Bu hafta ağımıza takılanlar...

Tabi ki Türkiye vatandaşlarını koruyacaktır ama İsrail gibi önemli bir devletle olan ilişkilerini yok etmek ya da artırmak gibi ilişkileri bir sivil toplum kuruluşu üzerinden mi şekillendirecektir. Başka bir örgüt yarın Türk Amerikan ilişkilerini sıkıntıya sokma hakkına sahip mi? İHH'nin niyetini sorgulamıyorum, bir insan hakları örgütüdür ama Türkiye'nin İsrail'le ilişkileri bir sivil toplum örgütü üzerinden şekillendirilmemelidir. GÖKHAN BACIK

İzak BARON Diğer
7 Eylül 2011 Çarşamba

Güncel

TELEFONDAKİ SES “CEHENNEME KADAR YOLLARI VAR” DİYE HOMURDANDI; “ÇARŞAMBAYA KADAR ÖZÜR DİLEMESİNLER, SONRA DENİZ HUKUKUNA SAYGILI OLMAK NEYMİŞ, DOĞU AKDENİZ’DE KABADAYILIK YAPMAK NEYMİŞ GÖSTERİRİZ ONLARA.”

CNNTürk ekranında ‘İsrail hükümetinin ölümlerden üzüntü duyduğu, ancak özür dilemeyeceği’ yolunda son dakika haberi okunurken, bir Türk yetkiliyle telefonda görüşüyordum. Haberde aynı zamanda Türk hükümeti ‘uluslararası deniz hukukuna saygılı olmaya’ çağırılıyordu. Telefondaki ses “Cehenneme kadar yolları var” diye homurdandı; “Çarşambaya kadar özür dilemesinler, sonra deniz hukukuna saygılı olmak neymiş, Doğu Akdeniz’de kabadayılık yapmak neymiş gösteririz onlara.”

İpler geçen hafta koptu. İsrail kendisi raporun açıklanmasında 6 ay erteleme isteyip, bunu Türkiye’nin istediği yolunda yanıltıcı haber sızdırınca Türk hükümeti raporun hemen açıklanmasını isteyerek tepkisini gösterdi. En son Paris’teki Libya toplantılarında ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Davutoğlu’ndan, şahsi itibarını ortaya koyarak BM Genel Sekreteri Ban Ki-Mun ve İsraillileri ikna etmek için eylül sonuna dek süre istedi. Ancak Netanyahu’ya, ABD Başkanı Barack Obama ülke dışında, Avrupa seyahatindeyken, muhalefet yardımıyla Kongre’de konuşma yaptırmayı beceren Lobi, daha Clinton’ın Davutoğlu görüşmesinden neredeyse bir-iki saat sonra New York Times gazetesine raporun ayrıntılarını sızdırmayı da becerdi.

Sonrasını biliyorsunuz. Doğu Akdeniz’de sular daha da ısınacak gibi görünüyor. Bütün bunlar olurken Türkiye’nin neden gecenin köründe, daha doğrusu sabahın 2.30’unda ABD’nin NATO üzerinden projesi olan Füze Kalkanı’nın erken uyarı radarlarına ev sahipliğini kabul ettiğini açıkladığını soracak olursanız, o konuda söyleyecek çok şey var, şimdi yer kalmadı.

Murat Yetkin

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1062154&Yazar=MURAT&Date=03.09.2011&CategoryID=98

5 GÜN İÇİNDE İSRAİL’İN POZİSYONUNDA HİÇBİR DEĞİŞİKLİK MEYDANA GELMEZSE ASIL KIYAMET ONDAN SONRA KOPACAK

İsrail’le ilişkiler, inceldiği yerden kopacak. Sonuna kadar gitmekte kararlı görünüyor Ankara. Ama son sözler söylenmedi daha. Amaç, Türkiye’nin itilip kakılmaya asla tahammül etmeyeceğini dosta düşmana belletmek. İlk etapta güç gösterisi intibaı bıraksa da aslında bir kararlılık gösterisi. İkisinin arasında ince bir fark var. Biri ‘Ben sana gösteririm’ tavrıdır, diğeri müzakere yönetimi üslubu.

Ankara, İsrail’le güç yarıştırmıyor, boy ölçüşmüyor. ‘Bunu sana ödetirim’e getirmek, daha çılgın olabileceğini ispata girişmek değil derdi. İsrail’e son bir mühlet verdiğini, caydırıcı bir şekilde göstermek istiyor. İş işten geçmeden, en sona gelinmeden önceki son kapıyı işaret ediyor.

Diplomatik ilişkilerimiz ikinci kâtip düzeyine indiriliyor, fakat büyükelçi ve maiyetinin bavullarını toplayıp eve dönmeleri için belirlenen tarih, gelecek çarşamba günü. Hâlâ bir şeyler yapmak, gidişatın yönünü değiştirmek için çok geç değil mesajıdır bu. 5 gün içinde İsrail’in pozisyonunda hiçbir değişiklik meydana gelmezse asıl kıyamet ondan sonra kopacak, demek ki.

Akif Beki

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1062152&Yazar=AKİF&Date=03.09.2011&CategoryID=98

TÜRKİYE’NİN “SEYRÜSEFER GÜVENLİĞİ ÖNLEMİ” DİYE AÇIKLADIĞI KONU, TÜRK SAVAŞ GEMİLERİNİN GELECEK DÖNEMDE TÜRK TİCARET GEMİLERİNİN DE KULLANDIĞI İSKENDERUN KÖRFEZİ İLE SÜVEYŞ KANALI ARASINDAKİ ULUSLARARASI SULARDA -ÜST DÜZEY BİR DİPLOMATIN DEYİŞİYLE- ‘CİRİT ATMASI’ ANLAMINA GELİYOR

Davutoğlu’nun son derece gergin bir ses tonuyla yazdığı 5 maddenin diplomasideki tercümesi şöyle:

İlişkilerde ikinci kâtip seviyesi: Bir ülke tanıdığı bir ülke ile ilişkileri kötüleştiğinde ‘büyükelçiliğin kapatılması’ ya da ‘temsil düzeyinin düşürülmesi’ni diplomatik koz olarak kullanabilir. En ağır yaptırım büyükelçiliğin kapatılması. Örneğin Türkiye Ermenistan’ı tanıdığı halde büyükelçilik açmıyor. Temsil düzeyinin ikinci kâtip seviyesine çekilmesi de “Sizinle ilişkiler benim için bu kadar önemli” mesajı içeriyor. İsrail’in ‘agreman alamama’ endişesi yüzünden, mevcut büyükelçisi Gabi Levy’nin eylülde Türkiye’den ayrılmasından sonra Türkiye’ye yeni büyükelçi ataması beklenmiyor.

Askeri anlaşmaların askıya alınması: İsrail Türkiye’nin en önemli askeri müttefiklerinden biriydi. F-4 uçaklarının ve M-60 tanklarının modernizasyonu, insansız hava araçları Heronlarla ilgili anlaşma sonuçlanmış durumda. Ancak 1996’da dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan’ın imzaladığı savunma işbirliği anlaşması başta olmak üzere iki ülke arasında tatbikatları da kapsayan ‘askeri eğitim işbirliği’ anlaşmaları da var. Türkiye, İsrail’in Gazze’yi bombaladığı 2009’dan bu yana zaten bu anlaşmaları fiilen askıya almıştı.

Seyrüsefer güvenliğinde yeni önlemler alınması: Türkiye, KKTC’nin kıyıları da dahil edildiğinde Doğu Akdeniz’de en uzun kıyıyı kontrol eden ülke. Buna karşın, son dönemde İsrail ile Kıbrıs Rum Kesimi, Doğu Akdeniz’de petrol ve doğalgaz arama faaliyetlerine hız verdi. ABD’li Noble şirketinin öncülük ettiği aramalarda İsrail sınırlarının 135 km açığında 450 milyar metreküplük bir doğalgaz rezervi buldu. Rum Kesimi de aynı bölgenin uzantısında aynı sonuca ulaşma konusunda umutlandı. Türkiye’nin “seyrüsefer güvenliği önlemi” diye açıkladığı konu, Türk savaş gemilerinin gelecek dönemde Türk ticaret gemilerinin de kullandığı İskenderun Körfezi ile Süveyş Kanalı arasındaki uluslararası sularda -üst düzey bir diplomatın deyişiyle- ‘cirit atması’ anlamına geliyor. Türkiye, Mavi Marmara olayı bir daha yaşanmasın diye Gazze’ye yardım filolarını da aynı kapsamda değerlendirip askeri gemilerle koruyacak. Donanma gemilerinin bu faaliyetinin, İsrail ile Rum Kesimi’nin Doğu Akdeniz’in münhasır ekonomik bölgelerindeki faaliyetlerine de rahatsızlık verici boyutlarda olması bekleniyor.

Gazze ablukasının Adalet Divanı’na taşınması: Gazze ablukası’nın Uluslararası Adalet Divanı’na taşınması ve Türkiye’nin ‘tanımadığı’ ablukayı kırmak için atacağı adımlar İsrail’in başını ağrıtabilir. Türkiye’nin atacağı adımlar Türkiye-İsrail ilişkilerini gerecek nitelikte. Başbakan Erdoğan eylülde Gazze’ye giderek ablukayı delebilir.

Mağdurların hak arama girişimlerine destek verilmesi: Ölen 9 kişinin aileleri ile baskında mağdur olanlar ulusal ve uluslararası mahkemelerde hak arayışına gidebilir. Türkiye bu kişilere hukuki yardım verecek.

Deniz Zeyrek

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetayV3&ArticleID=1062153&Date=03.09.2011&CategoryID=78

DÜNE KADAR TÜRKİYE’NİN KAYGI ZAMANIYDI; ŞİMDİDEN SONRA İSRAİL KAYGILANSIN...

Şimdi ne olacağı belli: Bir süredir zaten askıya alınmış ortak askeri tatbikatlar resmen sona erdirilecek; iki ülkenin silâhlı kuvvetleri arasındaki işbirliği dondurulacak; ticari ilişkiler de kesilecek...

“Ne ticari ilişkisi?” demeyin. Bütün ihtilâflara rağmen İsrail’in bölgedeki en büyük (ABD’den sonra dünyada da ikinci büyük) ticari partneri Türkiye olmaya devam ediyordu. 2001 yılının ilk üç ayında, Türkiye İsrail’e 579.3 milyon dolarlık ihracat yaparken 397.3 milyon dolarlık mal ithal etti.

Savunma sanayiinde bunca deneyimli ve nitelikli Türk firması varken, onların zorlanmadan yerine getirebileceği pek çok hizmet, nedense, İsrail firmalarından alınmaktaydı. Geçtiğimiz dönemlerde, Türkiye’de de yapılabileceği uzmanlarca belirtilmesine rağmen yüklü miktarda tankın elden geçirilmesi ihalesi, bu siparişi alamasa kapılarını kapatacak bir İsrail firmasına verilmiş, firma işi zamanında teslim edemediği halde skandal örtbas edilmişti.

Kötü komşu insanı ev sahibi eder ya, İsrail’le şekerrenk duruma gelen ilişkiler de Türkiye’yi daha güçlü bir savunma sanayiine sahip hale getirebilir. İptal edilmesi mümkün bütün savunma sanayii ihalelerinin yerli adreslere yönlendirilmesiyle meydana gelecek hareketlilik ekonomiyi de canlandıracaktır.

Düne kadar Türkiye’nin kaygı zamanıydı; şimdiden sonra İsrail kaygılansın...

Fehmi Koru

http://www.stargazete.com/yazar/fehmi-koru/israil-bunu-kendi-istedi-haber-379102.htm

TÜRKİYE SÖYLENDİĞİ ÜZERE DOĞU AKDENİZ’DE SEYRÜSEFER SERBESTİSİ İÇİN GEREKLİ GÖRDÜĞÜ HER TÜRLÜ ÖNLEMİ ALACAK İSE BUNUN SONUCU MUHTEMELEN SICAK BİR SÜRTÜŞMEDİR...

İsrail, ‘Mavi Marmara’ gemisine kıyılarından yaklaşık 72 mil açıkta müdahale etti...

1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 3’üncü maddesine göre, devletlerin ülkesel egemenliğinin bir parçası olan karasularının genişliğini ise en fazla 12 mil olabiliyor...

Bazı özel durumlarda bu sınır 24 mile kadar çıkabiliyor, ancak bu takdirde de bu hakka sahip ülke sadece gümrük, maliye, muhacerat ve sağlıkla ilgili karar alıp, yaptırım uygulayabiliyor...

İsrail, 200 millik Münhasır Ekonomik Bölge ilan etmiş bulunmakla birlikte, bu yetkiden doğan hakları, diğer devletlerin seyrüsefer serbestîsini engelleyecek şekilde kullanılamıyor...

Seyrüsefer serbestîsinden yararlanan bir ticaret gemisiyle ilgili asli yetki kullanımı uluslararası hukuka göre sadece Bayrak Devletine ait...

Yabancı bayraklı ticaret gemisi ile ilgili ancak ‘deniz haydutluğunun bastırılması’, narkotik maddelerin kanundışı ticaretinin önlenmesi, açık denizde yapılan izinsiz yayının önlenmesi, kesintisiz takip hakkı ve ziyaret hakkı kapsamında yetki kullanabiliyor...

Birleşmiş Milletler, uluslararası antlaşmalara rağmen, 72 mil açıkta devlet terörü uygulayan İsrail’e karşı Türkiye’nin tezlerini haklı görmeyince ortaya büyük bir çelişki çıkıyor...

Bundan böyle ne olacak?

Yunanlılar ile hava sahasında yaşadığımızı şimdi İsrail ile denizde yaşamamız mukadder gözüküyor... Türkiye söylendiği üzere Doğu Akdeniz’de seyrüsefer serbestîsi için gerekli gördüğü her türlü önlemi alacak ise bunun sonucu muhtemelen sıcak bir sürtüşmedir...

Sıcak sürtüşme sınırlı mı kalır, daha ileri düzeyde askeri bir noktaya mı taşınır, onu göreceğiz... Ama seyrüseferin savaş çıkartma kapasitesi yüksek gözüküyor...

Mehmet Altan

http://www.stargazete.com/yazar/mehmet-altan/seyrusefer-savas-cikarir-haber-379153.htm

TEL AVİV’DEKİ KÖTÜNÜN KÖTÜSÜ HÜKÜMET HEM TÜRKİYE GİBİ BİR ÜLKEYİ KAYBETTİ, HEM DE GİDEREK SERT ESMEYE BAŞLAYAN ARAP BAHARI RÜZGÂRININ ORTASINDA KENDİ HALKININ BAŞINI BELAYA SOKTU

“Seyrüsefer hakkı”nı hatırlatmak ayrıca, Ankara’nın Washington’a da bir mesajı olarak kaydedilmelidir. Tıpkı, Gazze ablukasını tanımadığını ilan etmesi gibi. Türkiye, Ortadoğu barışının temininde ABD ile enerjik ortaklıklar kurabildiği gibi, kendi çıkarları için de her türlü riski alabileceğini ifade etmiş oldu.

Ankara’nın sade suya tirit Birleşmiş Milletler Mavi Marmara raporuna gösterdiği tepki ve İsrail’e çıkardığı fatura diplomasi tarihimizde bir benzeri olmayan sertliktedir. Tutarlıdır da... Yapanın yanına kar kalacağı bir durumu kabullenmek bölge üzerinde söz söyleme ve gerektiğinde arabuluculuk yapma imkânını tümden kaybettirirdi. Şimdi ise kaybeden İsrail’dir.

İmek ilmek ördüğü ve hem bölge güvenliği hem de dünyaya karşı örnek olarak sunduğu Türkiye ile ilişkiler şimdi bitkisel hayata girmiştir. Üstelik daha kötüsü olabilme seçeneği de masadadır.

Tel Aviv’deki kötünün kötüsü hükümet hem Türkiye gibi bir ülkeyi kaybetti, hem de giderek sert esmeye başlayan Arap Baharı rüzgârının ortasında kendi halkının başını belaya soktu.

Ankara, dün Tel Aviv’e ödenecek ilk bedelin Türkiye’nin dostluğunu kaybetmek olduğunu söylemekle kalmadı, sonrası için de yeterince enerjisi olduğu gösterdi.

Mustafa Karaalioğlu

http://www.stargazete.com/yazar/mustafa-karaalioglu/-seyrusefer-in-sirri-haber-379152.htm

WASHİNGTON DA FARKINDADIR AMA, GEÇEN HAFTA İSRAİL’İN SİNA’DA ÖLDÜRDÜĞÜ MISIR POLİS VE ASKERLERİ YÜZÜNDEN BU ÜLKE İLE YAŞANAN GERİLİMDEN SONRA BÖLGENİN YENİ GERİLİMLERE HİÇ İHTİYACI YOK. LİBYA, SURİYE, IRAK VE İRAN ZATEN HERKESE YETİYOR...

