Bu hafta ağımıza takılanlar

'1027 Filistinli'ye bedel' olan Şalit'i ve olayın kendisini 'efsane' kılmak için abartıya müsait fazlasıyla yeterli bir durum var ortada...ALİ SAYDAM Türk-İsrail ilişkilerinin üzerinden Mavi Marmara’nın gölgesi bir şekilde kalkmadıkça, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun gönlünde yatan en büyük arzulardan biri olsa bile, Ankara’nın Ortadoğu barış sürecinde önemli bir arabuluculuk rolü oynaması pek de mümkün görünmüyor…SEMİH İDİZ

İzak BARON Diğer
19 Ekim 2011 Çarşamba

TÜRKİYE’NİN ORTADOĞU SİYASETİNDE ARTAN ROLÜNÜ ABARTMAK VEYA CİLALAMANIN BİZE FAZLA FAYDASI YOK, TAM AKSİNE ÇEVREMİZDE OLAN BİTENİ DOĞRU DÜRÜST DEĞERLENDİRMEMİZİ ENGELLİYOR

Bu hafta İsrail-Hamas ilişkileri açısından önemli bir gelişme oldu. Beş yıl önce Gazze’ye yapılan bir operasyonda, Hamas tarafından rehin alınan ve yıllardır birçok siyasi pazarlığın konusu olan, Gilad Şalid adlı askerin, binden fazla Filistinli tutuklu karşılığında serbest bırakılmasına karar verildi. Türkiye basınında kısıtlı olarak yer alan bu çok önemli gelişme, işin içine Türkiye’nin ‘arabuluculuk zaferi’ yorumu katılarak verildi.

Oysa Türkiye’nin Ortadoğu siyasetinde artan rolünü abartmak veya cilalamanın bize fazla faydası yok, tam aksine çevremizde olan biteni doğru dürüst değerlendirmemizi engelliyor.

İsrail’in bir süre önce, üstelik iki ülke arasında ilişkiler kötü iken, Türkiye’nin bu konuda inisiyatif almasını istediği doğru, ama bu talep de fazlasıyla ince yoruma muhtaç bir olaydı. Sonrasında Arap baharı, bölgedeki tüm dengeleri büyük ölçüde değiştirdi. Aslında bahar öncesinde yapılan Hamas ve El-Fetih görüşmelerinde de, Mısır öne çıkmıştı. Arap baharı sonrasında, Mısır’ın rolü daha da arttı ve bu durumdan Batı dünyası da, bölgedeki Batı müttefiki ülkeler de fazlasıyla memnun görünüyor. Şalid anlaşması, nihayetinde Mısır ve Alman istihbaratı aracılığı ile bağlandı.

Nitekim cuma günkü yazısında, ‘Türkiye Şalid’i nasıl kurtardı?’ (Hürriyet, 14 Ekim) başlığı ile olayı Türkiye’nin rolünü vurgulayarak yorumlayan İsmet Berkan da ertesi günü ‘Alman arabulucu’dan söz etmek gereğini duydu. Bu anlaşmada kilit rol oynayan Alman istihbaratçısı Gerhard Conrad, daha önce de önemli arabuluculuk süreçlerinde yer almıştı. Bunların, basına yansıyan en önemlisi, 2008 yılında, İsrail için sembolik anlamı büyük olan Samir Kuntar’ın serbest bırakılması anlaşmasıydı. Kuntar 1979 yılında (o zaman FKÖ adına) yapılan ve iki küçük kız çocuğunun da ölümüne neden olan bir baskın eyleminden hükümlü olarak yıllardır İsrail’de tutukluydu. Nerden baksanız tatsız bir olaydı, ama ben o zaman bu dramatik olay hakkında yazdığım için tepki almıştım.

