifade özgürlüğü sıkıntıları olduğunu biliyor, buna tepkisini göstermek ve durumu bilmeyenlerin dikkatini çekmek için “Türkiye’ye gelmeyeceğini” söyledi.

Başbakan’ın Auster’a cevabı “gelsen ne olur, gelmesen ne olur” olmuş. Yani “Sana ne” diyor...

“Filistin benim sorunum” diyen, “Suriyeli insanların sorunu benim sorunum” diyen bir kişi, Paul Auster’e “sana ne” diyorsa, ortada bir “tutarlılık sorunu” var demektir.

Paul Auster’ın davranışını “Yahudiliğine” bağlamak en basitinden ırkçılıktır. Belki “rating” yapar, alkış bile alır; ama “kin ve nefret söylemi”nin en ucuz örneklerinden birisidir. Bu örnek de medyamızın kara listesine eklenmiştir.

Okay Gönensin

http://haber.gazetevatan.com/Haber/428382/1/Gundem

“BEN TEBAAMDAN MÜSLÜMANLARI CAMİDE, HIRİSTİYANLARI KİLİSEDE, YAHUDİLERİ HAVRADA GÖRMEK İSTERİM. ARALARINDA BAŞKA BİR FARK YOKTUR”

İstanbul’un Türkler tarafından fethi Batı dünyasında ‘Hıristiyanların başkenti’nin fethi gibi algılansa da Fatih Sultan Mehmet bu fetihe dini saiklerden çok siyasi hedeflerle yaklaşmıştır. Bu bağlamda Fatih İstanbul’u aldıktan sonra Hıristiyanlığı bu şehirden silip atmak bir yana, dışarıdan pek çok Hıristiyan’ı ve Yahudi’yi başkente çekmiştir. Fatih de, ondan sonra gelen padişahlar da kendilerini sadece Müslümanların değil, dinleri ne olursa olsun ‘tüm Osmanlıların idarecisi’ olarak görmüşlerdir. Nitekim II. Mahmud Osmanlı’nın dinlere bakışını şu sözlerle özetlemiştir: “Ben tebaamdan Müslümanları camide, Hıristiyanları kilisede, Yahudileri havrada görmek isterim. Aralarında başka bir fark yoktur”.

Sedat Laçiner

http://www.stargazete.com/yazar/sedat-laciner/osmanli-hosgorusu-haber-422023.htm

İSRAİL İŞÇİ PARTİSİ’NİN ESKİ LİDERİ EHUD BARAK, MİLYONLARCA İNSANIN YOK EDİLMESİNE İSYANINI, ANIMSAYABİLDİĞİM ŞU SÖZLERİYLE DİLE GETİRİYOR: “SIRF YAHUDİ OLDUĞU İÇİN MİLYONLARCA İNSAN YAKILIRKEN İNSANLAR SEYRETTİ. BİZİM DÜNYAYA ÖDEYECEK BORCUMUZ KALMADI.” 

Genel geçer bir yargı egemendir Müslüman ve de Hıristiyan dünyada…  “Dünyadaki kötülüklerin kaynağı Yahudilerdir” diye… Biraz daha kibarları yani ırkçı olmayanlar, Yahudilik yerine Siyonizm demeyi tercih ederler. 

Gerçekten böyle midir? Bugünkü İsrail’in uygulamalarına bakıldığında, bu kanıyı güçlendirecek durumlar apaçık karşımıza çıkıyor. 

Bombalar, füzelerle insan kıyımı, her gün öldürülen Filistinli çocuklar, ekranlarımızda boy gösteriyor. Lübnan yerle bir ediliyor, siviller acımasız savaşın acınası kurbanları olarak karşımıza çıkıyor. ( Lübnan yerine Gazze diye okuyabilirsiniz.)

Bu kadar şiddete hangi duygu, hangi düşünce, hangi uygulama yol açabilir? Filistin-İsrail sorununu doğru anlayabilmek için tarihi yeniden okumakta yarar var. Çünkü tarih, yalan söyleyeni utandırıyor! 