Ama ne yazık ki rapor kendinden umulan işlevi yerine getiremiyor. Hedefi iki ülke ilişkilerinin normalleşmesi olan rapor tam tersine ilişkileri daha da kötü hale getireceğe benzer. Dışişleri Bakanı Davutoğlu dün yaptığı sert açıklamayla bunun ilk sinyallerini verdi, raporu basına sızdıranların restini gördü, Türkiye’nin alacağı önlemleri anlattı. Cumhurbaşkanı Gül de “Bu daha başlangıç” dedi.

Önlemleri okuduğunuza eminim, ama yine de kısaca hatırlatmakta yarar var. Öncelikle İsrail ile diplomatik ilişkiler ikinci kâtip düzeyine çekilecek, askeri işbirliği anlaşmaları askıya alınacak, Gazze’ye uygulanan ambargonun haklı olup olmadığının tespiti için sorun Uluslararası Adalet Divanı’na taşınacak, Mavi Marmara baskınından zarar gören insanların hak aramalarına her türlü destek verilecek. Hepsinden önemlisi Doğu Akdeniz’de seyrüsefer serbestîsini sağlanması için Türkiye gerekli gördüğü önlemleri alacak.

Ancak bunların hepsi İsrail’in tavrına bağlı olacak. Netanyahu hükümeti Türkiye’nin taleplerini karşılamazsa, İsrail’i zor, bölgeyi de gerilimli günler bekliyor. İronik bir şekilde BM Genel Sekreteri adına yazılmış olan rapor da bunun zeminini hazırlıyor. Palmer ve “yardımcısı” Uribe ise hazırladıkları raporun hukuki olmadığını tekrar tekrar belirtmelerine rağmen bariz bir şekilde İsrail yanlısı tutumlarıyla diplomasi tarihine basiretsizlikleriyle geçmeye aday görünüyor.

Umarız iki ülke arasındaki gerilimden en fazla zararlı çıkacak Amerika sağduyulu davranır, Netanyahu Hükümeti’ni Türkiye’nin taleplerini karşılaması için ikna eder. Washington da farkındadır ama, geçen hafta İsrail’in Sina’da öldürdüğü Mısır polis ve askerleri yüzünden bu ülke ile yaşanan gerilimden sonra bölgenin yeni gerilimlere hiç ihtiyacı yok. Libya, Suriye, Irak ve İran zaten herkese yetiyor...

Mensur Akgün

http://www.stargazete.com/yazar/mensur-akgun/ikisi-de-beklendigi-gibi-cikti-haber-379126.htm

DAVUTOĞLU'NUN, YAPTIRIMLARI AÇIKLARKEN BİLE TARİHÎ TÜRK-YAHUDİ DOSTLUĞUNA VURGU YAPMASI VE İSRAİL'İ TÜRKİYE'NİN DOSTLUĞUNUN KIYMETİ ÜZERİNE DÜŞÜNMEYE ÇAĞIRMASI ÖNEMLİ

Türkiye'nin, Mavi Marmara'da 9 vatandaşımızın ölümünden sorumlu olan İsrail'den talepleri belli. Bunlarını yerine getireceğini söyleyen İsrail'in isteğiyle defalarca ikili görüşmeler yapılmış; iki kez başbakanlar düzeyinde varılan uzlaşma metni netleşmiş; önceki gün basına sızan BM raporu daha önce 3 kez ertelenmişti. İsrail, son dakikaya kadar yine erteleme istiyordu. Ama bir noktadan sonra Ankara, bu oyalayıcı tavrı devlet ciddiyetine aykırı buldu. Olayın, 31 Mayıs 2010'da gerçekleştiği dikkate alınırsa, İsrail hükümetinin iç zorluklarını gören Türkiye'nin özür ve tazminat için 15 ay sabrettiği anlaşılıyor.

Davutoğlu'nun, yaptırımları açıklarken bile tarihî Türk-Yahudi dostluğuna vurgu yapması ve İsrail'i Türkiye'nin dostluğunun kıymeti üzerine düşünmeye çağırması önemli. Mavi Marmara'nın ikinci seferini yapmaması ve İsrail'deki orman yangını sırasında yapılan jest de cabası. Türkiye-İsrail ilişkileri hep dalgalı oldu; daha önce de 2. kâtip düzeyine indiği oldu. Ama öncekiler daha çok İsrail-Arap sorunlarının yansımasıydı. İlk kez ikili ilişkiler yüzünden bu adımın atılması not edilmeli. Keşke gösterilen sabır ve diplomatik çabalar netice verse ve Türkiye herkesle konuşabilme özelliğini korusaydı. Ama yeni Ortadoğu ve yeni Türkiye'yi anlamakta zorlanan mevcut İsrail yönetimiyle bu zor. Ayrıca dostu olmasına rağmen Hama'da katliam yapan Esed'e cephe alan Türkiye'nin, Gazze veya Akdeniz'de İsrail'in katliamına seyirci kalması beklenemez.

Abdülhamit Bilici

http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1175858&title=israil-sabri-tuketti

“İSRAİL’İN GİZLİ SERVİSLERİNİ KULLANARAK TÜRKİYE’DEKİ KÜRT SORUNUNU KAŞIYACAĞINI” ZATEN BÖYLE DUYUMLAR OLDUĞUNU SÖYLEYENLERE İNANMAK İSTEMEM

20 yıl sonra Türkiye, Tel Aviv’de yeniden alt düzeyde diplomatla temsil edilecek.

İsrail Büyükelçisi kabul edilmeyecek. (Zaten olacakları hissetmiş ki İsrail’e gitmiş ve aile nedenleriyle göreve dönmeyeceğini açıklamıştı.)

Askeri anlaşmalar askıya alındı. (İptal değil. Netanyahu hükümeti değişirse bu karar da değişebilir diye yorumlanabilir.)

Yakın vadede Türkiye’nin önündeki sıkıntı, “dünyadaki ve özellikle Amerika’daki Musevi lobisinin artık desteğini yanına alamayacak olmasıdır.”

Yahudi diasporası, İsrail’deki en sağ radikallerden bile daha katıdır ve güçlüdür.

BM’den son Mavi Marmara raporunun her maddesiyle, İsrail’e doğrudan ya da dolaylı destek satırları, İsrail’in ve diasporanın başta Amerika olmak üzere dünya ülkelerinde hatta BM gibi uluslararası örgütler üzerindeki etkinliğini ortaya koyan güç gösterisidir.

Ayrıca...

“İsrail’in gizli servislerini kullanarak Türkiye’deki Kürt sorununu kaşıyacağını” zaten böyle duyumlar olduğunu söyleyenlere inanmak istemem.

Bu çok tehlikeli oyundur.

Şimdilik Türkiye-İsrail ilişkilerindeki buzullanma kalıcı görünmüyor.

Yapısal değil, zamanın koşullarına ve özellikle Tel Aviv’deki hükümetlerin hatta bir bakıma Türkiye’deki iktidarın da rengine endekslidir.

Ama...

Yapısal zemin Türkiye ve İsrail’in hâlâ ortak yararlarının hayli ağır bastığı bir dokudur.

İsrail’in PKK kartına elini uzatması o zemini kalıcı olarak çökertir.

Güneri Cıvaoğlu

http://siyaset.milliyet.com.tr/israil-fayi-kirildi/siyaset/siyasetyazardetay/03.09.2011/1434021/default.htm

EVET TÜRKİYE’NİN HAKLI OLDUĞU MAVİ MARMARA VE GAZZE KONULARINDA BASTIRMAYA DA DEVAM ETMESİ LAZIM. AMA ACABA BUNU İSRAİL’LE İLİŞKİLERİ SIFIRLAYARAK MI, YOKSA ZAMANA YAYARAK DAHA SOĞUKKANLI BİÇİMDE Mİ YAPMASI DOĞRU OLURDU?

İsrail’le diplomatik ilişkilerin sıfırlanmasıyla birlikte iki ülke arasında sular fena halde karışacak.

Bundan böyle iki ülke de birbirinin canını acıtmak için elinden geleni yapacak.

Bu açıdan İsrail’in de eli uzundur.

Türkiye’nin Amerika’yla ilişkilerini bozmak, Amerikan Kongresi’nde 1915 dahil Türkiye’yi ilgilendiren meseleleri kurcalamak, Kürt sorunu ve PKK konusunu azdırmak gibi manevra alanları vardır İsrail’in ve Türkiye’nin canını acıtabilir.

Türkiye’nin gücü de hiç kuşkusuz küçümsenemez.

Her şeyden önce haklıdır.

Mavi Marmara ve Gazze ablukası konusundaki haklılığının yanı sıra, Arap Baharı olsun, Suriye ve Libya olsun, İran olsun, bütün bunlar Türkiye’nin uluslararası sahnedeki ‘borsa değeri’ni de özellikle Amerikan yönetimi nezdinde arttırmıştır.

Türkiye bugüne kadarki tepkilerinde de haklıdır.

Fakat bir ama eklemek gerekir.

Uluslararası ilişkilerde haklı olmak her zaman her şey demek değildir.

Haklı olabilirsiniz ama sonunda davayı kaybedebilir ya da hiç beklemediğiniz anda zor durumlarda kalabilirsiniz.

Ne mi demek istiyorum?

Evet, Türkiye’nin haklı olduğu Mavi Marmara ve Gazze konularında bastırmaya da devam etmesi lazım.

Ama acaba bunu İsrail’le ilişkileri sıfırlayarak mı, yoksa zamana yayarak daha soğukkanlı biçimde mi yapması doğru olurdu?

Bu sorunun yanıtı ancak zaman içinde alınabilir.

Hasan Cemal

http://siyaset.milliyet.com.tr/israil-le-iliskileri-niye-ille-de-sifirlamak-/siyaset/siyasetyazardetay/03.09.2011/1434023/default.htm

BU ARADA KONUYU SÜRDÜRMEYE KARARLIYSA TÜRKİYE’Yİ BAŞARININ KESİN OLMADIĞI ZORLU BİR HUKUK MÜCADELESİ BEKLEDİĞİNİ BİLMEKTE YARAR VAR

Davutoğlu’nun açıkladığı yaptırımlar arasında tek sürpriz bizce, Türkiye’nin “Doğu Akdeniz’de seyrüsefer serbestîsi için önlem alacağına” dair madde oldu. Türkiye böylece donanmasını Doğu Akdeniz’in uluslararası sularında İsrail gemilerine karşı devriye mi gezdirecek?

Ola ki bunu yaptı ve gemiler karşı karşıya geldi, iki ülke çatışmaya mı girecek? Bu durumda ABD’nin bölgedeki 6’ncı Filo’su devreye girerse o zaman ne olacak? Açıkçası kamuoyu bu maddenin ne anlama geldiğini merak edecektir.

Bu arada Ankara’nın, BM Genel Kurulu’na bağlı İnsan Hakları Konseyi’nin İsrail’i tümüyle suçlu bulan Mavi Marmara raporuna güvenmesi ise boşuna, çünkü konseyin ciddi bir yaptırım gücü yok. Türkiye de zaten, BM Genel Kurulu’nun “Türk askerlerinin Kıbrıs’tan derhal çekilmesi” konusundaki çeşitli kararlarını ciddiye almış değil.

Mavi Marmara meselesi iki ülke arasında siyasi irade ile çözülebilseydi Ankara bu zor duruma düşmeyecekti. Ancak olmadı, çünkü her iki taraf pozisyonlarını somut olarak ortaya koydu ve geri adım atmayacağını net olarak belli etti. Birbirlerine ideolojik gözlüklerden baktıkları için çözüm için herhangi bir irade de sergilemediler.

Palmer Paneli ise, en azından Ankara açısından, bu ilişkilerin görülebilir bir gelecekte normalleşmeyeceğini garantilemiş oldu. Bu arada konuyu sürdürmeye kararlıysa Türkiye’yi başarının kesin olmadığı zorlu bir hukuk mücadelesi beklediğini bilmekte yarar var. Bu konudaki yazılarımızı takip edenler gelinen bu noktanın beklenmedik bir durum içermediğini biliyorlardır.

Semih İdiz

http://dunya.milliyet.com.tr/turk-israil-iliskisini-bitiren-panel/dunya/dunyayazardetay/03.09.2011/1434024/default.htm

GELİNEN NOKTADA ARTIK TÜRKİYE İLE İSRAİL ESKİ DOSTLUK VE İŞBİRLİĞİNİ KAYBETMEKLE KALMIYORLAR, AYNI ZAMANDA KARŞI KARŞIYA GELİYORLAR

Türkiye’nin yeni stratejisinin sonucunda, özür dilememekte ısrar eden İsrail artık Türkiye’yi bir dost olarak kaybetmektedir.

Netanyahu hükümetinin iç politika hesaplarından kaynaklanan hatalı tavrı, İsrail’in hele Ortadoğu’daki son gelişmelerden sonra içine düştüğü yalnızlığı daha da arttıracaktır.

Gelinen noktada artık Türkiye ile İsrail eski dostluk ve işbirliğini kaybetmekle kalmıyorlar, aynı zamanda karşı karşıya geliyorlar.

Bu, ikili ilişkilerde gerginlikler yaratacağı gibi, bölgede de, hatta uluslararası platformda da ciddi huzursuzluklara yol açabilir.

Bu bakımdan bundan sonraki adımların dikkatli ve ölçülü biçimde atılmasında yarar vardır.

Sami Kohen

http://dunya.milliyet.com.tr/israil-turkiye-yi-kaybetti-/dunya/dunyayazardetay/03.09.2011/1434019/default.htm

TÜRKİYE’DE İÇ VE DIŞ SORUNLARIN ÜST ÜSTE YIĞILDIĞI BİR DÖNEMDE, İSRAİL’LE GERİLİMİN BİR VİTES DAHA YÜKSELMESİNİN YOL AÇABİLECEĞİ SOSYOLOJİK SONUÇLARI, TOPLUMSAL KIRILMALARI, AÇILABİLECEK VE KAPANABİLECEK VİZYONLARI ÖNGÖRMEK HİÇ KOLAY DEĞİL

Tabii asıl büyük dönüşüm Mavi Marmara saldırısı ile başladı. Dün itibariyle Türkiye-İsrail ilişkisi, İsrail devletinin kurulduğu 1948 yılından bu yana belki de en kötü dönemi yaşıyor.

İsrail ekonomik ve siyasi açıdan ciddi iç sorunlarla boğuşuyor. Kuvvetli bir iktidar yok. Bu ‘rest’in onların içişlerine nasıl yansıyacağını, giderek güçlenen radikal sağcıların Türkiye’nin çıkışına nasıl bir tepki vereceklerini öngörmek zor.

Halk ayaklanmaları nedeniyle karışan Esad yönetimi ile Türkiye ilişkileri çok sertleşti. Bu konuda Türkiye’nin Batı’yla aynı paralelde olduğunu söyleyebiliriz. Ama ironik şekilde Suriye’nin başdüşmanı İsrail yönetimiyle Türkiye arasındaki ipler de kopma noktasında.

Dışişleri Bakanı Davut-oğlu’nun ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün açıklamalarından Türkiye’nin Birleşmiş Milletler’in Mavi Marmara raporunu beğenmediği anlaşılıyor. Bu raporun tam olarak netleşmediği ve kamuoyunda henüz tartışılmadığı bir dönemde, böylesine sert bir diplomatik taarruzun uluslararası kamuoyuna ilettiği mesajın yoğunluğu ortada.

Hükümet, gerçekten de kritik bir pozisyon almış bulunuyor. 

Dış politikada yeni bir döneme girildiğini öne sürmek belki çok iddialı bir ifade olsa da büyük bir dalgalanma yaşandığı açık.

Türkiye’de iç ve dış sorunların üst üste yığıldığı bir dönemde, İsrail’le gerilimin bir vites daha yükselmesinin yol açabileceği sosyolojik sonuçları, toplumsal kırılmaları, açılabilecek ve kapanabilecek vizyonları öngörmek hiç kolay değil.

Oral Çalışlar

http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1062156&Yazar=ORAL

DEDİM YA; ONLAR İSRAİL'İ KURAN BABALARDI. VE BİR CEPHANELİĞİN ÜSTÜNDE OTURAN İSRAİL İÇİN TÜRKİYE'NİN DOSTLUĞUNUN TEK CAN SİMİDİ OLDUĞUNU BİLİYORLARDI

David Ben Gurion, Moşe Şaret, Levi Eşkol, Ygal Allon, Golda Meir, Şimon Perez, İzak Rabin... İsrail'i kuran kuşaktan çıkan başbakanlardı bunlar...

Bugün onların herhangi biri işbaşında olsaydı, Türkiye-İsrail ilişkileri bu noktaya gelir miydi? Dahası, "Mavi Marmara faciası" yaşanır mıydı? Asla.

