Ütopya

Vladi BENBANASTE Köşe Yazısı
14 Eylül 2011 Çarşamba

Malumunuz “en büyük asker” olan bizim askeri uğurladık, üzerinden haftalar bile geçti. Ne demişler “başlamak bitirmenin yarısı” oğlumu uğurlamadan önce şöööle güzel bir ‘birliktelik’ geçirmek üzere felek ile anlaşma yapıp o hafta sonu ‘looong wik end’ yapıp cumayı da kırarak işe gitmedim. Hani mutlu aile tablosu yaratacağım aklımca, margarin reklamlarındaki kahvaltı sofrası kafamda! Margarin reklamını beceremezsem kola reklamındaki sofralar var, illaki birinin aynısını yapacağım… Özenirim o ‘yemek masası’ tasvirlerine, 20 kişilik kocamaaan bir masa herkes, istisnasız manasız bir şekilde güleç, dert yok tasa yok, sürekli bir sırıtma ve çok neşeliyim hali, hatta neye olduğunu bilmese de “reklam icabı” yanındakinin anlattığına sürekli olarak kahkahalara atıyor ve her nasıl ise, zoru basarmışlar masada boş sandalye yok… Hayret! Herkes aynı anda masada, masa full+full mükemmel donatılmış ev sahipleri ile konu komsu ve eş dost akraba eşrafı bir araya gelmiş, kimsenin elinde ‘blek böri’ yok, ‘mms’ yok, ‘bbm’ yok, ‘ayfon’ yok , ‘ay! Ped’ yok, ay! Canım maç seyretmek çekti yok, nerede kaldı bu yemekler bitse de diziye yetişsek hiç yok, ne istersen orada yediğin önünde, yemediğin ardında… Ay mehtabı gökyüzünde kimsenin cep telefonu çalmadığından sohbet bölünmüyor herkeste huzur herkeste neşe, sonra gelsin yemekler, gitsin kahveler, bu yemek masasının üzerine ne reklamı yaparsan tutar. Neden? Çünkü herkesin özendiği bu… “ütopya”

Ama doğruya doğru bu reklamlar da gerçekten etkili bir cazibe oluyor, hani patlayana kadar tok dahi olsan içindeki ‘oburluk’ bir iki reklam kuşağı sonunda pes ederek (en azından benimki); kalk, git mutfağa, çıkar sahanı, koy tereyağı, kır iki yumurta, varsa biraz eski kaşar, hani mümkün olaydı da biraz da “adı lazım değil”den olaydı, azcık da tuz serp söööle yukardan, yukardan, kopart pidenin ucundan, bandıra bandıra ye… Nassı ama ağzınız sulandı değil mi? Bitirin benim yazımı diğerlerine geçmeden önce: bakiniz yukarıdaki satırlar. (Afiyet olsun)

Akşamdan planlandım, ne lazımsa karınca kararınca aldım, kuş sütü bulmakta biraz zorlandıysam da hallettim. Elceğizlerimle bilumum hamaratlıklar sonucu hazırladığım çilek reçeli, vijne reçeli hazır, bakkaldan alışveriş, baget, filan ve de falan hepsi hazır… Bakıyorum uzaktan masaya, ayyynı reklamlardaki gibi, cıvıl cıvıl bi masa örtüsü çiçek böcek bahçeden kopartılmış masa süslenmiş, yani getir artizleri çek reklamı… Ne eksik? İşte artizler eksik. Ev eşrafının yorgun genç nüfusu daha “sabah şeriflerine hayırlı olsun”a gelememişler, neredeler? Uyuyorlar gelecekler azz sonra; kızım Amerikalı “Mordehay”ın gelişinin 3 haftası ve dönüşüne 2 hafta kalması münasebeti ile verilen “en özel ve de güzel” ama her şeyden önemlisi “sürpriz” partiden geç geldiğinden oğlum da kendisine yapılan askere uğurlama tantanasından geç döndüğünden ev halkı uykuda… Eşim, ben ve köpeğimiz t-mon tam bir “sessizlik tatbikatındayız” geçen seyyar satıcıların bile sessiz olmasını sağlamak amacı ile ne satıyorlar ise alıyoruz, yeterki uyku bozma menzilinde bağırmasınlar. Maksat “marmelat de mi kaza”lar uykularını alıp zinde ve sağlıklı olsunlar… İçimde tuhaf bir heyecan… Tamam, da bekleeee bekleeee nereye kadar? Dünyalar tatlısı biricik eşim, “bir şeyler yesek mi?” diye fısıltı ile sorduğunda “ehhh madem çok istiyorsun bir şeyler atıştıralım” diye cevap verdim ben ve sadik t-mon (protokolde çocuklardan sonra gelen kopeğimiz) ile “rejim” kahvaltımızı bitirdikten sonra normal kahvaltımızı etmek üzere çocukların uyanmasını beklemeye koyulduk… Reklamlardaki masanın tılsımı kaçmasın diye yeniden kuruldu, mutluluk kaynağı soframız yeniden kurgulandı… Hazırız… Hazırız olmasına da “artizler kaprisli bi turlu gelmiyorlar” Bekle… Bekle… Bekle… Ne o? Bizim tayfa uyanacak da biz de hep birlikte kahvaltı edeceğiz. Ufak ufak, sağdan sağdan sıkıntılar geldi… Bu sezon için yazlık sporumu yapmaya karar verdim… Ağır vasıta sınıfına girdiğimden koşmak bana pek yakışmıyor, pin-pon yürümeyi de ben sevmiyorum en iyisi “kardiyo”; tepelere çıkmaya karar verdim… Bakmayın göbaame, iyiyimdir bu konuda ak tolgalı beylerbeyi misali dedim ki; “gün bugündür, bu sezonluk” sporumu yapıyorum… Dönüşte kahvaltıya sizi de bekleriz.

Bir taraftan oksijen, bir taraftan güneşli bir hava ve nefffis bir manzara eşliğinde çıkıyorum tepelere, eh doğal olarak terliyorum! “Güzeeel… Maz de maraviya” diyorum kendime ikinci kahvaltıya yer açılıyor… Dönüş yolunda uzun zamandır hep orda olan, ama ve de lakin hiç bir zaman beğenmediğim “reklam panosu” çam ağaçlarından, adalarla süslü deniz manzarasından, kuş seslerinden medeniyete geri getiriyor zihnimi… Bu defa olumlu taraftan bakmaya gayret ediyorum “ne kadar isabetli bir yere monte edilmiş” diyorum görür görmez. İçimde aniden önlenemez bir istek beliriverdi: “Hay Allah, canım da nasıl bir bankada hesap açtırmak çekiyordu… Reklam panosunun marifeti olsa gerek! Hangi bankada açtırsam acaba? İyi olacak hastanın ayağına doktor gelirmiş, hemen vapura binelim de derhal bankaya gidelim kapanmadan…” diyeee diye evi buluyorum. Uyandılar mı? Hayır, işin kötüsü eşim de kitap okurken salonda uyuya kalmış… Köpeğimiz t-mon da ayaklarının dibinde. Bir an için miskin miskin yüzüme bakıyor… Esniyor… Tekrar kafasını yastığa dayayarak gözlerini kapıyor.

Anlaşıldı… Reklamlardaki “ütopya”ya ulaşmak başka bir yaza kaldı… (Yazmazsam olmaz: her zamanki gibi ailemi figüran olarak kullandım. Yine yazdıklarım siz, biz; hepimizden bahsediyor… Biz? Şükür, mutluyuz sofralarımızda)

Uyanmalarını beklerken; unutmayın hep sevgiyle kalın.