İlk kutsal kitap Tevrat’ta anlatıldığı gibi Firavunların zulmü nedeniyle Musa önderliğinde “Ben-i İsrail Kabilesi” Mısır’dan göç ediyor. 

Musa ve arkadaşları, 40 yıl süren uzun yolculuğun sonunda bugünkü topraklara geliyorlar. Aslında ilk insan yerleşimlerinden biri Kudüs’ün yakınında Eriha’dı. 

Yerli halkla kaynaşan Yahudi nüfus, uzun yıllar bu bölgede yaşıyor. Ancak, bu bölge çeşitli defa istilaya uğrayarak yakılıyor, yıkılıyor. 

Yahudi halkı, dünyanın dört bir tarafına dağılıyor. İşte yaklaşık 2 bin yıl sürecek olan bu göç sırasında Yahudiler yeryüzünün her bölgesinde büyük zulüm görüyor. 

Aslında Yahudi düşmanlığının kökeninde Hıristiyan Avrupa’nın olduğu, genel kabul gören bir yargıdır. Kudüs’ten Avrupa’ya göç eden Yahudiler, İsa’yı ihbar ettiğine inanan Hıristiyanlar tarafından Avrupa’nın her köşesinde aşağılandılar. En kötü işlerde çalışıp, en berbat koşullarda yaşamaya başlayan bu kavme, Avrupa’nın çingeleri gözüyle bakılıyordu. 

Kent varoşlarında tefecilik yapan Yahudiler, sıradan Avrupalının nefretini arttırıyordu. Ama derebeylik yıkılıp, zenginlik kentlere akmaya başlayınca durumlar değişti. Kapitalizmin doğuşu ve paranın tanrılaşmasıyla birlikte, “yükte hafif, pahada ağır” şeylere sahip olan Yahudiler zenginleşmeye başladı. 

Birinci kuşak Yahudiler’in kötü işlere bulaşmasının ardından ikinci kuşak Yahudiler tüccar, doktor, avukat gibi en önemli mesleklere sahip oldular. 

Avrupa’nın yerleşik halkları bu kez, “dünkü Yahudi, bugün bizi yönetmeye başladı” diye nefretlerini arttırdılar. 

Bu nefretin üzerine Naziler de, “uygarlıklar yüzyılı” diye adlandırdıkları yirminci yüzyılda Yahudilere soykırımı gerçekleştirdiler. Sırf Yahudi olduğu için milyonlarca insan fırınlara atıldı, diri diri yakıldı. Türkiye nüfusunun 20 milyon olduğu o yıllarda Avrupa’da 7 milyon civarında Yahudinin yok edilmesinin ne anlama geldiğini düşünebiliyor musunuz? 

İsrail İşçi Partisi’nin eski Lideri Ehud Barak, milyonlarca insanın yok edilmesine isyanını, anımsayabildiğim şu sözleriyle dile getiriyor: “Sırf Yahudi olduğu için milyonlarca insan yakılırken insanlar seyretti. Bizim dünyaya ödeyecek borcumuz kalmadı.” 

Gelelim bugüne… Artık, İsrail Devleti’nin varlığını kabul ederek, bir çözüm düşünmek gerek. Yıllar yılı Araplar ve İslam dünyası, İsrail devletinin varlığını hiçe sayan bir politika izlediler. Bunun çözüm olmadığı ortaya çıktı. 

Ulus devlet çağında kendilerine toprak arayan Yahudiler, yaklaşık yüz yıl önce İngiliz hükümetinin de desteğiyle Filistin topraklarına yerleşmeye başlamıştı. Birleşmiş Milletler tarafından tanınarak bağımsız bir devlet kurmalarının üzerinden ise 50 yıldan fazla zaman geçti. Ortada fiili bir durum var. Araplar, amcalarının oğlu olan Yahudilerle anlaşmalı, Ortadoğu’da barış egemen olmalıdır. 