Hatta, Menahem Begin, İzak Şamir gibi, sağ ile aşırı sağ arasındaki Likud Partisi'nden gelen başbakanlar bugün iktidarda olsaydı, Türkiye-İsrail dostluğunun böylesine ağır bir yara almasına izin verirler miydi? Asla.

Hatta, 4 Ocak 2006'dan bu yana derin komada ve bitkisel hayatta olan "Şahinler Şahini" Ariel Şaron o ölümcül beyin kanamasını geçirmeyip başbakanlık görevini sürdürseydi, "Mavi Marmara baskını"na izin verir miydi? Asla. Dedim ya; onlar İsrail'i kuran babalardı. Ve bir cephaneliğin üstünde oturan İsrail için Türkiye'nin dostluğunun tek can simidi olduğunu biliyorlardı.

Kimi Naziler'in Yahudi soykırımından kurtulabilmiş ailelerden gelen, kimi Filistin'de İngiliz işgaline karşı savaşan, kimi Arap-İsrail savaşlarında ordulara komutan eden, kimi de taa Osmanlı'dan bu yana Türk halkının içinde, Türk halkıyla iç içe yaşamış "Efendi"lerin çocukları olan bir kuşağın liderleriydi onlar. Acıyla yoğrulmuşlardı ve acılarına Türkiye'nin, Türk halkının nasıl merhem olduğunu hiç mi hiç unutmuyorlardı.

Ne zaman ki Berlin Duvarı yıkıldı, Sovyetler Birliği dağıldı, Rusya göç kapılarını açtı, İsrail'in kimyası değişiverdi.

İsrail'in 50 yıllık acılarından, hatta Yahudi ulusunun 2 bin yıllık trajedisinden habersiz, soydan-soptan Yahudi oldukları bile tartışmalı kitleler akın ediverdi. Birkaç yıl içinde "Rus kökenli Yahudiler" sınıfı doğuverdi. Kendi partilerini kurdular, kendi ideolojilerini yarattılar. Her seçimde oylarını artırıp, sonunda koalisyon hükümetlerinde iktidar ortağı oldular. Hem de kilit ortak.

Ve bu stratejik konumlarını alabildiğine kötüye kullanıp sadece kalpleri değil, vicdanları da solda olan kurucu babaların İsrail'ini bir faşist devlete dönüştürüverdiler.

David Ben Gurion, Moşe Şaret, Levi Eşkol, Ygal Allon, Golda Meir, Şimon Perez, İzak Rabin... Menahem Begin, İzak Şamir... Hatta Ariel Şaron...

O başbakanların hangisi Avigdor Liberman gibi birinin İsrail Hükümeti'nde Dışişleri Bakanlığı koltuğuna oturmasını kabul ederdi? Hiçbiri.

Hangisi Liberman'ın, günümüzün İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'yu düşürdüğü zavallılığa, biçareliğe sürüklemesine izin verirdi? Hiçbiri.

Hangisi Liberman ve benzerleri yüzünden dünyada Yahudi karşıtlığının artmasına göz yumabilirdi? Hiçbiri.

Hangisi belleksiz "Rus kökenli Yahudi siyasetçiler" kuşağı yüzünden İsrail'in "Kadim dostlar"ını yitirmesine razı olabilirdi? Hiçbiri.

Çare?

İsrail'in bir kliniğe yatıp kanını temizlemesi, gerekirse kanını yenilemesi. Hrant Dink'in formülüyle, "Kanındaki faşist zehiri" atması.

Başarabilir mi? Neden olmasın... Tıpta o kadar ileri ki...

Erdal Şafak

http://sabah.com.tr/Yazarlar/safak/2011/09/03/israilin-acmazi

TÜRKİYE İSRAİL İLİŞKİSİNDEKİ GİDİŞAT HALKLAR İÇİN PEK HAYRI ALAMET DEĞİL

Şimdi gelelim Türkiye ile İsrail ilişkilerinin gözden kaçan kısmına. Kısaca iki ülke halkı arasında giderek bozulan ilişkilere.

İlginç bir zamanlama ama,  bir süredir akademik bir çalışma için Tel Aviv’deyim. Birkaç gün önce,  Türkiye-İsrail ilişkileri üzerine uzun bir sohbet imkanım oldu. Sohbet, Tel Aviv Üniversitesi’nden bir akademisyenle. Tel Aviv Üniversitesi dünyaca ünlü hocaları ile meşhur.  Sohbet, Türkiye doğumlu bir arkadaşla. Genç, pırıl pırıl,  aklına ve sağduyusuna çok da güvendiğim bir akademisyen.  İki ülke arasındaki tüm gelişmelere hakim. Günü gününe de yorumlayabiliyor gelişmeleri.

Konuşmanın önemli  kısımlarını aktarayım sizlere:

• İsrail’de halk Türkiye ile ilişkili olaylara hemen dikkat kesiliyor ve çok ciddiye alıyor. Görsel ve yazılı basın iki ülke arasındaki ilişkilere çok hassas.

• İki ülke arasındaki kötü gidişat, iki ülke halkına yansımaya başlamış durumda.

• Akademisyen arkadaşım, bana bir iki yıl için Türkiye’den İsrail’e göçen Yahudi kökenli vatandaşın sayısına bakmamı istemişti. Rakamlar epey yüksekmiş ve İsrail’in resmi internet sitelerinde bulunuyor. Rakamlar yaklaşık şöyle: Türkiye’den İsrail’e ortalama göç sayısı 60 kişi civarında. 2009 yılında ise bu rakam 600 kişi.

• Anlatılanlara göre Türkiye’deki Yahudi kökenli vatandaşlara karşı tepki giderek artıyor. Birkaç örnek anlattı ama burada sizlere aktarmayayım, çünkü oldukça keyifsiz.

• İsrail’de Türkiye ve Türk vatandaşlara yönelik olumlu algı giderek bozuluyor. Örnek; bir süre önceye kadar şehir içi otobüslerde yer alan birkaç dildeki açıklamalarda yer alan Türkçe açıklama kısmı kaldırılmış durumda.

Sohbetteki birçok ayrıntıyı buraya aktarmıyorum, zamanı olmadığı için. Ama konunun özeti, Türkiye İsrail ilişkisindeki gidişat halklar için pek hayrı alamet değil.

Siyası kararların haklı haksız birçok sebebi olduğu kesin. Ne Türk hükümetinin tavrı günün gerçekliği dışında ne de İsrail’in. Biraz konulara hâkimseniz bu kolayca anlaşılmakta. Ama sorun uzun vadeli halkların birbiri ile ilişkisini bozacak konuma geldiyse, ortada iyi hesap edilmemiş bir şeyler olduğunu gösteriyor

Metin Duyar

http://t24.com.tr/metin-duyar/kose-yazisi.aspx?author=62&article=4088

BU SÜREÇTE DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN TEK HUSUS; DİPLOMATİK VE HUKUKİ ALANDA YÜRÜTÜLEN MÜCADELENİN SOKAKLARA YANSITILMAMASI VE RESMİ AÇIKLAMALARDA KONTROLSÜZ BİR DİL KULLANILARAK HALKIN TANSİYONUNUN YÜKSELTİLMEMESİ OLMALI

İsrail’in hukuk tanımazlığı ve koalisyona mensup küçük partilerin inadı, Türkiye ile ilişkileri belki de tarihinin en kötü noktasına doğru itiyor.

Şüphesiz bu süreçten en büyük zararı İsrail görecek.

Türkiye, haklı olduğu bir davada taleplerini sürdürmeli. Yeni yaptırımlar da devreye sokulabilir.

Bu süreçte dikkat edilmesi gereken tek husus; diplomatik ve hukuki alanda yürütülen mücadelenin sokaklara yansıtılmaması ve resmi açıklamalarda kontrolsüz bir dil kullanılarak halkın tansiyonunun yükseltilmemesi olmalı.

Erhan Başyurt

http://www.bugun.com.tr/kose-yazisi/168012-israil-in-ayak-oyunlari-ve-turkiye-nin-yeni-hamleleri-makalesi.aspx

NE İSRAİL ADINA BÖLGESEL FATURAYI ÖDEYEN AKTÖRLER İKTİDARLARINI KORUYABİLİYORLAR, NE DE BU AKTÖRLERİN AYAKTA KALMASINI SAĞLAYAN ABD ARTIK ESKİ BÖLGESEL DÜZENİ YAŞATMAYA ÇALIŞMANIN MALİYETİNE KATLANMAK İSTİYOR

İsrail, ortaya çıkan raporun Mavi Marmara'da yaşanan katliam veya Türkiye ile ilişkilerine vurduğu derin darbe açısından ele almakta zorlanmaktadır. Raporun bütün hazırlık sürecinde uyguladığı manipülatif baskının özünü bambaşka bir strateji oluşturmaktaydı. Bir Camp David düzeni alışkanlığı olarak, her aşırı tavrının bir başka yasal kazanıma dönüştürme stratejisi bu meselede de işledi. İsrail, raporda iki sonucun ortaya çıkması için inanılmaz bir baskı uyguladı. Gazze ambargosunun ve mücavir karasuları bölgesinde müdahalelerin meşru olduğunun raporda kabul edilmesi İsrail için ana hedefti. İsrail BM raporu sayesinde bu hedeflerine ulaştığını düşünüyor. Başka bir ifade ile İsrail Mavi Marmara ile ortaya koyduğu "yeni aşırılık tarzının" bir başka "yasal şemsiye" altına girdiğini düşünüyor. BM raporu sayesinde, Gazze ambargosunun ve Doğu Akdeniz güvenliğinde tek taraflı müdahalelerinin bundan sonra da yasal bir zemine kavuşmasını hesaplıyor. İsrail açısından, bu yaklaşım, Camp David dünyasında oldukça rasyonel ve hedeflerine uygun görülebilir. Öyle ki Camp David düzeninde İsrail suçlarının faturası vekaleten görevlerini sürdüren bölgesel aktörler ve ABD tarafından halklar maliyetine telafi edilebiliyordu. Yeni bölgesel düzene doğru geçiş sürecinin ilk aşamalarında olduğumuz şu günlerde, bu eski denklemin yürürlükte kalmasının mümkün olmadığını görüyoruz. Zira, ne İsrail adına bölgesel faturayı ödeyen aktörler iktidarlarını koruyabiliyorlar, ne de bu aktörlerin ayakta kalmasını sağlayan ABD artık eski bölgesel düzeni yaşatmaya çalışmanın maliyetine katlanmak istiyor. İsrail, coğrafi olarak Ortadoğu'da ruhen Batılı başkentlerde; fiziken yeni bölgesel düzen içerisinde zihnen Camp David düzeni içerisinde yaşamaya devam ettiği sürece devlet ile bir proje olma makasından çıkamayacaktır. Bu makas devam ettiği sürece endişelenmesi gereken Türkiye değil aksine çoktan bölgesel statüko kampına yazılmış olan İsrail'den başkası değildir.

Taha Özhan

http://www.sabah.com.tr/Perspektif/2011/09/03/israil-kazanarak-kaybetmeye-devam-edecek

DAHA BUGÜNDEN BAŞLADI, DONANMAYA ÖVGÜLER… YAKINDA MANŞETLERİ SÜSLERSE ŞAŞIRMAYIN.  DESTROYERLERİN, KRUVAZÖRLERİN, DENİZALTILARIN, SINIF SINIF SAVAŞ GEMİLERİNİN FOTOĞRAFLARI… GÖRÜNEN O Kİ, RAMBO GAZETECİLER DE YAVAŞ YAVAŞ MEVZİ ALIYOR

Türkiye “kabul edilmez” bulduğu tablo karşısında sert tepki göstermiştir. “Bedel ödeme vakti geldi” uyarısıyla aldığı yaptırım kararlarını açıklanmıştır.  En dikkat çekici ayrıntı şudur:

“Doğu Akdeniz’de seyrüsefer serbestîsinin sağlanması için gerekli her önlem alınacaktır.”

Yani… Yıllardır Yunanistan’ta aramızı açan kıta sahanlığı mevzuu… Anakaradan 12 mil sonrası, hiçbir ülkenin değildir, uluslararası sudur…

Akdeniz ısınabilir…  İsrail’in burnunun dibinde savaş gemilerimiz karşı karşıya gelebilir. 

 “Sözden ibaret bir tehdit” bile deseniz… Kritik pozisyon alınmıştır.

Bütün bunlar İsrail’in bir özür dilememesi içindir.  Çünkü o özür diz, çökmektir.

Türkiye’ye, dolayısıyla Tayyip Erdoğan’a itibar yazar.

One Munit çıkısını hatırlayın. Erdoğan’ın Arap dünyasında estirdiği rüzgarı… “Bölgesel güç Türkiye” tespitlerini…

Bir de bugüne bakın… Erdoğan’ın İsrail’le ipleri koparma restini… İsrail kabadayılığına meydan okumasını… Bir de netice verirse… Bu duruş, Erdoğan’ı İslam dünyası halklarının gözünde bir kez daha kahraman yapacaktır…

Ya iç politikada…

Daha bugünden başladı, donanmaya övgüler… Yakında manşetleri süslerse şaşırmayın.  Destroyerlerin, kruvazörlerin, denizaltıların, sınıf sınıf savaş gemilerinin fotoğrafları…

Görünen o ki, Rambo gazeteciler de yavaş yavaş mevzi alıyor.

Takdir necip Türk milletinindir.

Münir Koçaslan

http://www.farklihaber8.com/koseyazilari/munir-kocaslan/bmnin-israil-karari-kimin-basarisizligidir/618.aspx

'BÜTÜN İSRAİL'İ ABLUKA EDERİZ, DOĞDUĞUNA PİŞMAN EDERİZ' DEYİP BÖYLE BİR KAMPANYAYA GİTMEK TÜRKİYE'NİN LEHİNE MİDİR ALEYHİNE MİDİR? BİZİ KAYBETMEYE GÖZE ALMIŞ BİR ÜLKEYLE BAĞIRIP ÇAĞIRIYORUZ. AMA OLAYA ULUSLAR ARASI İLİŞKİLER AÇISINDAN BAKARSAK, GÜNÜN SONUNDA İSRAİL BENCE BİR GOL ATMIŞTIR

Uluslararası mevzuat açısından bakarsak şöyle bir görüntü var. Başkaları bir adım atıyor, Türkiye ona yetişmeye çalışıyor. Bu olayı çıkaran Türkiye değil, İHH yardım ekibidir. O bir şey başlattı biz ona ayak uydurmaya çalışıyoruz. Rapor açıklandı yine öyle. Türkiye İsrail sürecinde biz bir türlü adım atmıyoruz. Olaylar oluyor, biz ona yetişmeye çalışıyoruz. B planı rapordan sonra ortaya konuyor. İsrail'le ilişkileri yok etme, askıya alma meselesi Mavi Marmara gemisindendir. Tabi ki Türkiye vatandaşlarını koruyacaktır ama İsrail gibi önemli bir devletle olan ilişkilerini yok etmek ya da artırmak gibi ilişkileri bir sivil toplum kuruluşu üzerinden mi şekillendirecektir. Başka bir örgüt yarın Türk Amerikan ilişkilerini sıkıntıya sokma hakkına sahip mi?. İHH'nin niyetini sorgulamıyorum, bir insan hakları örgütüdür ama Türkiye'nin İsrail'le ilişkileri bir sivil toplum örgütü üzerinden şekillendirilmemelidir. Türkiye B Planı'nda 'Gazze ablukasını Lahey'e götüreceğiz' diyor. Lahey'den de İsrail lehine bir karar çıkabilir. Lahey'de ne çıkacağına garanti verebiliyor muyuz? Dolayısıyla 'Bütün İsrail'i abluka ederiz, doğduğuna pişman ederiz' deyip böyle bir kampanyaya gitmek Türkiye'nin lehine midir aleyhine midir? Bizi kaybetmeye göze almış bir ülkeyle bağırıp çağırıyoruz. Ama olaya uluslar arası ilişkiler açısından bakarsak, günün sonunda İsrail bence bir gol atmıştır. O gol de, Gazze ablukasının, içinde Türk'ün olduğu BM raporunda meşru görülmesidir. Bu çok önemli bir noktadır. İsrail'in eline ballı kadayıf vermiştir.

Gökhan Bacık

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1175983&title=bacik-israil-turkiyeyi-kaybetmeye-hazirlikliydi

UZUN ZAMANDIR TÜRKİYE DİPLOMASİDE “SERTLİĞİ” ÖNE ÇIKARTAN BİR ÇİZGİ İZLİYOR, O “SERTLİĞİ” TAŞIYACAK KADAR GÜCÜNÜZ OLDUĞU SÜRECE BU POLİTİKADAN OLUMLU SONUÇLAR ALABİLİRSİNİZ, “SERTLİĞİNİZİN” DOZU GÜCÜNÜZÜ AŞARSA SONUÇLAR OLUMSUZ OLUR

Türkiye, “Ben Doğu Akdeniz’de seyrüsefer serbestîsini sağlarım” diyor.