İsrail’in vatandaşlarının canlı ve hatta cansız bedenleri için yüzlerce, binlerce tutukluyu nasıl salıverdiği konusunda hayrete düşenlere, salıverilenlerin içinde, İsrail’in gerçekten de çok canını yakan mahkûmların olduğunu da hatırlatayım ki, Şalid anlaşmasının önemi daha iyi anlaşılsın. Gerçi, Şalid karşılığında salıverilme sözü verilen 1026 Filistinli arasında, siyasi açıdan en önemli isim olan Barguti’nin olmadığı anlaşıldı. Ancak diğer taraftan bu isimler arasında, İsrail toplumu için büyük bir yara olan, 2001 yılında Sbarro pizzacısına yapılan ve 15 kişinin ölümüne neden olan intihar eylemini düzenleyenler arasında olduğu için 16 kez müebbede mahkûm olan Ahlan Tamimi isimli Filistinli kadın eylemci var.

Nuray Mert

http://gundem.milliyet.com.tr/salid-i-kim-kurtardi-/gundem/gundemyazardetay/16.10.2011/1451205/default.htm

HER NE KADAR İSRAİL’İN TÜRKİYE’YE KARŞI TARTIŞILMAZ ÜSTÜNLÜĞÜNÜ ORTAYA KOYUYORSA DA, GERÇEK BİR GÜÇ MUKAYESESİNDE İSRAİL’İN SAHİP OLDUĞU İKİ BÜYÜK TEKNOLOJİK AVANTAJIN DA HESABA KATILMASI GEREKİR

Envanterlerin karşılaştırılması, her ne kadar İsrail’in Türkiye’ye karşı tartışılmaz üstünlüğünü ortaya koyuyorsa da, gerçek bir güç mukayesesinde İsrail’in sahip olduğu iki büyük teknolojik avantajın da hesaba katılması gerekir. Bunlardan birincisini izah için önce, ABD’nin müttefiklerine sattığı uçaklardaki “dost-düşman” ayırımı yapan elektronik sistemin hasım uçakları gözle görülme mesafesinden çok daha uzakta teşhis ederek hedefe kilitlendiğini ve otomatik olarak füzeleri ateşlediğini belirtelim. Özel stratejik müttefik muamelesi gören İsrail, ABD’den kaynak yazılım kodlarını sağladığı için, savaş uçaklarının “dost/düşman” yazılımını kendi düzenliyor ve kimi düşman görmek istiyorsa onu sisteme işliyor. Buna mukabil, ABD’nin Türkiye’ye sattığı uçaklardaki standart “dost-düşman” sistemi İsrail’i “düşman” olarak görmüyor. ABD kaynak kodları vermediği için de Türkiye yazılımı değiştirerek sistemin İsrail’i düşman olarak tanımlamasını sağlayamıyor. Bu durumda, muhtemel bir Türk-İsrail hava savaşında Türk pilotları daha İsrail uçaklarını görmeden, İsrail uçaklarının elektronik hedef saptama sistemleri teşhis ettikleri Türk uçaklarına kilitlenerek füzelerini ateşleyecek ve Türk uçaklarını düşüreceklerdir.

İsrail’in ikinci avantajı da, uzayda dört uydusunun mevcut olmasından kaynaklanıyor. Bu sayede İsrail Anadolu’yu rahatça tarassut edebilecek ve hava kontrolünü çatışmanın başından itibaren elinde tutacaktır. Burada belirtmemiz gereken bir husus, NATO ülkeleri pilotları arasında yapılan tatbikat ve yarışmalarda Türk pilotlarının büyük takdir topladığı ve nadiren birinciliği diğer müttefik pilotlara kaptırdıklarıdır. Ne var ki, teknolojik nedenlerle bir hava savaşında Türkiye’nin İsrail karşısında kazanma şansı olduğunu söylemek zordur.