Yüksel Baysal

http://www.yenieksen.com/makale/yuksel-baysal/bir-kez-daha-yahudiler-ve-srail-uzerine/242.html

SANKİ KARŞIMIZDA HER ŞEYİN ALTINDA “YAHUDİ KOMPLOSU” ARAYAN PARANOYAK BİR İSLÂMCI VAR! İSHAK ALATON HER VARLIK VERGİSİ KONUSU AÇILDIĞINDA, BABASI HAYİM BEY’İN AŞKALE’YE YOLLANDIĞINI HÜNGÜRDEYEREK ANLATIR. PEKİ, EĞER TEKİNALP’İN ARZULADIĞI “ANAYASAL VATANDAŞLIK” ANLAYIŞI HAYATA GEÇMİŞ OLSAYDI, BU REZİLLİKLER YAŞANIR MIYDI?

Tekinalp, gayrimüslimlere saldırgan bir biçimde “Türkçe konuş!” diye bağıran milliyetçi tosuncuklara “Tamam, Türkçe konuşacağım. Ama siz de benim anayasal vatandaşlık haklarımı tanıyın. Acaba, sizler bizim Türkleşmemizi istiyor musunuz? Bizi aranıza almaya hazır mısınız” sorusunu sormaktadır. Tabii ki bu soruların cevabı olumsuzdur. 2009 yılında bir Ermeni gencinin AB Genel Sekreterliği’ne memur olarak atanmasının haberi Hürriyet gazetesinde manşetten veriliyorsa, Tekinalp’in 1928 yılındaki çıkışının hâlâ güncelliğini koruduğunu söyleyebiliriz.

Türkleştirmeyi önce kendine uygulayan Tekinalp, “Munis” ismini alır. Tekinalp’in bu çıkışları Yahudi cemaati içinde rahatsızlık yaratmıştır. Düşmanları çoğalmıştır. Rıfat Bali’nin Bir Günah Keçisi: Munis Tekinalp başlıklı kitabının piyasaya çıktığı günlerde, nedense elinde Marx ve Engels’in kitapları ile poz veren İshak Alaton, Radikal’den Ezgi Başaran’ın sorduğu “Kemalist Rejimin gayrimüslim politikası, sadece imparator artığı olmanın kompleksiyle açıklanabilir mi” sorusuna şu cevabı veriyordu:

“Hayır. Bu işin bir sorumlusu belli: Selanikli Yahudi dönmeleri! Çünkü en şiddetli İttihatçılar onların içinden çıktı. Munis Tekinalp mesela. Türkleştirme ve diğer Türk olmayanları ifna etme [yok etme] felsefesini yazan bu adam. Yani gayrimüslimlere karşı bu muamelenin proje mimarı bir Yahudi. Bundan büyük rezillik olur mu?” (23 Ocak).

Sanki karşımızda her şeyin altında “Yahudi Komplosu” arayan paranoyak bir İslâmcı var! İshak Alaton her Varlık Vergisi konusu açıldığında, babası Hayim Bey’in Aşkale’ye yollandığını hüngürdeyerek anlatır. Peki, eğer Tekinalp’in arzuladığı “anayasal vatandaşlık” anlayışı hayata geçmiş olsaydı, bu rezillikler yaşanır mıydı?

Alaton, ne yazık ki bunları göremiyor!