İsrail, seyrüsefer “kısıtlamasını” savaş gemileriyle sağladığına göre, “seyrüsefer serbestiyeti” de ancak savaş gemileriyle sağlanır.

Türkiye’nin bu açıklaması şimdilik “sözden” ibaret bir tehdit mi yoksa gerçekten bu dediğini yapacak mı bilmiyorum.

Ankara’dan gelen ilk bilgiler henüz “savaş gemilerini” Doğu Akdeniz’e gönderme gibi kararın olmadığı.

Ama göndersek de göndermesek de “sıcak bir çatışmanın” ilk işaretini vermiş olduk.

Ankara’nın bu sert çıkışı Türkiye’nin Arap âlemindekini prestijini arttıracaktır ama İsrail’le “çatışma tehdidini” de içinde barındıran büyük bir anlaşmazlığa düşmesi ve BM kararını “yok sayması” Batı âleminde nasıl karşılanacak, bunu henüz bilmiyoruz.

Gerek iç yapılanmasını gerekse dünyayla ilişkilerini yeniden yapılandıran Türkiye’nin bundan böyle her türlü “sürprize” açık bir diplomatik iklime girdiğini söyleyebiliriz.

Bu “sert” politika kaçınılmaz olarak olumlu ve olumsuz birçok sonuç yaratacaktır; bunların bir kısmı Türkiye’nin denetleyebileceği, bir kısmı da denetleyemeyeceği sonuçlar olacak.

Uzun zamandır Türkiye diplomaside “sertliği” öne çıkartan bir çizgi izliyor, o “sertliği” taşıyacak kadar gücünüz olduğu sürece bu politikadan olumlu sonuçlar alabilirsiniz, “sertliğinizin” dozu gücünüzü aşarsa sonuçlar olumsuz olur.

“Sertlik ve güç” dengesini doğru ayarlayıp ayarlayamadığımızı da bize hayat gösterir.

Türkiye’nin yeniden yapılandığı bir dönemde iktidarda olan AKP, dışarıda ciddi sorunlarla boğuşurken içerde de büyük bir sorun yarattı kendisine.

Ahmet Altan

http://www.ilkehaber.com/yazi/israil-ve-deniz-feneri-2229.htm

“TÜRKİYE Mİ YOKSA İSRAİL Mİ DAHA ÇOK KAYBETTİ?” DİYE SORARSANIZ, HİÇ DÜŞÜNMEDEN “İSRAİL” DİYEBİLİRİM

İsrail’in Türkiye doğumlu Ankara Büyükelçisi Gaby Levy, ilişkilerin düzelmesi için çok çaba harcayan isimlerden biriydi. İsrail’de “Turkofil” olarak tanınan ve Türkiye’ye sempati duyan isimler arasında gösteriliyordu. Tıpkı İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres gibi. Fakat Ortadoğu’daki konjontür sempati falan dinleyecek halde değil. İsrail hükümetine hâkim olan sertlik yanlısı sağ kanat her şeyi mahvetti. Türkiye-İsrail arasında yükselen tansiyonu geniş bir çerçevede değerlendirince bir tarafta İran ve Suriye, diğer tarafta Filistin, Lübnan ve hatta Irak konuları devreye giriyor. Belki de en tehlikeli gelişme, hiç akıllara bile gelmeyen Kıbrıs ile ilgili. Başbakan Erdoğan geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada Türkiye’nin Kıbrıs sorununda artık farklı bir yerde durduğunu ilan etmişti. Türkiye karşısında eli kolu bağlı durumda kalan Kıbrıs Rum kesimi bu gerginlikten yararlanmaya çalışacaktır. Akdeniz’de ihtilaflı durumdaki doğalgaz ve petrol arama işine İsraillileri de katarak Ankara’yı çok zor durumda bırakmak isteyecekler. Üstelik bu durumun Akdeniz’de sıcak bir çatışmaya dönüşme riski var.

Türkiye’den özür dilemeyi reddetmesi ve tazminat ödememesi hiç kuşku yok ki İsrail’e de ağır bir fatura çıkaracak. “Türkiye mi yoksa İsrail mi daha çok kaybetti?” diye sorarsanız, hiç düşünmeden “İsrail” diyebilirim. İsrail bugüne kadarki varlığını sürekli saldırı konumunda olan ve düşman üreten politikalara dayandırdı. Avrupa ve Amerika’nın belli desteğiyle pozisyonunu korudu. Uluslararası hukuku hiçe saymasına karşın ağır ambargolarla karşılaşmadı. Nüfusunun önemli bir bölümü Müslüman olan Türkiye’nin İsrail ile diplomatik ilişki kurmuş olması Tel Aviv için büyük kazançtı. Bunun neticesinde Türkiye ile İsrail arasında ekonomik, sosyal ve kültürel alanda güçlü bağlar kuruldu. Hatta stratejik ilişkiden söz edilir oldu. İsrailli savaş pilotları, uçuş eğitimlerini Konya’da yapmaya başladı. İsrail şimdi bütün bu imkânlardan mahrum durumda. Mısır ve Suriye gibi iki önemli Arap ülkesinde nasıl bir yönetimin işbaşına geleceğinin bilinmemesi İsrail için tam bir kâbustur. Böyle bir ortamda Türk devletinin ve halkının da kaybediliyor olmasının İsrail açısından tahmin edilemeyecek kadar ağır sonuçları olacaktır.

Hakan Çelik

http://www.posta.com.tr/siyaset/YazarHaberDetay/Stratejik_ittifaktan_catismanin_esigine.htm?ArticleID=86489

TÜRKİYE'Yİ YÖNETENLERE SORUYORUM: BİRLEŞMİŞ MİLLETLER'İN (ASLINDA AMERİKA, RUSYA, ÇİN, İNGİLTERE, FRANSA'NIN) İSRAİL'İN MUHTEMEL SALDIRISI KARŞISINDA NASIL KARAR ALACAĞINI ÖNCEDEN BİLMİYOR MUYDUNUZ?

Dünya siyasetinde egemen olmayan devletler de küresel piyasada egemen olmayan şirketler gibi egemen devletlerin stratejilerinin doğru öngörümüyle yönetilmiyor mu?

Ne şirketler yalnızdır dünya piyasalarında ne de devletler...

Egemenlik haklarınızı bile diğer devletlerle paylaştığınız (AB) bir dünyada kendi başınızaymış gibi hareket edebilir misiniz?

Türkiye'yi yönetenlere soruyorum:

Birleşmiş Milletler'in (aslında Amerika, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa'nın) İsrail'in muhtemel saldırısı karşısında nasıl karar alacağını önceden bilmiyor muydunuz?..

Bilmiyorsanız hemen istifa edin...

Biliyorduysanız o maceracı dernek yöneticilerine niçin göz yumdunuz?..

Neden binlerce insanı göz göre göre ölüme gönderdiniz...

Memduh Bayraktaroğlu

http://www.internethaber.com/marmarabir-ozurdokuz-can..-11957y.htm

İSRAİL ŞİMDİ GAZZE’DE ABLUKAYI DELMEYE ÇALIŞANLARIN ÖNCE BURNUNA BU KAĞIDI DAYAYACAKMIŞ, SONRA DA SİLAHINI...

Temel amacı İsrail ve çıkarlarını korumak olan Axel Springer’in gazetesi Bild’e yazar gibi Türkiye’deki gazetesinde de yazar İsrail’i korumak ve kollamak için.

Birleşmiş Milletler’in 4 kişilik raporu konusunda Türkiye’yi 1-0 mağlup ilan etmiş.

İsrail şimdi Gazze’de ablukayı delmeye çalışanların önce burnuna bu kağıdı dayayacakmış, sonra da silahını...

Burnuna silah dayanacak olan Türkiye oluyor.

İnsan Gazze konusunda yazı yazar da bir tek kelime İsrail’i, Filistin politikasını eleştirmez mi?

Tamam İHH’yı eleştir.

Gemiye inen İsrail komandolarına karşı koymasını gündeme getir.

Ama hiç olmazsa açıkça İsrail yanlısıyım diye bağıran rapordaki İsrailli komandolar “Gereksiz kullanmış ve insanları sırtlarından vurmuştur” ibaresini gör.

Bu hükümetten hoşlanmayabilir, politikalarına karşı olabilirsin.

Ama bu sana iki hak vermez, bir medyadaki Ergenekoncu tayfayı orkestra şefi gibi yönetmek ve de İsrail’in vicdanlı insanların vicdanını yaralayan politikaları yanında durmak.

Ergun Babahan

http://www.stargazete.com/yazar/ergun-babahan/icimizdeki-israilliler-ve-vicdanli-yahudiler-haber-379324.htm

TÜRKİYE’NİN İSRAİL İLE İLİŞKİLERİNİN BOZULMASI ŞARTLARA UYGUNDUR

Herkes İsrail Devleti’nin kuruluşunun Yahudilerin bir zaferi olduğunu düşünür. Oysa Osmanlı devleti dışında Yahudilere eşit vatandaş gibi davranan bir ülke yoktu ve Yahudiler Avrupa’dan kaçmak istiyordu. ABD Yahudi göçünü İsrail’e yönlendirdi ve İsrail Devleti kuruldu. Onun görevi Ortadoğu’daki İslam ülkelerine bir düşman yaratmaktı ve düşmanlığın Avrupa ve ABD’ye yönelmesini engellemekti. Yıllarca çözülemeyen Filistin sorunu bu karşıtlığın simgesi oldu. Filistinliler devlet kuramadılar ama asıl önemli olan onların savaşmaktan başka meslekleri olmamasıydı. Geçimlerini dış yardımlarla sağladılar ve petrol bölgesinde Batıya yönelik muhtemel gerginlikleri üstlendiler. Bu arada bazı komik sayılacak siyasal ilişkiler de vardı. ABD hem İsrail’in bir numaralı hamisi sayılıyor hem de Filistinliler’i destekleyen, İsrail’e karşı ABD’den büyük miktarlarda silah satın alan Suudi Arabistan’ın dostu sayılıyordu. Eğer İsrail ile Suudi Arabistan çatışsaydı sizce ABD kimin yanında yer alırdı? Merak etmeyin böyle bir şey olmaz ve Suudi savaş uçaklarını kullanan ABD’li pilotlar İsrail’le savaşmaz.

Bir ülkenin amaçlarınıza uygun davranmasını isterseniz bunun iki yolu vardır. Ya bu ülkeyle anlaşırsınız ya da öyle olaylar yaratırsınız ki onun tepkileri sizin politikanıza uygun olur. Tepki gösteren ülkenin çıkarlarına aykırı hareket ettiği söylenemez ama yönlendirilmiş olur.

Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerinin bozulması şartlara uygundur. Bölgesel bir güç olmak isteyen ülkemiz bölgedeki tüm halkların düşman saydığı bir ülkeyle dost olamaz. Bir zamanlar her taşın altında Yahudilerin olduğu, ülkemizi Sabetayistlerin yönettiği söylenirdi. İlk bakışta Yahudi aleyhtarlığı gibi görünen bu yaklaşım aslında onları insan üstü bir varlık düzeyine yüceltiyordu. Hiçbir soyun diğerinden üstün yanı yoktur ve günümüzde saf bir soyun olduğunu zannetmiyorum.

Mahir Kaynak

http://www.stargazete.com/yazar/mahir-kaynak/gerginligin-anatomisi-haber-379289.htm

MERAK ETMEYİN DOĞU AKDENİZ’DE SAVAŞ ÇIKMAZ

Tarım, bugün İsrail için hem gelişme hem de egemenlik aracıdır. İsrail’in en önemli ırkçı egemenlik politikası doğal kaynaklara el koymasıdır. İsrail, Filistin topraklarındaki su kaynakların yüzde 60’ına el koymuştur. Bunun için tarım ve su tabii enerji İsrail için var olma alanlarıdır.  İsrail’in askeri teknoloji dışında ciddi adımlar attığı tarım için suya ve daha fazla toprağa ihtiyacı var. Bunun için İsrail, Uluslar arası İşbirliği Merkezi (MASHAV) aracığıyla GAP bölgesinde, 2003 yılında imzalanan anlaşma gereği, danışmanlık faaliyetlerini yürütmekte ve hem yatırım hem de Dicle, Fırat sularının uluslar arası su havzası statüsüne geçmesi çalışmalarında bulunmaktadır. İşte GAP ve Dicle-Fırat nedeniyle Türkiye’nin Kürt sorunu, İsrail’in de ‘sorunu’ aslında kaşıdığı bir ‘sorunudur’.

Bugün İsrailli tohum firmalarının Türkiye’de çok ciddi yatırımları ve projeleri vardır. İsrail, Türkiye’deki tarım faaliyetleri için Milli Emlak’tan çiftlik kurmak için toprak talebinde bile bulunmuştur. Ayrıca enerjide, Kafkas-Hazar petrolünün İsrail-Hayfa üzerinden değerlendirilmesi bu hattın su ve iletişim için de kullanılması ve işgal altındaki topraklarda enerji santrallerinin Türk şirketleriyle kurulması, böylece işgali ekonomik olarak meşrulaştırma girişimleri uzun vadeli İsrail stratejileridir.

Sonuçta İsrail, enerji, tarım, askeri teknolojiye dayalı ekonomisini, Türkiye olmadan uzun süre ayakta tutamaz. Bu işin ekonomik yanı, siyasi olarak da İsrail aslında kaybetmiş bir devlettir. Bunu, bizdeki dar kafalı ulusalcılar, Amerika’daki neoconlar ve hala onlardan medet uman İsrail lobisi dışında, Obama yönetimi, Rusya ve AB biliyor. Bunun için İsrail’in hele, Esad gibi, bir ayağı çukurda olan Nazi artığı Netanyahu’nun Türkiye ile öyle boy ölçüşmesi gibi bir durumu olamaz. Yani merak etmeyin Doğu Akdeniz’de savaş çıkmaz.

Cemil Ertem

http://www.stargazete.com/yazar/cemil-ertem/dogu-akdeniz-de-niye-savas-cikmaz-haber-379302.htm

ELLERİNDE GEMİYE ÇIKAN ASKERLERİN İHH’LILAR TARAFINDAN “KAFALARINDAN YARALANMIŞ, ESİR ALINMIŞ” FOTOĞRAFLARI VAR

Tamam, Türkiye kararlılığını gösteriyor, bu da ilk bakışta hoşa gidiyor ama İsrail de aynı şekilde kararlı göründüğüne ve karşı atakları sürdürdüğüne, üstelik “kendisini uluslararası mahkemelerde savunacak hukuk timi kurduğunu” açıkladığına göre hiç de geri adım atacak gibi görünmüyor.

Ellerinde gemiye çıkan askerlerin İHH’lılar tarafından “kafalarından yaralanmış, esir alınmış” fotoğrafları var ki bunların çoğu medyada da yer aldı.

Aynen BM raporundaki gibi “gemiye müdahale olacağı uyarısına rağmen ‘önceden organize’ bir çatışma yaratıldığını” mahkemede de vurgulayacaklar. Umalım ki oradan “BM raporuna hak vermeyen bir sonuç” çıktı, o zamana kadar donanmaların karşı karşıya geldiği bir çatışma çıkarsa bu Türkiye’ye ne kazandıracak?

Ruhat Mengi

http://haber.gazetevatan.com/Haber/397741/1/Gundem

SANKİ DOĞRUDAN BİZİM OLAN "KIBRIS SORUNU"NU ÇÖZDÜK DE, SIRA ORTADOĞU'NUN "GAZZE SORUNU"NA ÇÖZÜM ÜRETMEYE GELDİ BİZİM İÇİN...

Sayısız sorunumuz çözüm beklerken, "İsrail'le gerginlik" meselesini de gündemimize aldık ya, bravo bize.

Sanki doğrudan bizim olan "Kıbrıs Sorunu"nu çözdük de, sıra Ortadoğu'nun "Gazze Sorunu"na çözüm üretmeye geldi bizim için...

Artık "Kürt Sorunu"na barışçı, demokratik ve kalıcı çözüm arama çabalarının hangi noktada olduğunu tartışmaktan bıkmış durumda değil miyiz?

Ama bütün bu düşünceleri seslendirmek abesle iştigal etmekten başka bir anlam taşımıyor.

Tarih ve coğrafya hepimizi Ortadoğu usulü siyasete mahkum etmiş neticede.

Sonuçta dış politikamızda da "Ortadoğu Vizyonu"na takılıp "Avrupa Birliği Vizyonu"nu böylece rafa kaldırmadık mı?