Şükrü Elekdağ

http://www.t24.com.tr/turkiyeisrail-arasinda-savas-cikarsa-ne-olur/haber/175148.aspx

TÜRK-İSRAİL İLİŞKİLERİNİN ÜZERİNDEN MAVİ MARMARA’NIN GÖLGESİ BİR ŞEKİLDE KALKMADIKÇA, DIŞİŞLERİ BAKANI DAVUTOĞLU’NUN GÖNLÜNDE YATAN EN BÜYÜK ARZULARDAN BİRİ OLSA BİLE, ANKARA’NIN ORTADOĞU BARIŞ SÜRECİNDE ÖNEMLİ BİR ARABULUCULUK ROLÜ OYNAMASI PEK DE MÜMKÜN GÖRÜNMÜYOR

Burada açık konuşmak gerekiyorsa Türk-İsrail ihtilafı, Ankara’nın Ortadoğu barış sürecinde merkezi bir rol oynama potansiyelini ortadan kaldırmıştır. Arap sokakları Erdoğan’ı ne kadar alkışlarsa alkışlasın, İsrail istemedikçe Türkiye bu sürece dahil olamayacaktır.

Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas da bunu biliyor. Avrupa Konseyi’nde bir hafta önce gazetecilerin sorularını yanıtlarken, İsrail’in Türkiye’den özür dilemesinin ve iki ülke ilişkilerinin normalleşmesinin Ortadoğu barış sürecine katkı sağlayacağını da herhalde bu nedenle vurguladı.

Türkiye’nin, “Gaza ablukası kalksın” koşulundan hiç söz etmemesi dikkat çeken Abbas, Ankara’nın daha önce Suriye ve İsrail arasında yaptığı arabuluculuğa da işaret etmiş. “İsrail’in Gazze’ye saldırmasıyla yarıda kalan bu arabuluculuk girişimi başarılı olsaydı, Ortadoğu barış sürecine, bölge barışı ve istikrara önemli yararlar sağlardı’’ diye konuşmuş.

Bu sözler, Filistin penceresinden bakıldığında Türkiye’nin bölgedeki olumlu katkılarına ihtiyaç duyulduğunu ortaya koyuyor. Cumhurbaşkanı Peres’in Erdoğan hakkındaki olumlu sözleri ise, İsrail’de de Türkiye’nin tekrar böyle bir rol oynamasını isteyenlerin olduğunu çağrıştırıyor.

Ancak, Türk-İsrail ilişkilerinin üzerinden Mavi Marmara’nın gölgesi bir şekilde kalkmadıkça, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun gönlünde yatan en büyük arzulardan biri olsa bile, Ankara’nın Ortadoğu barış sürecinde önemli bir arabuluculuk rolü oynaması pek de mümkün görünmüyor.

Semih İdiz

http://siyaset.milliyet.com.tr/turkiye-ortadogu-baris-surecinin-neresinde-/siyaset/siyasetyazardetay/15.10.2011/1450913/default.htm

SİYASİ KRİZLER SEL GİBİDİR… ÖNÜNE NE ÇIKARSA YAKAR, YIKAR, ACITIR… AMA GERİDE SADECE KUM KALIR. O KUM ‘İNSANLIK PASAPORTU’DUR

Ama Necdet Kent’in bir hareketi var ki onu anlatmadan geçemedim… Tam bir Türk Schindler’i Necdet Kent.

Nazilerin sokak ortasında erkeklerin pantolonunu indirtip ‘sünnetli olanları’ topladığını duyar. Hemen Gestapo’nun merkezine gider.

‘Komutanı görmek istiyorum’ der. Azarlarlar. İnatla bekler. Sonunda öfkeli bir adam girer içeri.

Gayet sakin “Çok büyük bir yanlışlık yapıyorsunuz, sünnet sadece Yahudilikte değil Müslümanlıkta da var” der.

Komutan boş gözlerle bakar. Tekrar anlatmaya çalışır.

Yine anlamazlar. Sonunda dayanamayıp pantolonunu indirir…

“Bakın ben Müslüman bir Türk diplomatıyım. Lütfen doktorlarınızı çağırın, gelip beni incelesinler…” der.

Komutan afallar, şaşkınlıkla ‘doktorlar gelsin’ der.