Ayhan Aktar

http://duzceyerelhaber.com/kose-yazi.asp?id=6307&ayhan_aktar-tekinalp

Netten okumalar

RÜZGÂR HAS KÖY İÇİN ESİYOR – ÖZLEM SOĞUKDERE

http://www.tempoonline.com.tr/haberdetay/57586.aspx

24 YAŞINDA 'ŞEFFAF' BİR PARTİ LİDERİ: MARİNA WEİSBAND

http://www.ntvmsnbc.com/id/25318149/

HEDEFTEKİ ÜLKE! – ALİ BULAÇ

http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1238947&title=hedefteki-ulke

ÇERMİK’TEKİ SİNAGOGLA İLGİLİ BİRŞEY YAPAMAZ MIYIZ? – MÜSLÜM ÜZÜLMEZ

Değişik kaynaklarda ve internette Çermik’teki sinagogla ilgili yazılanlarda doğrular ve çarpıtılan yanlış bilgiler iç içe geçmiş. Dahası yayınlanmış yazılı metinlerin ve internet ortamında yer alan bilgilerin çoğunluğu “kes, kopyala, yapıştır” yöntemiyle yazılmış. Akademik çalışmalar ise içler acısı bir durumda. Üniversitelerin, “bilimin öldüğü veya öldürüldüğü yer”ler olduğunu göstermekte. Yapılan akademik çalışmalarda kara cahillikler bile bulmak mümkün. Bir üniversite lisans bitirme tezinde tarih öğrenimi gören bir öğrenci sinagog fotoğrafının altına “Yahudilerin kilisesi”[2] diye yazmış ve danışman öğretim görevlisi de onaylamış. “Yahudilerin Camisi” diye yazılsaydı, belki ne demek istediği daha iyi anlaşılırdı. Burada bilgisizlik mi, yanlışlık mı, kasıt mı var bilemiyorum. Bildiğim Türk Üniversitelerinin kısırlaştığıdır. Bir ikincisi, sinagogun kapısında yer alan “kitabe” ile ilgili yazılı olanlardır. Yazılanların bir kısmında kitabelerin okunamadığı, bir kısmında kitabenin Süryanice olduğu, bir kısmında ise hangi dilde yazıldığının bilinmediği yazılmakta veya anlatılmakta. Üçüncüsü, sinagogun ne zaman ve kimler tarafından yapıldığının bilinmediği yazılmaktadır.

Bunları yazanlar eğer birazcık zahmet edip Diyarbakır: Müze Şehir[3] kitabında (s.367-389) ve internet ortamında mevcut olan Rıfat N. Bali’nin “Diyarbakır Yahudileri” başlıklı yazısını okumuş olsaydılar, kitabenin okunmuş olduğunu, Süryanice veya bilinmeyen bir dilde değil, İbranice yazılmış olduğunu ve ne zaman ve kimler tarafından yapıldığını öğrenmiş olurlardı.

http://www.sivildusunce.com/2012/02/cermikteki-sinagogla-ilgili-birsey-yapamaz-miyiz/

KOMŞULARLA SIFIR SORUN: YENİDEN – RİCHARD FALK

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1239968&title=komsularla-sifir-sorun-yeniden&haberSayfa=1

GAZ'I ALAN UÇUYOR - ALEGRESSE DELAİL

http://www.hasturktv.com/turkiyede_bugun/3286.htm

PAUL AUSTER YALAN SÖYLÜYOR!.. – ARDAN ZENTÜRK

http://www.stargazete.com/dunya/yazar/ardan-zenturk/paul-auster-yalan-soyluyor-haber-421692.htm

POL OSTIR – YILMAZ ÖZDİL

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/19848074.asp

MAYMUN TAKLİDİ YAPANA KARIŞMAMALI MI? – M.ŞÜKRÜ HANİOĞLU

http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/hanioglu/2012/02/05/maymun-taklidi-yapana-karismamali-mi

KAN LEKESİ, VİCDAN KİRİ – MİNE G. KIRIKKANAT

http://www.mgkmedya.com/kan-lekesi-vicdan-kiri

Ladino / Seyredin

GUY ZU-ARETZ - PRİNCE OF LADİNO

http://www.youtube.com/watch?v=JaanOCuwefE&feature=related

Netten seyredin

İZMİR’İN KÜLTÜREL YAŞAMINA MUSEVİ TOPLUMU DESTEK VERİYOR

http://www.efe.net/2012/02/02/izmirin-kulturel-yasamina-musevi-toplumu-destek-veriyor/