Mehmet Barlas

http://sabah.com.tr/Yazarlar/barlas/2011/09/04/sanki-kibrisi-cozduk-de-sira-gazzeyi-cozmeye-mi-geldi

TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKASININ MAVİ MARMARA GİRİŞİMİNİN PEŞİNE TAKILMASI BENCE YADIRGANACAK BİR OLAYDIR, ANCAK BU GEMİ YOLA ÇIKARKEN DÜŞÜNÜLMESİ GEREKEN BİR ŞEYDİ, ÖLÜMLÜ MÜDAHALEDEN SONRA GERİ ADIM ATMAK MÜMKÜN DEĞİLDİ

9 Türkiye vatandaşının ölümü ile neticelenen Mavi Marmara olayının bu noktaya gelmesini sadece İsrail’in geri adım atması engelleyebilirdi, olmadı. Türkiye’nin dış politikasının Mavi Marmara girişiminin peşine takılması bence yadırganacak bir olaydır, ancak bu gemi yola çıkarken düşünülmesi gereken bir şeydi, ölümlü müdahaleden sonra geri adım atmak mümkün değildi. Nihayetinde, bu durum Türkiye’den ziyade İsrail’in kaygılanması gereken bir gelişme. Bu sonuç ile karşılaşmamak için çatışmacı bir politika izlemekten kaçınmaları gerekiyordu. İsrail kendisini yalnızlaştıran politikalarında ayak diremeyi seçti. 

Öteden beri, tüm Ortadoğu ülkelerinde iç ve dış politikalar anti-İsrail söylemler ile meşrulaştırılır. İran-Suriye hattında İsrail karşıtlığı resmi söylemin temelini oluşturur. ABD’nin baş müttefiki olan diğer bölge ülkelerinde ise, bu denli keskin bir resmi söylem yoktur, ama anti-İsrail söylem bir çok şeyin üstünü örtmek için ve bu arada muhalefet alanının tümünü doldurmak için kullanışlı bir araçtır.  Şimdi Türkiye, bu yola girmiş görünüyor.

Türkiye’nin ‘Ortadoğu’nun baş aktörü’, ‘cihan devleti’ olması heyheylenmeleri, füze kalkanı töhmetinin altına pekala sığabiliyor. En kötüsü, emperyal hevesleri canlanan ve kışkırtılan bir ülkenin savaştan, çatışmadan kaçınması, gözünü budaktan sakınması söz konusu olamayacağına göre, belli ki bizi de, tüm bölgeyi de karanlık günler bekliyor.

Nuray Mert

http://gundem.milliyet.com.tr/fuze-kalkani-golgesinde/gundem/gundemyazardetay/04.09.2011/1434362/default.htm

TÜRKİYE’NİN AÇIKLADIĞI BEŞ MADDELİK YAPTIRIMLAR NEDENİYLE HERKES İSRAİL’İN ÖDEYECEĞİ BEDELDEN BAHSEDİYOR. PEKİ, BU KRİZİN TÜRKİYE’YE HİÇ BEDELİ OLMAYACAK MI?

Bu kararın Türkiye’nin isteği ve ısrarı üzerine kurulan ve beş üyesinden biri Türk hükümeti tarafından belirlenen bir komisyondan çıkması düşündürücüdür.

Dokuz Türk vatandaşının öldürüldüğü operasyondan 15 ay sonra, İsrail’e özür diletmeyi bir kenara bıraktık, yaptığı operasyonun meşru olduğunu kayıt altına alan bir BM raporu ile karşı karşıya kalmamızın sorumluluğu kime aittir?

Türkiye’nin açıkladığı beş maddelik yaptırımlar nedeniyle herkes İsrail’in ödeyeceği bedelden bahsediyor. Peki, bu krizin Türkiye’ye hiç bedeli olmayacak mı?

İsrail’in hem bölgede hem de küresel sistemdeki etkisini vurgulayan deneyimli Türk diplomatları, yaşananların Türkiye’ye olumusuz sonuçlarına da şöyle dikkat çekiyorlar:

1. Küresel finansal sistemde Musevi lobisinin etkisi büyüktür. Yaşanan kriz ortamında Türkiye taze finans bulmakta zorlanabilir. Kendimizi bir anda ekonomik krizin ortasında bulabiliriz.

2. PKK ile mücadelede İsrail’den hem kritik istihbarat hem de araç gereç desteği alınıyordu. Desteğin kesilmesi terörle mücadelemizi olumsuz etkileyebilir.

3. Musevi lobisinin güçlü olduğu ABD’de, yönetim organlarından Türkiye aleyhine kararlar çıkabilir.

4. Türkiye uluslararası platformlarda İsrail’e karşı atacağı adımlarda ne ABD’nin ne de Avrupa’nın desteğini yanında bulamayarak, giderek yalnızlaşabilir.

Utku Çakırözer

http://utkucakirozer.wordpress.com/2011/09/04/%e2%80%98davutoglu%e2%80%99nun-hatasi-bm%e2%80%99ye-o-raporu-yazdirmakti%e2%80%99/

DOĞU AKDENİZ'DE PARADİGMANIN DEĞİŞEBİLECEĞİ BİR DÖNEMDEYİZ

Ayrıca, İsrail hükümet çevrelerinde Lieberman'ı koalisyonda taşımanın giderek zorlaştığını düşünenler de çoğunlukta... Diaspora Yahudileri, özellikle de ABD'deki Yahudi Lobisi Lieberman'ın İsrail'i tahammül edilemez boyutta sağa çektiğini düşünüyor.

Erdoğan, denizden gitmeyecegi için teknik olarak "Ablukayı delmiş" sayılmayabilir. Ama Refah kapısından bir Başbakan'ın girmesi Gazze'deki yönetimi resmen tanımak olacak ki, Birleşmiş Milletler Adalet Divanında açılacak davada Türkiye'nin işini zorlaştırabilir. Dahası Filistin devlet ilanının beklendiği şu haftalarda BM'de tansiyonu iyice yükseltecektir.

Washington sessizliğini şimdilik koruyor. Ama NATO Füze Kalkanı açıklamasının Mavi Marmara Raporu ile neredeyse eş zamanlı gelmesi, ABD Dışişleri'nin bunu "tebrik eder" nitelikteki açıklaması, Pentagon'dan gelen 2011 sonu diyen tarihli bilgi Türkiye'nin ne denli hassas bir diplomatik satranç sürecinden geçtiğini de gösteriyor.

İran'da Busherh nükleer santralında elektrik üretimine başlanmasını, Suriye ve Kıbrıs'ı da bu denkleme katın şimdi.

Doğu Akdeniz'de paradigmanın değişebileceği bir dönemdeyiz...

Ahu Özyurt

http://www.cnnturk.com/2011/dunya/09/04/israilin.gozu.basbakan.erdoganda/628235.0/

İSRAİL’İN İSTEĞİ ÜZERİNE NATO ELİYLE KURULACAK OLAN FÜZE KALKANI’NIN TEMEL İŞLEVİ, İRAN’IN HAVA SAHASINI KONTROL ETMEKTİ

İsrail’e “sözde” gösterilen bu tepkinin ortaya çıktığı gün, AKP’nin Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun yönettiği kurum ise Füze Kalkanları’nın Türkiye’ye kurulacağını “müjdeliyor”du! Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan resmi açıklamaya göre, NATO denetimindeki Füze Kalkanları’nın Türkiye’ye konuşlandırılması kesinlik kazanmıştı. Bu, İsrail’in artık İran’ı rahatlıkla gözleyeceği anlamına geliyordu. İsrail’in isteği üzerine NATO eliyle kurulacak olan Füze Kalkanı’nın temel işlevi, İran’ın hava sahasını kontrol etmekti. İsrail’e yönelecek olası bir saldırının Türkiye eliyle bertaraf edilecek olması, aynı zamanda Türkiye’nin de İran’ın “temel hedefleri” arasında olması demekti. AKP işte bu gerçeği saklamak için, BM raporunda yer alan ifadeler sonrası harekete geçti ve “beş maddelik bildiri” yayımladı. Böylece, İsrail’le “kavgalıymış” görüntüsü verilmeye ve Füze Kalkanı gerçeği gizlenmeye çalışıldı.

Barış Yarkadaş

http://www.gercekgundem.com/?c=67492&com=all

FÜZE RAMPASI İSRAİL’İ KORUMAYA YÖNELİK, HALBUKİ BİZ AYNI GÜN NEREDE İSE İSRAİL’E SAVAŞ İLAN ETTİK GÖRÜNTÜSÜ VERİYORUZ

Dışişleri Bakanı Davutoğlu İsrail’e karşı yaptırımları açıkladı. Tabi kıyamet koptu.  Cumhurbaşkanı Gül’de Hükümeti destekleyen bir açıklama yaptı. Fakat açıklamada bazı gariplikler vardı. “Bizim tavrımız İsrail halkına karşı değil, İsrail Hükümetinedir” deniyordu. Diğeri de hiç ekonomik ve ticari tavır yoktu. Doğrusu yadırgadım. İsrail’in şimdiki hükümeti giderse tavrımız değişecek miydi, yoksa açık kapı mı bırakıyorduk, anlayamadım.

Bir kere şu tespiti yapalım; BM Raporu ile AKP kamuoyu nezdinde kaybetmişti. Hem kendi kaybetmiş, hem Türkiye’ye kaybettirmiş hem de Gazze kaybetmişti. Çünkü, İsrail’in tezleri raporla onaylanmıştı. Belki de Cumhuriyet tarihinin en önemli diplomatik başarısızlığı söz konusuydu. Bunu gören AKP Hükümeti hemen ön aldı, Rapor resmen açıklanmadan Raporu ve başarısızlığı unutturan bu yaptırımları devreye soktu.

Açıklanan yaptırımlar aslında İsrail açısından çok önemli değil. Bunu açıklamaları ile de ortaya koydular. Davutoğlu’nun açıklamaları aslında iç politikaya ve Türk kamuoyuna yöneliktir. Türkiye gerçekte kaybetmiştir. Ama kamuoyu tekrar motive edildiği için başarısızlığı fark etmedi…

Ancak asıl önemlisi Davutoğlu’nun açıklamasından birkaç saat sonra ABD’den ve bizim Dışişlerinden açıklama geldi. Açıklamada füze rampalarının 2011 sonuna kadar Türkiye’ye yerleştirileceği konusunda anlaşmaya varıldığı belirtiliyordu. Füze rampaları İran füzelerine karşı İsrail’i koruyordu…

Şaşırdım. Aynı gün, birkaç saat arayla iki açıklama ve çelişkiler… Füze rampaları İsrail’i koruyor ve biz İsrail’e yaptırımlar açıklıyoruz.

Ne oluyor baylar, bayanlar?

Tekrar yazayım; Füze rampası İsrail’i korumaya yönelik, halbuki biz aynı gün nerede ise İsrail’e savaş ilan ettik görüntüsü veriyoruz…

Bülent Kuşoğlu

http://www.turktime.com/yazar/Azinlik-Vakiflari/11536

İSRAİL, ÖZÜR DİLEMEYE YANAŞMADIĞI SÜRECE ÇOK FARKLI OLMAZDI. DİPLOMATİK BİR KAZANIM SAĞLAMIŞ OLURDUK AMA İŞ BU NOKTAYA YİNE GELEBİLİRDİ

Rapor istediğimiz gibi çıksaydı ne olurdu?

İsrail, özür dilemeye yanaşmadığı sürece çok farklı olmazdı… Diplomatik bir kazanım sağlamış olurduk ama iş bu noktaya yine gelebilirdi…

İktidar peşini bir gün olsun bırakmadı…

Şu da var tabii…

Arap Baharı dedikleri hadiseyle çakışması çok farklı etkiler yaratabilir... İsrail sevinirken üzülebilir... Zaten Davutoğlu da bunu ima ediyor…

Niye mi?

Mısır eski Mısır değil... Gerçi altüst oluş yaşanmadı ama İsrail’in hoşuna gidecek, işine gelecek gelişmelerin olması imkânsız...

Türkiye’yi de kaybeden İsrail giderek yalnızlaşıyor... Bu da Filistin sorununun çözümünü gerekli kılarsa Ortadoğu’nun tarihi yeniden yazılır...

Şerden hayır doğar...

Tahmin ediyorum... Önümüzdeki günlerde İsrail boş durmayacaktır... Ermeni meselesini köpürtecektir,  PKK’ya destek çıkacaktır...

Sinirlenmeye gerek yok... Bunları yaşayacağız...

Türkiye, bu işi Ortadoğu’da eller tetiğe gitmeden halleder...

Yeter ki iktidara gaz verenler ayağını gazdan çeksin... Bayram dönüşü milleti sokaklara dökmeye kalkmasın... Davul çalmasın...

Mehmet Tezkan

http://gundem.milliyet.com.tr/rapor-krizi-savas-cikartir-mi-/gundem/gundemyazardetay/05.09.2011/1434626/default.htm

TÜRKİYE ÖZÜR VE TAZMİNATA GAZZE KOŞULUNU EKLEYEREK, TÜRKİYE-İSRAİL İLİŞKİLERİNİN NORMALLEŞMESİNİ, ASGARİ DÜZEYDE HAMAS, AZAMİ DÜZEYDE İSE FİLİSTİN SORUNUNUN ÇÖZÜMÜNE İPOTEK ETMİŞTİR

Ve nihayet sadede geliyoruz artık...

Bir: Ambargo meselesini, çerçevesi “Mavi Marmara hesabının özür ve tazminatla kapatılması” olan bir normalleşme gündemi vesilesiyle zikrederek İsrail üzerinde baskı kurmak başkadır...

İki: Gazze ambargosunun kaldırılmasını “normalleşmenin ön koşulu” yapmak ise çok daha başka bir şeydir...

Bu hükümetin şimdi yaptığı gibi birincisinde durmayıp ikincisine meyletmek İsrail’i “Türkiye” ile “Gazze” arasında bir seçim yapmaya zorlamaktır.

Bugünkü İsrail hangisini seçer dersiniz?

Türkiye ile ilişkilerinin kopukluğundan ileri gelen siyasi ve diplomatik kayıplarını mı daha çok önemser bu İsrail? Ya da Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun “Türkiye Doğu Akdeniz’de seyrüsefer serbestîsi için gerekli gördüğü her türlü önlemi alacaktır” şeklindeki sözlerinin içerdiği tehdit potansiyelinden mi çekinir?

Ve bu nedenle Gazze’ye uyguladığı ambargoyu da, ablukayı da kaldırır mı?

Hem de bunu Hamas’la olan sorununu kalıcı biçimde çözmeden mi yapar? Yani kendince, ülkesini tehditlere daha açık hale getirerek...

Yoksa sorumlusu olarak Gazze’deki radikal Filistinli grupları gösterdiği, fiili, açık, yakın ve güncel güvenlik sorunlarıyla ilgili kaygıları mı ağır basar İsrail’in?

İsrail’in Oslo barış sürecindeki gibi hem kendisini hem de Hamas’ı kucaklayan tarihsel bir paradigma değişimi olmadan, sırf Türkiye istedi diye ambargo ve ablukaları kaldıracağını beklemek saflıktır.

Dolayısıyla, Türkiye bu kategorik “ambargo kalksın” koşulunda ısrar ettiği ve bu arada Filistin sorunu köklü bir çözüm sürecine girmediği müddetçe Türkiye-İsrail ilişkilerinde bir normalleşmenin olmasını beklemek mümkün değildir.

Zaten Türkiye’deki iktidarın böyle bir sonucu arzuladığı vaki değildir.

Türkiye özür ve tazminata Gazze koşulunu ekleyerek, Türkiye-İsrail ilişkilerinin normalleşmesini, asgari düzeyde Hamas, azami düzeyde ise Filistin sorununun çözümüne ipotek etmiştir.

Gazze şartı ile Türkiye-İsrail ilişkilerinin kaderi ikili düzeyde değil, Hamas, Mısır, Hizbullah, İran ve hatta Suriye gibi üçüncü ve dış aktörlerin müdahil olabilecekleri çoklu bir seviyede çizilecek artık...

Bu durumu AKP hükümetinin göze aldığı anlaşılıyor.

Türkiye-İsrail ilişkilerini Gazze’ye bağlayarak kriz ve çatışma potansiyelini hep canlı tutmak, AKP dış politikasının Arap Baharı’nın çalkantısında Ortadoğu’daki pozisyonunu ve geleceğini konsolide etmek amacıyla yaptığı stratejik bir tercihtir. Ama ölçüsüz ve çok riskli bir karardır aynı zamanda.

Kadri Gürsel

http://dunya.milliyet.com.tr/gazze-kosulu-neyin-plani-/dunya/dunyayazardetay/05.09.2011/1434621/default.htm

BU ARADA, TÜM DÜNYANIN İLGİ ALANI OLAN BİR BÖLGEDE, ÜSTELİK ULUSAL ÇIKARLARI DOĞRUDAN İLGİLENDİRMEYEN BİR KONUDA, BÜYÜK BİR MİSYONA SOYUNMANIN, TÜRKİYE’YE YENİ HAYAL KIRIKLIKLARI YAŞATABİLECEĞİ GERÇEĞİ DE GÖZ ARDI EDİLMEMELİ

Sonuçta rapor, İsrail yanlısı kokusuna rağmen, Mavi Marmara’da öldürülen Türklerin, “bazıları kısa menzilden ve arkadan olmak üzere defalarca vurulduklarına” işaret ediyor.