Hakikaten de doktorlar gelir ve Necdet Kent’in sünnetli olduğunu teşhis eder.

Bu sayede Türkiye vatandaşı olmayan birçok sünnetli Fransız Yahudisi de toplama kampına gitmekten kurtulur. Necdet Kent birkaç kelime Türkçe öğretip onlara da Türk pasaportu hazırlatır. Bu sayede 500 Yahudi kurtarılır.

Maksadım ne hamaset ne de ‘Atalarımız Yahudileri nasıl da kurtardı’ diyerek böbürlenmek.

Türk pasaportunun yaşattığı çok büyük acılar da var geçmişimizde.

Her pasaport gibi…

Hani derler ya ‘sel gider kum kalır’ diye…

Siyasi krizler sel gibidir… Önüne ne çıkarsa yakar, yıkar, acıtır… Ama geride sadece kum kalır. O kum ‘insanlık pasaportu’dur.

Tansiyonun yükseldiği şu günlerde Necdet Kent’in pantolonunu neden indirdiğini hatırlamanın ve hatırlatmanın tam yeridir…

Tıpkı Türkiye’nin İsrail’le siyasi krize rağmen er Gilad Şalit’in serbest bırakılması için ‘insani bir konu’ diyerek devreye girmesi gibi…

Ne dersiniz, siz hangi pasaportu seçerdiniz?

Eyüp Can

http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1066416&Yazar=EYÜP

BİR MİLLETİN, BAŞARILI OLDUĞUNU DÜŞÜNMESİ İYİDİR, HOŞTUR. ELBETTE YAHUDİ MİLLETİNİN DE BUNU DÜŞÜNMEK İÇİN GEÇERLİ ÇOK SEBEBİ VE İFTİHAR EDECEĞİ PEK ÇOK BAŞARISI VARDIR. İSRAİL DEVLETİ'NDE DE OLDUĞU GİBİ, Kİ BU KENDİ TÜRÜNDE BİR HARİKADIR

Cumartesi günü o dua, sinagoglarda bir kez daha okundu. "Sen tüm milletlerin içinden bizi seçtin" ifadesi tüm ülkede bir kez daha işitildi. Sadece Yom Kippur'da değil, Tevrat'ta ve dualarda sık sık geçtiği gibi bizim özel bir millet olduğumuz fikri, bir kez daha spesifik bir şekilde ifade edildi.

Ama seçilmiş insanların mensupları olduğumuz fikrinin kökleri çok daha derinlerdedir ve bu sadece Yahudi geleneğinde ve bu geleneğin adetlerini yerine getirenler arasında değildir. Modern ve sözde laik İsrail de buna tüm kalbiyle inanır. Çağdaş İsrail tecrübesine, her ne şekilde yorumlanırsa "Yahudi milleti"nin diğer tüm milletlerden daha iyi olduğu fikri kadar derinden yerleşmiş başka eski Yahudi fikirleri pek yoktur. Siz her İsraillinin derisini kazısanız onun gerçekten şuna kani olduğunu keşfedersiniz: Biz en iyiyiz. "Yahudi dehası" en başarılısıdır, İsrail Savunma Kuvvetleri en ahlaklısıdır. Kimse, 'açıkçası biz dünyanın en iyisiyiz'den farklı bir şey söylemez.

Bu sadece gereksiz ve temelsiz bir kibir değildir, aynı zamanda bu, İsrail'in dünyanın ne hissettiğine hiç kulak vermeden istediği gibi davranmasını sağlayan, son derece tehlikeli bir görüştür. Bu görüşte karanlık ultra-milliyetçi ve ırkçı temeller de yok değildir. Bir milletin, başarılı olduğunu düşünmesi iyidir, hoştur. Elbette Yahudi milletinin de bunu düşünmek için geçerli çok sebebi ve iftihar edeceği pek çok başarısı vardır. İsrail Devleti'nde de olduğu gibi, ki bu kendi türünde bir harikadır. Ama tüm bunların arasında eksikliği önemli olan şey, eşit derecede önemli olan bir milli haslettir: Tevazu. İsraillileri buna sahip olmakla suçlamak zordur.