Bununla da kalmayarak, “İsrail’in bu insanları nasıl ve neden öldürdüğünü tatminkâr bir şekilde açıklamadığını” belirtiyor.

Gazze ablukasını “yasal” ilan eden Palmer Raporu’ndan büyük memnuniyet duysa bile, İsrail’in bu yazılanlarla rahat uyuması mümkün değil. Öldürdüğü Türkler için bir an evvel “üzüntü bildirip” tazminat ödemeyi da zaten bu nedenle istiyor. Konunun böylece kapanacağını umuyor.

Ancak, Türkiye’nin “tam özür” için bastırması oyunu bozuyor. Ankara’nın istediği “özür”, İsrail’in “suçunu” kabul etmesi anlamına geliyor. İsrail bunu yaparsa, Türkleri öldüren askerlerinin ve komutanlarının herhangi bir uluslararası mahkemede yargılanmalarını kolaylaştırmış olacak.

Siviller söz konusu olduğunda bile kanlı orantısız güç kullanımını bir askeri caydırma taktiği olarak kullanan İsrail için böylece arzulamadığı bir emsal yaratılmış olacak. Netanyahu hükümeti, bu nedenle Türkiye’nin “özür” talebini reddediyor. Konu “onur” meselesi olduğu kadar “hukuki” bir mesele.

Zaman alacağı belli olan Gazze ablukası ile ilgili dava bir yandan devam ederken, öncelik bu davaya verilirse daha çabuk sonuç alınabilir. Gazze meselesinin “asli sorun” haline getirilmesi ise İsrail tarafından öldürülenlerin hukukunun korunması açısından zaman ve zemin kaybettirebilir. Buradaki dengenin iyi oluşturulması gerekiyor.

Bu arada, tüm dünyanın ilgi alanı olan bir bölgede, üstelik ulusal çıkarları doğrudan ilgilendirmeyen bir konuda, büyük bir misyona soyunmanın, Türkiye’ye yeni hayal kırıklıkları yaşatabileceği gerçeği de göz ardı edilmemeli.

Semih İdiz

http://dunya.milliyet.com.tr/oncelik-turklerin-hukukuna-verilmeli/dunya/dunyayazardetay/05.09.2011/1434620/default.htm

İSRAİL SUSTUKÇA TÜRKİYE ÜZERİNE GİTTİ VE SONUNDA İLİŞKİLER KOPMA NOKTASINA GELDİ

Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti belki bilerek, belki bilmeyerek ama zaman içinde, özgüven kazandıkça iki dev tabuyu yerle bir etti. Birincisinin 'içeriye' yönelik sonucu önemliydi: Asker kışlasına döndü, boyun eğdi (fotoğrafta da gördük) ve siyaseten ağırlığı kalmadı. İkincisi, daha da önemli adımı İsrail'e dokunmasıydı.

İsrail'i -daha kendi arka bahçesini yıllardır temizleyememesine, Filistin meselesinden çıkamamasına rağmen- 'imajı' dokunulmaz kılıyordu. Bir gün, pek de sonucunu hesaplamadan Davos'taki Başbakan Erdoğan o imaja şöyle bir dokundu. Baktı, bir yaptırımı yok. İsrail sustukça Türkiye üzerine gitti ve sonunda ilişkiler kopma noktasına geldi.

Gazze'de dükkânlar Recep Tayyip Erdoğan posterleri asıp, onun adıyla ürün satmaya başlamışlar bile. Batı'da İsrail'e dokunmanın ağır bedeli olacağını düşünenler de yanıldı: New York Times gibi bugüne kadar hep İsrail'in yanında yer almış bir gazete bile önceki gün 'İsrail inadından vazgeçsin, özür dilesin' diye başyazı yayımladı. Daha ne olsun?

Belki bütün bunlar bir yanılsamadır.

İsrail'e dokunanın yanına kar kalması, Türkiye'nin dünya liderliğine oynaması, BM'nin bir kurum olarak çökmesi, Amerika'nın dünya üzerindeki etkinliğini kaybetmesi... Ama diyorum ya, bir imajlar oyunu olarak diplomaside şimdilik maçın durumu ortada.

Oray Eğin

http://www.aksam.com.tr/asker-kislana-israil-evine-don-3657y.html

EĞER BU ÖZÜR SONRASINDA TÜRKİYE İLE İLİŞKİLERİN CİDDİ BİR DÜZELME İÇİNE GİRECEĞİ YÖNÜNDE BİR İNANÇ OLSAYDI, İSRAİL BU SİYASİ BEDELİ GÖZE ALIR VE ÖZÜR DİLERDİ

Zira Türkiye ve İsrail arasındaki sorunlar basit bir özür ve tazminatın tamir edemeyeceği kadar bozulmuştu. İsrail'in gözünde mesele sadece ve sadece bir özür dilemekten ibaret değildi.

Aslına bakarsanız Türkiye için de aynı durum söz konusuydu. Başbakan Erdoğan İsrail ile ilgili konuşmalarında sadece özür ve tazminat üzerinde durmuyordu. Bir de üçüncü şart vardı ortada: Gazze ablukasının kaldırılması. Zira Türkiye bu ablukayı tanımıyordu. Her ne kadar bu konu perde arkasındaki diplomatik pazarlıklar içinde bir şekilde yumuşatılıyor olsa da, İsrail açısından bakınca Türkiye'nin asıl derdinin sadece ve sadece özür olmadığını açıkça ortaya koyan bir durum söz konusuydu.

O halde Türkiye-İsrail ilişkilerindeki temel bir kuralı kabul etmek gerekiyor. Nedir bu kural? Gayet basit. Filistin meselesi artık Türkiye için çok önemli. Eğer Filistin konusunda gözle görünür bir barış süreci yaşanmıyorsa, Türkiye ve İsrail arasında sorunlar yapısal hale geliyor. Eğer bölgede savaş varsa, İsrail hava kuvvetlerinin Türkiye'de eğitim uçuşu yapması Türk kamuoyu tarafından kabul edilebilir bir şey değil. 1990'lı yılları hatırlayın. Türkiye ve İsrail arasında askeri ilişkiler altın dönemini yaşıyordu. O dönemde 28 Şubat süreci, İsrail'le ilişkilere bir de iç politika boyutu ekliyordu tabii ki. Ama buna rağmen 1996'da başlayan askeri ortaklığı mümkün kılan en önemli unsur Oslo Barış Süreci'ydi.

Sonuç olarak İsrail bir hesap yaptı. Özür dilemenin bir siyasi bedeli olacaktı Netanyahu hükümeti için. Eğer bu özür sonrasında Türkiye ile ilişkilerin ciddi bir düzelme içine gireceği yönünde bir inanç olsaydı, İsrail bu siyasi bedeli göze alır ve özür dilerdi. Ama yapılan hesaba göre, özür Türkiye'yi bölgede daha da güçlendirecek ve İsrail'i de daha küçük duruma düşürecekti. Türkiye ile sorunlar da aynı şekilde devam edecekti. Dolayısıyla, Tel Aviv'de yapılan hesaba göre özürün siyasi maliyeti, stratejik getirisinden çok daha fazla olacaktı.

Ömer Taşpınar

http://sabah.com.tr/Yazarlar/taspinar/2011/09/05/mesele-sadece-ozur-degildi

ACABA BU TAVIR, SOĞUKKANLI BİR TAHLİLİN Mİ, YOKSA İDEOLOJİK BİR BAKIŞ AÇISININ MI ÜRÜNÜ? MEYDAN OKURKEN, İŞİN SONUNU DÜŞÜNÜYOR MUYUZ, YOKSA DUYGUSAL BİR TEPKİ Mİ BİZİMKİSİ? İSLÂM DÜNYASINDAKİ SORUNLARI KUCAKLARKEN, TÜRKİYE'NİN MENFAATLERİNİ RİSKE Mİ ATIYORUZ?

Peşinen söyleyeyim, İsrail, benim gözümde Filistin halkına karşı bir insanlık suçu işlemektedir. Gazze ablukası, o bölgede yaşayanları açlığa, hastalığa ve yoksulluğa mahkûm etmektedir. Ama Birleşmiş Milletler'in raporu farklı çıktı. Efendim... Mavi Marmara seferini organize eden İnsani Yardım Vakfı'nın (İHH) faaliyetleri konusunda soru işaretleri varmış, bu yüzden kıyıdan 72 mil açıkta (uluslararası sularda) gerçekleşen İsrail'in müdahalesi, "kendini koruma amaçlı olduğu için" meşru sayılırmış vs...

Türkiye'nin buna tepki göstermesi doğal. Rapor, New York Times'e sızdırılmasaydı, belki ABD'nin arabuluculuğuyla, uzlaşma sağlanabilirdi. Ama maalesef Gazze ablukasını meşrulaştıran rapor, kamuoyuna duyuruldu. Türkiye çok sert bir tepki gösterdi. Acaba bu tavır, soğukkanlı bir tahlilin mi, yoksa ideolojik bir bakış açısının mı ürünü? Meydan okurken, işin sonunu düşünüyor muyuz, yoksa duygusal bir tepki mi bizimkisi? İslâm dünyasındaki sorunları kucaklarken, Türkiye'nin menfaatlerini riske mi atıyoruz?

Sadece bu soruları sormakla yetiniyor ve kesin cevap vermeden önce bir süre daha gelişmeleri izlemek gerektiğine inanıyorum. Uzun yıllar dış politikamızda Kıbrıs faktörü olumsuz bir rol oynadı. Hâlâ sorun çözülmüş değil. Acaba şimdi Kıbrıs davasının yanı sıra, bir de "Gazze davamız" mı oldu?

Nazlı Ilıcak

http://sabah.com.tr/Yazarlar/ilicak/2011/09/05/gazze-davasi

TÜRKİYE KAMUOYU, O SÜREÇTE İNSANLARIMIZIN BU KADAR RAHATÇA ÖLDÜRÜLMESİNİ OLANAKLI KILAN ORTAMI KİMLERİN NEDEN VE NASIL YARATTIĞINI HENÜZ BİLMİYOR, BİLİRSE İSRAİL’İN PEŞİNE DÜŞTÜĞÜ GİBİ ONLARIN DA PEŞİNE MUHAKKAK DÜŞECEKTİR...

Mavi Marmara Davası’nda dokuz vatandaşımızı katleden belli: İsrail.

Ama bir de o insanlarımızın ‘öldürülmesine yol açan ortamı yaratanlar’ var, onlar kim acaba?

Türkiye kamuoyu, o süreçte insanlarımızın bu kadar rahatça öldürülmesini olanaklı kılan ortamı kimlerin neden ve nasıl yarattığını henüz bilmiyor, bilirse İsrail’in peşine düştüğü gibi onların da peşine muhakkak düşecektir...

Bir son soru da şu: Burnumuzun dibinde Suriye’deki Esad rejimi kendi halkını katletmeye devam ediyor, neden kimse Lazkiye Limanı’na doğru ‘insani yardım’ düşünmüyor?

Böyle bir girişim hem çok yerinde, hem de çok insani ve vicdani olmaz mıydı?

Başta söyledim, konu dış politika olunca, devlet ve siyaset tarafından acımasızca kandırılmaya çalışılan tecrübeli bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak hep endişelenirim...

Bilirim ki dışarıda zorluk artıkça içerde salçalı hamaset rekor kırar...

Mehmet Altan

http://www.stargazete.com/yazar/mehmet-altan/ankara-dan-lahey-e-nasil-gidilir-haber-379494.htm

ABD YÖNETİMİ İSRAİL’E ARKA ÇIKMA POLİTİKASINI SÜRDÜRMEK UĞRUNA KENDİ ÇIKARLARINDAN VAZGEÇEBİLİR Mİ? BU SORUNUN CEVABINI BAZI FANATİK YAHUDİ LOBİLERİ DEĞİL, SON TAHLİLDE AMERİKAN MENFAATLERİNİN KENDİ MENFAATLERİ OLDUĞUNUN FARKINDA OLAN AMERİKALI YAHUDİLER VEREBİLİRLERSE ANCAK O ZAMAN ABD İÇİN PROBLEM HALLOLMUŞ OLUR

Geçmişteki Ortadoğu mimarisinin dizaynı için İsrail’e ihtiyacı vardı Amerikan dış politikasının. Soğuk Savaş yıllarında Türkiye ve İran -bilahare İran kaybedildikten sonra onun yerini alan Mısır- bölgede İsrail ile birlikte Sovyet etkisine karşı Amerikan dış politikasının dayanaklarıydı.

(Şunu da söylemek lazım ki Soğuk Savaş döneminin iki kutbundan diğeri de bölgede İsrail karşıtlığına dayalı bir ittifak sistemi kurmuştu. Ama Sovyetler Birliği de İsrail’in varlığına ihtiyaç duyuyordu. İsrail tehlikesinin mevcudiyeti sürdükçe bölgedeki Sovyet yanlısı Arap blokunu ayakta tutabilirdi çünkü.)

Bugün ise özellikle Arap Baharı ile birlikte bölgede taşlar yerinden oynadı; Ortadoğu’nun politik mimarisi yeni baştan şekilleniyor. ABD doğal olarak yeni Ortadoğu düzeninin yine kendi çıkarlarına uygun biçimde şekillenmesini arzu ediyor.

Ne var ki burada İsrail Washington’un bölgesel çıkarları adına eskisi gibi yardımcı değil engelleyici bir rol üstlenmiş görünüyor. Çünkü İsrail yürüttüğü hatalı politikalar yüzünden bölgede gitgide yalnızlaşıyor. Tıpkı bizim Süleyman Demirel gibi İsrail’i yöneten kadrolar da dünyanın değiştiğinin, Soğuk Savaş şartlarının geçerliğini kaybettiğinin farkında olmadıkları için yapıyorlar bu hataları. Türkiye’ye yönelik tutumları da bu cümleden. Ama sonuçta İsrail Amerikalıların taşımakta artık zorlanacakları bir yüke dönüşüyor. İsrail’i taşımak için bölgede işbirliği yapacağı müttefik bulması bugünden sonra mümkün görünmüyor çünkü. Hatta İsrail’den vazgeçmediği takdirde bölgedeki çıkarlarını da kaybedebilecek.

Şimdi buradaki soru şu: ABD yönetimi İsrail’e arka çıkma politikasını sürdürmek uğruna kendi çıkarlarından vazgeçebilir mi? Bu sorunun cevabını bazı fanatik Yahudi lobileri değil, son tahlilde Amerikan menfaatlerinin kendi menfaatleri olduğunun farkında olan Amerikalı Yahudiler verebilirlerse ancak o zaman ABD için problem hallolmuş olur.

İbrahim Kiras

http://www.stargazete.com/yazar/ibrahim-kiras/washington-israil-i-gozden-cikarir-mi-haber-379489.htm

BURADAKİ AHLÂKİLİK VE AKILCILIK ÖLÇÜSÜ, ÖNCELİKLE, İSRAİL’E KIZIP YAHUDİ DÜŞMANLIĞINA SAVRULMAMAKTIR Kİ, NE YAZIK Kİ BUNU HALA ANLAMAYANLAR VAR TÜRKİYE’DE. KATEGORİK BİR “ANTİ-SİYONİZM” BİLE HATALIDIR; ÇÜNKÜ İSRAİL’İN VAR OLMA HAKKINI REDDETMEK DEMEKTİR

Öyle ya, bölgenin ana aktörlerinden biri olan Türkiye çok değişmiş, bugünkü İsrail’i hatırlatan eski militarizmini büyük ölçüde geride bırakmıştır. (Namaz kılan bir general görmeyi istemekse militarizm değildir.) Öte yandan Arap dünyası, “Arap Baharı” ile dönüşmekte, Tunus, Mısır ve Libya’da demokratik rejimler yeşermektedir.

Bir türlü değişmeyen ana aktör ise İsrail’dir. “Teröre karşı mücadele” adına her türlü “devlet terörü”nü hak sayan, savaştığı “teröristleri” aslında kendi zulmüyle ürettiğini kabul etmeyen ve Amerikan kayırması sayesinde uluslararası hukuktan sürekli “yırtan” İsrail...

Türkiye, işte bu İsrail’e “dur” demekle, doğru bir iş yaptı. Eğer bu tutumunu ahlâki ve akılcı bir eksende sürdürürse, “tarihi” bir rol bile üstlenebilir: İsrail’in 90’ların ırk ayrımcı Güney Afrika’sı gibi giderek izole olmasına ve nihayetinde dönüşmesine öncülük edebilir.

Buradaki ahlâkilik ve akılcılık ölçüsü, öncelikle, İsrail’e kızıp Yahudi düşmanlığına savrulmamaktır ki, ne yazık ki bunu hala anlamayanlar var Türkiye’de. Kategorik bir “anti-Siyonizm” bile hatalıdır; çünkü İsrail’in var olma hakkını reddetmek demektir. Yapılması gereken, İsrail’in varlığına değil işgal ve zulmüne karşı çıkmak ve adil bir “iki devletli çözüm” dayatmaktır.

Mustafa Akyol

http://www.stargazete.com/yazar/mustafa-akyol/israil-e-ne-yapmali-ne-yapmamali-haber-379528.htm

BÖLGEDE DENGELER DEĞİŞİR, 40 YILLIK DİKTATÖRLÜKLER ÇÖKER, HARİTALARIN YENİDEN ÇİZİLECEĞİ BİR DÖNEME GİRİLİRKEN, TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA KAÇINILMAZ BİÇİMDE EKONOMİK YAKLAŞIMLARIN ÖTESİNDE SİYASİ VE ASKERİ BİR PARADİGMA ŞEKİLLENİYOR

Nihayetinde Türkiye, İsrail’e laf anlatabileceğini düşündüğünden yapması gerekenleri kanımca çok geç yaptı, kaçınılmaz olan yaptırım kararını ancak alabildi. İsrail’le diplomatik ilişkiler 2. katip düzeyine indirildi, askeri işbirliği tümden dondurdu. İsrailli askerler ve yetkililerin işledikleri savaş suçlarından ötürü yasal prosedürler zorlanacak, Lahey Adalet Divanı’nda uzun ve zorlu hukuk süreçleri devreye sokulacak. En dikkat çekici olanı ‘Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de en fazla kıyısı olan ülke olarak seyrüfeser serbestîsini temin etmek için her türlü önlemi alması’. Türkiye’nin izahat verip elini açık edecek hali yok elbette. Ama ilk akla gelenler Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Mısır üzerinden Gazze’ye gitmesi, Doğu Akdeniz’de devriyeler, sivil gemilere eskortluk, Kıbrıs Rum Kesimi’nin İsrail’le ortaklaşa petrol ve doğalgaz aramalarında rahatsızlık unsuru olunmasını içeren ‘daha agresif bir süreç’.

Ama hepsinden mühimi İsrail’in bölgede Türkiye’yi tümden kaybetmesi. Mısır ve Suriye’de sürecin nerelere evrileceği meçhulken, Amerika’nın desteklediği Arap isyanlarının İsrail’e yansımaları henüz meçhulken ve Filistin Yönetimi’nin BM’de bağımsız devlet olarak tanınma olasılığı kapıdayken, Türkiye’yi kaybetmenin İsrail için bedeli muhakkak olacak. 

Bölgede dengeler değişir, 40 yıllık diktatörlükler çöker, haritaların yeniden çizileceği bir döneme girilirken, Türk dış politikasında kaçınılmaz biçimde ekonomik yaklaşımların ötesinde siyasi ve askeri bir paradigma şekilleniyor. Sorun yeni siyasi ve askeri paradigmanın ‘üstesinden gelinip gelinemeyeceğinde’, elbette buna Türkiye’nin ‘gücünün yetip yetmeyeceğinde’... Biz beğensek de beğenmesek de…

Ceyda Karan

http://www.haberturk.com/haber/haber/666153-israille-hesaplasma-kacinilmazlasirken

ANA YARIŞMA, ABD'NİN GÖZÜNE GİRME YARIŞI. AMA ŞUNU UNUTMAMAK GEREKİR: BUNLAR İKİZ KARDEŞLER VE AYNI TARAFTALAR. ÇIKAR ÇATIŞMALARI BİR YANA, BÖLGE HALKLARINA KARŞI AYNI SİPERLERDE, AYNI SAFTA YER ALIRLAR

Türkiye ile İsrail arasında bir rekabet söz konusu. İkisi de çok yönlü krizlerle uğraşan ülkelerin rekabeti de yıkıcı oluyor. İkisinin ekonomisi de dışarıdan gelen mali desteğe dayalı. Biri Filistinlilerle diğeri Kürtlerle olan mücadelesini ekonomik, askeri ve tarihsel açıdan kaybediyor. Ülkelerin temel payandası, temel dayanağı Amerika Birleşik Devleri (ABD) ve Batı.

Kuruluşuna kadar bile gitmeden, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana, ABD'nin destekleri olmasaydı, Türkiye'nin çarkları dönmezdi. Şimdi ABD de sıkıntıda. Sadece küresel kriz değil; Afganistan'da, Ortadoğu'da batağa saplanmış durumda, itibarı düştü, askeri ve politik yönden, stratejik ve ekonomik açılardan sıkışmış vaziyette.

Dolayısıyla Amerikan desteği eskisi gibi sınırsız değil. Arzın etkisi de miktarı da azalırken, bu iki ülkenin talebi artıyor. Rekabet de burada ortaya çıkıyor, ABD'nin gözdesi, "baş taşeronu, baş tetikçisi" olmak istiyorlar. İsrail, lobisine, sermaye bağlarına, Batı'yla kültürel, tarihsel, ideolojik bağlarına güveniyor. Batı'nın organik bir uzantısı ama buna karşılık bölgede tecrit içinde ve ABD açısından büyük yük oluşturuyor. İsrail'in jandarma ve tetikçi olma açısında getirisi de az.

Türkiye de İsrail'in bu zaaflarına oynuyor. Nasılsa ABD ordusu da bölgede, dolayısıyla Türkiye, "Benim gibi bölgede iyi ilişkiler kurabilen biri İsrail'den daha faydalı olur" mesajını veriyor. Türkiye, bu hamleleri yaparken basit bir tetikçiliğe değil, bölgenin "Truva atı" olmaya oynuyor. Füze kalkanına katılıyor, Libya'ya donanmasını götürüyor. Esas olarak, ABD'nin bölgedeki çıkarlarına hizmet edebileceğini gösteriyor.

Bunu yapabilmesinin yolu da İsrail'e karşı çıkmaktan geçiyor. Gazze'de Filistinlileri savunmazsa, Golan Tepeleri meselesinde Suriye'ye destek vermezse, İsraille sorun yaratmazsa bölgedeki temel kozunu ortaya koyamaz.

Ana yarışma, ABD'nin gözüne girme yarışı. Ama şunu unutmamak gerekir: Bunlar ikiz kardeşler ve aynı taraftalar. Çıkar çatışmaları bir yana, bölge halklarına karşı aynı siperlerde, aynı safta yer alırlar.

Haluk Gerger

http://www.bianet.org/bianet/dunya/132521-israille-turkiye-ikiz-kardesler

BİR GÜN, İKİ ÜLKENİN DIŞİŞLERİ BAKANLARININ AYLARDIR GİZLİCE BULUŞUP, NATO TATBİKATLARI VE ORTADOĞU’DAKİ GELİŞMELER KARŞISINDA ORTAK TAVIR ALMAK İÇİN ÇALIŞTIKLARINI ÖĞRENECEKSİNİZ…

Çocukluğumdan beri Türkiye - İsrail; Türkiye - Yunanistan arasında bu kabil kavgaların basında abartılarak verildiğinin canlı tanığıyım…

Belki bin kere “Türkiye – İsrail arasında ipler koptu” diye manşet okudum gazetelerimizde…

Karşılıklı olarak büyük elçiler çekildi, ilişkiler 2. Kâtip düzeyine düşürüldü falan...

Ya da Türkiye ile Yunanistan'ın savaşın eşiğine geldiğini okudum gazetelerde...

Neden?..

Çünkü...

Bu tür gerginliklerle iki ülkede de hükümetler, seçmenleri gazını alıyor…

Bir tür “toplumsal mastrübasyon” da diyebiliriz bu gerginliklere…

Ortada İsrail’in özür dileyeceğine ilişkin tek bir emare yokken; gazetelerimiz hemen her gün İsrail’in özür dileyeceğini neredeyse aynı başlıklarla haber yaptılar…

Neden?..

Kamuoyunu hazırlamak için…

Germeye, daha fazla tahrik olmaya hazır hale getirmek için…

Ön sevişme gibi bir şey yani…

Kamuoyu İsrail’in özür dileyeceğine şartlanacaktı…

Ve…

Aksi olursa ki öyle olacağını hepsi biliyordu; o zaman da şimdiki gibi “savaş tamtamları” çalacaklardı…

Çalıyorlar…

İplerin koptuğundan tutun da Akdeniz’de Türkiye – İsrail savaşı çıkacağına kadar her konuda yine mutabık kaldı mübarekler…

Böylece borsalarda istedikleri kâğıtla diledikleri gibi oynayacaklar, kerizleri bir güzel silkeleyeceklerdi…

Bir gün, iki ülkenin dışişleri bakanlarının aylardır gizlice buluşup, NATO tatbikatları ve Ortadoğu’daki gelişmeler karşısında ortak tavır almak için çalıştıklarını öğreneceksiniz…

“Vay anasını” diyecek bir sonraki kavgaya kadar da zaman zaman hatırlayacak ama sonunda unutacaksınız…

Bugünkü gerginliğin aynısını yaşadığınızdaysa çoğunuz bugünleri, hatırlamayacak bile; yine gazete manşetleri ve TV haberlerindeki yaygaralara bakarak telâşlanacak, o haberlere göre strateji belirleyeceksiniz…

Hayat böylece akıp gidecek…

Adnan Berk Okan

http://www.gazeteciler.com/analiz/turkiye-israil-gerginligi-ve-medyamiz-40226h.html

İSRAİL’İN ZORBALIĞI YANINA KALMASIN, AMA DAHA İLK GÜNDEN HALKLAR DA HEDEF OLMASIN

Maalesef Türkiye-İsrail ilişkilerinde ok yaydan çıktı… Bundan sonrası her alanda ‘sinir harbi!’ Bir gün ‘güvenlik bahanesiyle’ bir başka gün ‘karşılıklılık ilkesiyle!’

Baksanıza ilk günden halklar mağdur edildi. Sorun şu ki İsrail hükümeti tam anlamıyla bıçak sırtından yürüyen bir ‘lunatikler koalisyonu.’ Başbakan Netanyahu, Dışişleri Bakanı Liberman.

Al birini vur ötekine…

Vuralım vurmasına da Netanyahu-Liberman ikilisinin her çılgınlığına aynı şekilde cevap vermeye kalkarsak ne farkımız kalır bu zorbalardan... Tamam, İsrail’in zorbalığı yanına kalmasın, ama daha ilk günden halklar da hedef olmasın.

Eyüp Can

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1062423&Yazar=EYÜP&Date=06.09.2011&CategoryID=98

TÜRKİYE İLE İLİŞKİLERDEKİ KRİZ, DİPLOMASİ, GÜVENLİK VE EKONOMİ CEPHELERİNDE MARUZ KALACAĞIMIZ SALDIRILAR AÇISINDAN KIRMIZI ALARMDIR

Türkiye’ye saygım büyük (ki o saygının zerresini göstermedik; alçak koltuk olayını hatırlayın), ama İsrail halkı Ankara’da büyükelçisi olmasa bile hayatta kalacaktır. Hor gördüğümüz BM, Filistinlilere bir kemik atarsa ve birkaç genç adam yerleşimlere yürüyüş yaparsa felaket falan olmayacaktır. İyi eğitimli askerlerimiz devreye girecek, yerleşimlerin köpekleri yürüyüşçülerin üzerine atlayacak ve her şey hallolacaktır.

Öyle değil mi? Öyle değil işte. Türkiye ile ilişkilerdeki kriz, diplomasi, güvenlik ve ekonomi cephelerinde maruz kalacağımız saldırılar açısından kırmızı alarmdır. 450 bin protestocunun ve oturma odalarından sosyal adalet talep eden çok daha fazla insanın hayatlarını etkileyecektir.

Hükümet sözcüsü, televizyon kanallarını dolaşıp Ankara ile Kudüs arasında kopan kıyametin özür meselesiyle değil, Türkiye’deki rejimin türüyle alakası olduğunu anlattı durdu. Öyle olabilir. Fakat Netanyahu hükümeti işgalin sona ermesi için müzakerelerin önünü açsaydı ve Filistinlileri BM’ye sevk eden krizi önleseydi, Türkiye filo meselesini bu kadar büyük bir olay haline getirmeyebilirdi.

Türkiye büyükelçisini geri çağırdığında Mısır ve Ürdün elçilerine de yol göstermiş oldu ve bu sadece bir başlangıç. BM devlet başvurusunu kabul ettiğinde Filistinliler artık kendilerini ‘Filistin Yönetimi’ adlı geçici bir siyasi varlık olarak görmeyecek. İsrail, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın bağımsız Filistin pasaportuyla Paris’e yaptığı resmi ziyaretten dönmesine izin vermediğinde Fransızların tepkisi ne olacak dersiniz?

Akiva Eldar

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetayV3&Date=06.09.2011&ArticleID=1062436&CategoryID=132

DÜNYADA EZELİ DÜŞMAN VE TEKNİK OLARAK HÂLÂ SAVAŞTA OLAN İSRAİL VE SURİYE İLE KRİZ YAŞAYAN TEK ÜLKE TÜRKİYE

Öncelikle söyleyelim, Türkiye’nin tavrı doğru, hatta az bile. Düşünün, sivil bir İsrail gemisinin uluslararası sularda, mesela Mısır gibi bir ülke tarafından saldırıya uğradığını, 9 İsrail vatandaşının öldürüldüğünü... Dünyayı Mısır’ın başına yıkarlar, küresel ajanslar bir süre bunun dışında bir şey konuşamazdı.

İsrail’in hem de müttefiki bir ülkeye böylesine saldırması, bundan sonra İsrail’in ‘her şeyi’ yapabileceğinin göstergesi. Zaten çıkışlarının esas nedeni bu. Mavi Marmara’da ne olduğunu ve hatta yolcu listelerini dahi bilen MOSSAD varken İsrail, Türk bandıralı bir gemiye başka bir nedenle saldırmazdı. Türkiye’nin de bunu sineye çekmesi Ortadoğu’ya dair ne söylerse daha az ciddiye alınması sonucunu doğururdu.

Ortadoğu’nun bütün siyasi dengesi altüst oluyor. Bunun en ilginç örneğini Türkiye yaşıyor. Dünyada ezeli düşman ve teknik olarak hâlâ savaşta olan İsrail ve Suriye ile kriz yaşayan tek ülke Türkiye. Bu iki ülkeyle de aynı anda karşı karşıya gelmek her hariciyenin harcı değildir.

Koray Çalışkan

http://tinyurl.com/3m9twos

TÜRKİYE, MEVCUT ‘ORTADOĞU DENKLEMİ’NDE, İSRAİL’İN ‘STRATEJİK DOSTU’ DEĞİLDİR VE OLAMAZ

Türkiye, mevcut ‘Ortadoğu denklemi’nde, İsrail’in ‘stratejik dostu’ değildir ve olamaz.

İsrail gibi Amerika’nın başını çektiği uluslararası sistemin ‘kutsal ineği’ne Türkiye’nin, Doğu Akdeniz’de askeri çatışma tehdidi içeren sertlikte bir tavır alabilmesi için ya çok çılgınca ve maceraperest bir politikaya sapmış olması veya bunu yapabilecek sağlam kartları elinde toplamış olması gerekiyor.

Ahmedinejad’ı, Sudan lideri Ömer el-Beşir’i kucaklamasıyla, Kaddafi’den ödül almakla, Başşar Esad’la ‘kanka’ olmakla Batı’da kaşları havaya kaldırtan Tayyip Erdoğan, bugün sadece ‘Arap sokağı’nı değil, Arap ayaklanmalarına kol-kanat gerdiği için Arap demokratlarını da heyecanlandıran, İran’a karşı bölgede ‘moral üstünlük’ elde etmiş olan ve ‘füze kalkanı radarı’nın Türkiye’ye yerleştirilmesiyle ve Libya’da oynadığı rol ile NATO’nun desteğini almış etkili bir ülkenin başbakanı konumunda.

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de İsrail’in yüksek teknolojili deniz gücü ve hava kuvvetlerine karşı çatışmaya girebilecek bir askeri gücünün olmadığına ilişkin Washington’da teknik analizler yapılmaktaysa da, konu bu değil.

Eli kulağında bir silahlı çatışma beklenmesi mantıksız. Önemli olan, Türkiye’nin İsrail’e karşı tüm Ortadoğu’nun ‘siyasi liderliği’ni ele geçirme doğrultusu ve bunu yaparken ABD ve Batı’yı kendisine karşı ‘silahsızlandırmaya’ nasıl, hangi diplomatik adımlar atarak baktığı.