Gideon Levy

http://www.dunyabulteni.net/?aType=yazarHaber&ArticleID=16771

TÜRKİYE’NİN NEDEN FİLİSTİNLİLERDEN DAHA FİLİSTİNLİ OLDUĞUNU VEYA BUNUN FİLİSTİNDE HANGİ SAYGINLARIN HOŞUNA GİTTİĞİNİ BİLEMİYORUZ

Kısa bir zaman öncesine kadar Türkiye Suriye ve İran gibi serseri devletlerle kendini aynı safta tuttuğundan batı için büyük bir endişe kaynağıydı. Bir ülke düşünün ki ABD, İsrail ve İran çıkarlarının hepsine birden aynı zamanda hizmet etsin. İsrail’le aynı zamanda hem dost hem de düşman olmakla suçlanan bir ülke!

Öyle bir dış politika düşünün ki, İsrail ile soğuk savaş riskini göze alarak Filistin kurtarıcısı olma rolünü üstlenen Türkiye’ye Mahmut Abbas Türk-İsrail anlaşmazlığının sona ermesi için alenen çağrıda bulunuyor. Türkiye’nin neden Filistinlilerden daha Filistinli olduğunu veya bunun Filistin’de hangi saygınların hoşuna gittiğini bilemiyoruz. Filistin yönetiminin İsrail ile normal ilişkileri olan bir Türkiye’yi tercih ettikleri halde Türkiye’nin ‘’biz Filistin’i kurtaracağız’’ diyerek Filistin’in kendisinden çok çaba harcadığını da bilmiyoruz.

Ne yazık ki Erdoğan evde fazla dinci olmakla, Arap dünyasında ise fazla lâik olmakla suçlanıyor. Kendisi Türkiye’de üniversitelerde başörtüsü takmak isteyen kadınların hürriyeti için savaşırken, muhtemelen etkilemiş olduğu Tunuslular peçe yasağına son vermek için üniversiteleri zorluyorlar. Bazı Türkler için fazla Müslüman ve Araplar için yeterli değil.

Burak Bekdil

http://www.hasturktv.com/yahudilik/2946.htm

'1027 FİLİSTİNLİ'YE BEDEL' OLAN GİLAD ŞALİT'İ VE OLAYIN KENDİSİNİ 'EFSANE' KILMAK İÇİN ABARTIYA MÜSAİT FAZLASIYLA YETERLİ BİR DURUM VAR ORTADA...

Hayat bazen insanları da ülkeleri de böyle kritik anlarla, tuhaf ikilemlerle karşı kaşıya getirir... Menfaatlerin '1027'ye 1' noktasında buluşuyor olmasından türetilecek onlarca anlamdan sadece ama sadece bir tanesinin 'algılama yönetimi' açısından çok değerli olduğunu yine İsraillilerin idrak etmiş olmasını da sadece 'kaderin cilvesi' diye açıklamak pek kolay değildir.

Aslında, 26 Haziran 2006'da İsrailli asker Gilad Şalit'in Hamas tarafından esir alınmasıyla İsrail tarafından başlatılan 'kurtarma operasyonu süreçleri'nin her bir adımı, istihbarattan dış politikaya, psikolojiden sosyolojiye uzanan pek çok alanda örnek vakalar olarak kabul edilebilir. 

Gilad'ın babası büyük bir savaş vermiş; Gazze'ye yardım taşıyan barış gönüllüleriyle defaatle görüşmüş; Recep Tayyip Erdoğan'a mektup yazmış. Sonuçta Şimon Peres'in bile bizim Başbakan'a sempati duymasıyla noktalanacak o meşhur '1027'ye 1' formülünün bulunmasına kadar her süreçte yer almaya çalışmış... Sonuç tam bir kazan - kazan ilişkisi... En azından iletişim öyle yapılıyor...

Ama yine de insanın içinde bir burukluk...

'1027 Filistinli'ye bedel' olan Gilad Şalit'i ve olayın kendisini 'efsane' kılmak için abartıya müsait fazlasıyla yeterli bir durum var ortada... 'Bir Türk dünyaya bedel!' gibi bir şey... Filmini de çekerler, romanını da yazarlar, belgeselini de yaparlar, ulusal kahraman da ilan ederler...

İsrail, dünyaya kendisini 'efsaneleri' ve de 'hurafeleri' ile anlatmaya devam eder; Musevilerin Allah tarafından 'seçilmiş' halk, o yüzden de farklı oldukları inancı ve kompleksi bir güzel okşanır. Her zaman olduğu gibi, kendisi için 'kutsal olan'ın üzerine titreyen, mukaddesinden hikâye çıkaran ve 'iyi anlatan' kazanır.

Ali Saydam

http://www.aksam.com.tr/zamlar-nasil-yedirilir,-dersi..-4182y.html

İSRAİL İLE HAMAS ARASINDA İMZALANAN TAKAS ANTLAŞMASI BAĞLAMINDA İSRAİL'İN ULAŞMAK İSTEDİĞİ BİR DİĞER AMAÇ DA, ÜLKE İÇERİSİNDEKİ SOSYO-EKONOMİK VE TOPLUMSAL HUZURSUZLUĞU BİRAZ OLSUN DİNDİREBİLMEK VE HÜKÜMET KARŞITI EYLEMLERİ DURDURABİLMEKTİR

İsrail ile Hamas arasında imzalanan takas antlaşması bağlamında İsrail'in ulaşmak istediği bir diğer amaç da, ülke içerisindeki sosyo-ekonomik ve toplumsal huzursuzluğu biraz olsun dindirebilmek ve hükümet karşıtı eylemleri durdurabilmektir. Zira İsrail Hükümeti'nin izlediği ekonomi politikaları sonucu işsizlik ciddi bir şekilde artarken, fiyatlar genel seviyesi de yükselmiştir. Bunun yanı sıra, ülkeye devam eden göçlerin yarattığı sosyo-kültürel çatışma ortamı neticesinde, din eksenli olarak birlik sağlamaya çalışan İsrail toplumunun bölünmeye başladığını görüyoruz. Merkez partilerinin zayıflamasına koşut olarak radikal eğilimli partilerin güçlenmesi bunun bir göstergesidir. İsrail Hükümeti'nin izlediği dış politika neticesinde Türkiye gibi bir müttefiki kaybetme noktasına gelmesi ve Arap Baharı'nın etkinliğini sürdürdüğü bir coğrafyada giderek yalnızlaşması da bu ülke vatandaşlarının huzursuzluğunu arttırmaktadır. İşte bu noktada, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu'nun önemli bir karara imza attığını ve İsrail toplumunun sempatisini ve desteğini kazanabilmek için Gilad Şalit'in iadesini sağlayacak takas antlaşmasını kabul ettiğini görüyoruz.

Göktürk Tüysüzoğlu

http://www.stratejikboyut.com/haber/rehine-krizi-ve-filistin-meselesi--59061.html

BURADAN, İKİ ÜLKE ARASINDA ÖNÜMÜZDE 10 YIL İÇERİSİNDE BİR GERGİNLİK YAŞANACAĞI ÖNGÖRÜLEBİLİR

“İsrail’in ‘bekle gör’ politikasıyla yeni bir harbe hazırlandığını söyleyebilirim. Burada asıl belirleyici İran’ın statüsüdür. Suriye’nin Ortadoğu denklemini değiştirecek çok fazla gücü yok, ama Mısır ve İran çok farklı. Dikkat ederseniz, Obama yönetimi 150 milyar dolarlık silahı Araplara sattı. Bu, 1991’den beri yapılan en büyük silah satışıdır. Bu silahlar, özellikle İran’da yer altındaki laboratuarları vurabilecek “penetration bomb” dediğimiz bombalardır. Aynı bombalardan İsrail Hava Kuvvetleri'ne de verildi. Tüm bunlar demek oluyor ki hem Doğu Akdeniz’de ve Süveyş Kanalı civarında, hem de Basra Körfezi’nde bir çatışma yaşanacaktır. Araplar belki de İran’a karşı harekât yapacaktır. Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar, Bahreyn ve Irak’taki ABD kuvvetlerinin İran’a savaş açacağını öngörüyorum.”

“Türkiye bu bölgede hem İsrail ile hem ABD ile çatışacak askeri güce sahip değil. Ordumuzun silahlarının Amerikan malı olduğu düşünüldüğünde, ABD müttefiki İsrail’e vurmak bizim aleyhimize olur. Ancak, Türkiye’nin İsrail ile olan askeri anlaşmaları askıya alması, diplomatik heyetin sınır dışı edilmesi, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de gerekirse askeri güç kullanabileceğinin açıklanması çok ciddi tepkilerdir. Buradan, iki ülke arasında önümüzde 10 yıl içerisinde bir gerginlik yaşanacağı öngörülebilir.”

“Gerginlik illa ki devletler arasında savaş anlamına gelmez. Çatışma yönetiminin üç aşaması vardır. İlkini diplomatik süreç oluşturur. Örneğin, BM raporu bu sürece dâhildir. Bizim konuyu Uluslararası Adalet Mahkemesi’ne götürmemiz ikinci aşamadır. Buradan da Türkiye olumlu bir sonuç elde edemez ve İsrail de tutum değiştirmezse, üçüncü aşama olarak savaş kaçınılmazdır.”

Prof. Dr. Mesut Hakkı Caşın

http://www.hurriyet.com.tr/planet/18947732.asp

Netten okuyun

Gilad Şalit’in Alman arabulucusu – İSMET BERKAN

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/18990843.asp

Gilad Shalit: Anlaşmanın perde arkası – YAAKOV KATZ

http://www.hasturktv.com/israilde_gundem/2942.htm

‘Gilad takası’nın olası etkileri – SAMİ KOHEN

http://dunya.milliyet.com.tr/-gilad-takasi-nin-olasi-etkileri/dunya/dunyayazardetay/14.10.2011/1450514/default.htm?ref=fblike

Şalid ikilemi…- DENİZ TANSİ

http://www.hasturktv.com/arsiv/2955.htm

Ne kadar çok düşman o kadar şeref – URİ AVNERY

http://www.dunyabulteni.net/?aType=yazarHaber&ArticleID=16773

İsrail ve Hamas için 'Diyalog' mümkün mü? – ÜMİT KURT

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1189511&title=yorum-umit-kurt-israil-ve-hamas-icin-diyalog-mumkun-mu&haberSayfa=1

'Yeni tehlike prezentabl Faşizm’ – GEORG ELSER

http://www.aksam.com.tr/yeni-tehlike-prezentabl-fasizm--72493h.html

Haliç'in keyfini Safiye Sultan'da çıkarın – REYHAN GÜL

Endülüs'ten gelen Yahudi cemaati adına yapılmış bir sinagogmuş Safiye Sultan. Birinci Dünya Savaşı sonrası cemaati kısmen azalmış. 1955'te cereyan eden 6-7 Eylül olaylarından sonra ise cemaatini tamamen kaybetmiş Esgher Sinagogu. Zaman içersinde de dini ibadet vasfını kaybetmiş. 1960'lara gelindiğinde dönemin muhtarı sahip çıkmış mekâna ve çevre esnafına kiraya vermiş. Önceleri sirke deposu, çanak çömlek atölyesi olarak kullanılmış. 1983 yılında mavi Haliç yenileme projesiyle yıkılma teşebbüsünde bulunulmuş ise de Anıtlar Kurulu yetkilileri buranın tarihi bir yer olduğu gerekçesiyle yıkımını durdurmuş.

1983'ten 2001 yılına kadar bölgenin izbe bir yeri olarak kalır. Çöplerin atıldığı, farelerin cirit attığı ve sarhoşların ve esrarkeşlerin sığındığı bir mekân olur.

2001 yılında dönemin belediye başkanı mekânı kafeye dönüştürme fikrine onay verir ve çalışmalar başlar.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1191034

Holocaust'un ucundaki ışık: Türk Pasaportu

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetayV3&ArticleID=1066563&Date=17.10.2011&CategoryID=77

Netten dinleyin / izleyin

Concert for Gilad Shalit - Zubin Mehta and Shlomo Artzi -King of the World

http://www.youtube.com/watch?v=gpLFPgWYrNk

Itzhak Perlman – Tango

http://www.youtube.com/watch?v=dsU9zmnZ37g&feature=share

E.Satie - J.Ruibal - La Flor De Estambul

http://www.youtube.com/watch?v=wyHZcND80Wg&feature=share

La dama misterioza - Los Pasharos Sefaradis-Karen Sharhon & Izzet Bana

http://www.youtube.com/watch?v=J-qTQ2Z9YJw&feature=share

Esteryika'ya şarkı

http://www.youtube.com/watch?v=0anh6-ZXxDQ&feature=youtu.be

Anılar

Kasımpaşa Hamamı / Paseo de Hamam – ROZ KOHEN

O gün hamamın verdiği rehavet ile yarı uykulu Arap Sara'nın yanına oturmuşum. İster istemez Şapkacı Allegra ile aralarında geçen sohbete kulak misafiri oluyordum. Şapkacı Allegra, Sara'ya bir yemek tarifi veriyordu: "Karatavuğun yumurtasını hiç kullanılmamış bir tencerede haşlayacaksın. Bu haşlanmış yumurtayı da bir kadın saçıyla yarıya bölüp, gelinine yarısını yedirecek; diğer yarısını da hela deliğine atacaksın" diyordu.

Nedense bu yemek tarifine hiç aklım yatmamıştı. Yemeği helada ziyan etmek günah değil miydi?

Sara bir de "çocuğu olmayan kadınlar, karınlarını gebe olan kadına sürtmelidir" diyordu.

Allegra'ysa ümitsiz bir tavırla, bunları denedikleri halde Virjini'nin hala gebe kalmadığını anlatıyordu...

Arap Sara, "o zaman yeni doğmuş bebeğin sünnet püskülünü etli pilav'a katmak kalıyor" diyordu. Virjini'nin bu pilavı habersizce yemesi gerekiyordu. Sünnet püskülü lazımsa teyze kızının yeni doğmuş bebeği Hayımaçi'ninki çok uygundu.

Bir an için, bütün bunları uyuya kalıp rüyamda gördüğüm kaygısına kapılıp, kendimi çimdiklemiştim. Hamamdan çıkarken Topal Luna, evde kalmış Şaşı Janet'e etli pilavdan yedirmeğe çalışırken, çekinmesem etli pilav yemenin fayda ve zararları konusunda söz açmak istemiştim.

Günümüzde Arap Sara'nın hurafeleri ve kısırlığa çareleriyle zaman zaman devam etse de hamam sefaları tarih oldu...

Bense o cuma sabahı şaşkınlığımın yanı sıra büyüklerin dünyasındaki anlaşılmaz sırlarına kulak misafiri olduğum için ayrıcalık duymuş, hamam dönüşü Kasımpaşa’dan Şişhane'ye doğru yokuşu tırmanırken, yeni öğrendiklerimin etkisiyle bacaklarım ağırlaşmıştı sanki.

http://www.kanalkultur.com/kks/Yazarlar/Roz-Kohen/roz-kohen-kasimpasa-hamami-paseo-de-hamam.html