Cengiz Çandar

http://tinyurl.com/3qbw4cr

KAZANILACAK BİR SAVAŞTA MIYIZ? VE AYRICA ORTADA KAZANILACAK BİR SAVAŞ MI VAR? BUNLARA ‘HAYIR’ CEVABI VERMEKSE KOLAY…

Baştaki konuya dönersek, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de Davutoğlu’nun ardından sert bir tepki verdiği hatırlanabilir.

Ancak, bu gibi konularda sert tepkileriyle tanınan Başbakan Erdoğan bugüne dek sessizliğini korudu. Belki ‘Öfkeyle kalkan, zararla oturur’ sözünü haklı çıkarmamak için zaten dip yapan ilişkileri daha da germemek için bunu yaptı. Belki de İsrail’e her işinde kefil olan ABD’nin Başkanı Barack Obama’dan bu konuda bir telefon bekliyor örneğin.

Peki, Obama acaba Netenyahu’yu ikna edebilecek durumda mı? Bu da olumlu cevap vermesi hiç kolay olmayan bir soru. Kongre yarın açılınca Obama orada ne tür sorunlarla karşılaşılacağını düşünmek bile istemiyor çünkü. Cumhuriyetçilerin muhalefetinin tatil döneminde parlamentoyu –ABD tarihinde ilk defa- Başkan yurtdışındayken Netenyahu’nun konuşması için topladığı, ama Obama sonra bütçe için hitap etmek istediğinde reddettiği bir dönem bu.

Cevap vermesi zor olan pek çok soru var ortada. O zaman bir soru daha soralım: Kazanılacak bir savaşta mıyız? Ve ayrıca ortada kazanılacak bir savaş mı var? Bunlara ‘hayır’ cevabı vermekse kolay…

Türkiye ve İsrail arasındaki gerilimin bir çatışmayla sonuçlanmasından ne Türk, ne İsrail halkının bir çıkarı var. Ama arada 9 sivilin cansız bedeni varken konuşmak kolay değil. İsrail hükümetinin görmesi gereken, işte bu sorunu aşmanın hiç de zor olmadığını siyasete biraz vicdanla ve cesaretle yaklaşmanın yeteceğini görmektir. Gerisi kolaylıkla gelecektir.

Murat Yetkin

http://tinyurl.com/3mm5rnd

AMA DİYELİM Kİ İSRAİL, GÜNEY KIBRIS İLE DOĞU AKDENİZ'DE PETROL ARAYACAK. DEĞERLİ EMEKLİ DİPLOMATIMIZ TEMEL İSKİT'E SORDUM: ULUSLARARASI HUKUKTA BUNA ENGEL BİR KURAL YOK. AKSİNİ DÜŞÜNMEK, ANKARA'NIN SAVUNDUĞU SEYRÜSEFER SERBESTÎSİ İLE ÇELİŞKİYE DÜŞMEK OLUR

İsrail'in militarist politikaları kendisi için belki en kıymetli müttefik olan Türkiye ile de arasının açılmasına yol açtı. Bu politikalar onu bölgede ve dünyada, hâlâ inatla görmezden geldiği, sonuçları çok tehlikeli olabilecek bir yalnızlığa sürüklüyor. Ankara'nın aracılığıyla Suriye ile barışın eşiğine gelmişken Gazze'de katliam yaptı. Döndü uluslararası sularda seyreden Mavi Marmara'ya saldırıp, Türkiye'nin silahsız yurttaşlarını öldürdü. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun sözlerine tamamen katılıyorum. "Bu bizimle İsrail arasında bir mesele değil. İsrail ile uluslararası hukuk, İsrail ile ahlak ve uluslararası toplum arasında bir mesele."

İsrail'in özür dilememesi halinde Ankara'nın uygulamaya koyacağı yaptırımlara gelince: Benim de birçokları gibi bunlardan sadece Doğu Akdeniz ile ilgili olan konusunda çekincelerim var. İlke olarak diplomasinin ötesine giden bütün yaptırımların karşısındayım. Evet, İsrail'in Doğu Akdeniz'de "astığı astık, kestiği kestik" davranmasına göz yumulamaz. Ama diyelim ki İsrail, Güney Kıbrıs ile Doğu Akdeniz'de petrol arayacak. Değerli emekli diplomatımız Temel İskit'e sordum: Uluslararası hukukta buna engel bir kural yok. Aksini düşünmek, Ankara'nın savunduğu seyrüsefer serbestîsi ile çelişkiye düşmek olur.

Şahin Alpay

http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1176731&title=israil-ile-hukuk-ve-ahlak-arasinda-bir-mesele

İsrail de kaybetti ama asıl kaybeden Türkiye! – HASAN KÖNİ

http://haber.gazetevatan.com/Haber/398066/1/Gundem

İsrail’in yaşama hakkı ve yalnızlığı – İSMET BERKAN

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/18656857.asp

O fotoğraflar kötü dememiş miydim – ERTUĞRUL ÖZKÖK

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/18637878.asp

İsrail ile büyük bir kavgaya doğru – SEDAT ERGİN

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/18637875.asp

Özür dilememeleri büyük aptallık – FATİH ALTAYLI

http://www.haberturk.com/yazarlar/fatih-altayli/665681-ozur-dilememeleri-buyuk-aptallik

‘Mavi Marmara krizi’nden bugünün ‘seyrüsefer güvenliği’ne – İSMET BERKAN

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/18642857.asp?mnID=18642857

İsrail 1950'lerden bu yana hep aynı şekilde davranıyor! – ABDULLAH MURADOĞLU

http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=04.09.2011&y=AbdullahMuradoglu

İsrail Türkiye krizi – SOLİ ÖZEL

http://www.haberturk.com/yazarlar/soli-ozel/666001-israil-turkiye-krizi

İsrail’le asıl kriz 20 Eylül’den sonra çıkacak! – HASAN KÖNİ

http://haber.gazetevatan.com/Haber/397906/1/Gundem

Sefer-i Hümayunumuz vardır – RIZA ZELYUT

http://www.gunes.com/2011/09/05/yazar/1115/riza_zelyut/sefer_i_humayunumuz_vardir.html

Bana bunu yapmayacaktın Gila – ERTUĞRUL ÖZKÖK

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/18595125.asp

AMA NE ŞAKASIYSA ARTIK, YALNIZ GİLA DEĞİL, YAHUDİ OLAN VE OLMAYAN DUYARLI HERKES BU "TUHAF" ŞAKAYA ÇOK ALINDI!

Hürriyet Gazetesi yazarı, gazeteci Gila Benmayor. Bütün suçu bir yemek davetinde eski Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök'ün "çok güzelleşmişsin" iltifatına, "Her rastladığınız kadına bunu söylüyorsunuz, bari lafı değiştirip başka şeyler söyleyin" demesi. Özkök, tam yarım sayfalık pazar yazısında bu dokundurmaya ne kadar alındığını anlatmakla kalmayıp, Gila'nın dobralığını Yahudiliğine bağlamakla da yetinmeyip yazısını "Bütün Yahudilerden nefret ediyorum" diye bitirdi. Tabii sonuna da “Şaka yaptım” diyerek. Ama ne şakasıysa artık, yalnız Gila değil, Yahudi olan ve olmayan duyarlı herkes bu "tuhaf" şakaya çok alındı! Yılların gazetecisi ve yazarı, bilim adamı Özkök, kalemine hakim olamamış ve öfkesini çok yanlış bir yerden vurarak almaya kalkışmıştı. Üstelik tam da bayram arefesinde geri verilen mal varlıklarına kavuşmuş olmanın sevinci içindeyken gayrımüslim vatandaşlarımıza bir kez daha hatırlatmıştık beynimizin içinde bir yerlerde hep o düşmanlığın kaldığını.

Yazgülü Aldoğan

http://yazgulua.com/yazi_detay.asp?yazi_id=1075

BAŞKA BİR ÜLKEDE OLSA MÜEYYİDE GEREKTİRECEK YAZISINDA ÖZKÖK, BİR İFTAR DAVETİNDE KENDİSİNE SÖYLEDİKLERİNDEN HOŞLANMADIĞI, DAHA DA KÖTÜSÜ HOŞLANMAMIŞ GİBİ YAPTIĞI BENMAYOR’UN TAVRINI DİNSEL KİMLİĞİNE BAĞLIYOR

Gecikmenin nedenini anlamak için Türkiye’nin çok satan ve gündem belirleyen gazetesinde yıllarca genel yayın yönetmenliği yapmış bir insanın ibret verici yazısını okumanız yeterli. Bütün kadınlara iltifat ettiği yüzüne vurulduğu için garip bir şekilde egosu yaralanan ve her nedense bunu dünyanın en önemli olayıymış gibi okuyucunun takdirine sunan Ertuğrul Özkök’ün birlikte çalıştığı Gila Benmayor için yazdıkları gerçekten dikkate değer.

Başka bir ülkede olsa müeyyide gerektirecek yazısında Özkök, bir iftar davetinde kendisine söylediklerinden hoşlanmadığı, daha da kötüsü hoşlanmamış gibi yaptığı Benmayor’un tavrını dinsel kimliğine bağlıyor. Sonra da bu bağlantının bir ironi olduğunu söylermiş gibi yapıp yazısına not düşüyor, böylece kendini muhtemel eleştirilerden korumaya çalışıyor.

Özkök, çok şakacı biri olabilir. Çok ünlü, çekici ve cazibeli de olabilir. Eminim egosu üstüne yazdığı pazar yazıları da çok okunuyordur. Fakat Benmayor’un kendisine söylediklerinden hareketle yaptığı analoji, yani onun tavrını Yahudi olmasına bağlaması, daha doğrusu post-modern bir duruşla hem bağlıyormuş hem de bağlamıyormuş gibi yapması, tam da içinde bulunduğumuz durumu, gecikmenin nedenini anlatıyor.

Çünkü Türkiye ne yazık ki böylesi bir anlayış yüzünden çağının hep gerisinde kaldı, insan haklarını ihlal etti, demokrasisi sorunlu oldu. Birileri mutlaka çok satmak, popüler olmak, para kazanmak için yapılana meşruiyet sağladı. Manşetleri, köşeleri var olan anlayışın yeniden üretilmesi için kullandı. Kardak’a çıkartma yapan da bu ülkenin gazetecileriydi, teröristten kahramanı da yine bu ülkenin gazetecileri yarattı. Siperde Sırp öldüren gazetecilerimiz bile oldu.

Hürriyet başta olmak üzere Türk basını ne yazık ki yarattığı anlayışla haksızlıkların idamesini sağladı. Bazen kadın, bazen de insan haklarının ihlaline zemin hazırladı. Öldükten sonra herkesin sahip çıktığı Hrant’ı manşetleriyle hedef gösterdi. Neyse ki bu anlayış giderek daha büyük bir hızla tarih olma yolunda ilerliyor. Şimdi sadece yakın çevreye, sanki lütuf yapılıyormuşçasına zarar veriliyor.

Ama artık Türkiye’de insanlar olgunlaştı. Özkök dipnot düşmese de Benmayor’un ona gerçekleri Yahudi ya da başka bir şey olduğu için değil insan olduğu için söylediğini biliyor. Hükümetler de bu tür ırkçı, ayrımcı yaklaşımlardan etkilenmiyor

Mensur AKGÜN

http://www.stargazete.com/dunya/yazar/mensur-akgun/neden-gec-kaldik-378347.htm

ÇOĞU, İSHAK ALATON'UN BABASI BAY HAYİM GİBİ, "İÇİNDEN BİRŞEYLER KIRILMIŞ" OLARAK DÖNDÜ İSTANBUL'A

Vergi matrahı, bankalardan gizli bilgi istemekten korkulduğu için maliye müfettişleri tarafından "keyfe keder" ve "göz kararıyla" tesbit edildi. Bütün mal ve mülk varlığı toplasan elli bin lira olan adama dört yüz bin lira vergi kesildi. Bazı kişilere sırf "Abdullah Efendi Lokantası'nda yemek yiyebiliyor" diye ceza verildi.

Yıl 1942... Bahçe içinde, üç katlı ev üç bin lira... Oradan oranlayınız.

Ödeyemeyenlerin evlerine, işyerlerine el konuldu, eşyaları haraç mezat, ölü eşek fiyatına satıldı. Eşleri, çocukları sokakta bırakıldılar.

Çoğunun ticari hayatı söndü. Yitirdiklerini bir daha yerine koyamadılar. Çoğu, İshak Alaton'un babası Bay Hayim gibi, "içinden birşeyler kırılmış" olarak döndü İstanbul'a. Hayata küstü. Devletine de küstü. Çoğu, 1948 yılında İsrail Devleti kurulunca Türkiye'yi terketti, onları buraya bağlayan bir şey kalmamıştı, "kalmaları için hiçbir neden kalmamıştı"...

Varlık vergisi denilen korkunç pisliği üzerlerine salan dönemin başbakanı Şükrü Saracoğlu'nun adını taşıyan stadyuma göğsünü gere gere giden Fenerbahçe taraftarı Yahudi okurlarımın da gözlerinden öperim.

Eh, bundan böyle Tavşanlı Linyitspor stadına deplasmana giderler, hatalarını telafi ederler! Vatanın her köşesi bir değil midir?

Engin Ardıç

http://sabah.com.tr/Yazarlar/ardic/2011/08/28/bir-daha-asla

BUGÜN MİLLİ SINIRLAR İÇİNDE MÜSLÜMANLARLA ÇATIŞMA İÇİNDE OLMAYAN GAYRİMÜSLİMLERİN TÜMÜNÜN (ERMENİ, SÜRYANİ, RUM, MUSEVİ) DİĞERLERİ GİBİ "EŞİT YURTTAŞLAR" OLARAK MUAMELE GÖRMELERİ ONLARIN TABİİ HAKLARIDIR

Musevi Hahambaşı Haleva bu kararı "Osmanlı'dan kalma bir ışığın devamı" olarak yorumladı. Aslında bu karar, her yerin karla kaplı olduğu soğuk ve kapkaranlık bir gecede Tur Dağı'nda "Ben bir ateş (ışık) gördüm." (28/Kasas, 29) diyen Musa aleyhisselamın ve diğer bütün peygamberlerin beslendiği vahyin ışığıdır.

Bu kaynaktan aldığı güçle dünyayı aydınlatan, zemheri soğukta ısıtan son Peygamber (sas) oldu. Gayrimüslimlerle ilişkileri, ya "muahid/anlaşmalı (siyasî ortaklığın aktörlerinden biri)" veya "zımmi hâkim yönetimin koruması altındaki sözleşmeli" olarak belirledi ve şöyle buyurdu: "Zımmiye zulmedenin kıyamet günü hasmı benim." (Ebu Davut, İmaret, 33) Genel hatlarıyla İslam tarihinde gayrimüslimlerle ilişkiler bu çerçevede sürdü, bazen Müslüman yöneticiler zulmetti, ama hiçbir zaman varlıklarını imha etmeye yönelmedi.

Gayrimüslimlerin ağır mahrumiyetlere uğradığı yer Türkiye'nin cumhuriyet sonrası dönemidir. Batı'yı referans alan Türkiye, gayrimüslimleri "millet sisteminin mensubu zımmiler" olmaktan çıkarıp "azınlık (ekalliyet)" statüsüne soktu, zorunlu mübadeleye tabi tuttu, onlara ikinci sınıf vatandaşlığı bile çok gördü, onları potansiyel tehdit ilan etti, nefret objesi yaptı, onlara mahsus hukuksuz vergiler ihdas etti, milliyetçi unsurları provoke ederek kalanları da kaçırtıp 1910'dan sonra yaptığı gibi mallarını mülklerini Türkleştirdiği unsurlara geçirip "milli burjuvazi"yi besleyip semirtti.

Ağır, ama istikrarlı adımlarla normalleşiyoruz. Normalleşme gayrimüslimlerin öncelikle "bir Batı musibeti olan azınlık" statüsünden çıkarılıp "yurttaş" konumuna çıkarılmalarıdır. Bu köşeyi takip edenler, yine "Batı musibeti olan mutlak eşit yurttaşlık"ın bugün yaşadığımız etnik, mezhebi ve farklı kimlikler arasındaki çatışmalara çare olmadığını defalarca yazdığımızı bilirler. Eşit yurttaşlığı temel alan bir anayasal yurttaşlık mevcut sorunları yeni formlar içinde üretip sürdürmekten başka işe yaramayacaktır. Referans alınması gereken "hukuk karşısında eşit, ama sosyo-kültürel olarak farklılığı esas alan yeni bir yurttaşlık veya tabiiyet anlayışı"dır. Ancak bu sağlanıncaya kadar, bugün milli sınırlar içinde Müslümanlarla çatışma içinde olmayan gayrimüslimlerin tümünün (Ermeni, Süryani, Rum, Musevi) diğerleri gibi "eşit yurttaşlar" olarak muamele görmeleri onların tabii haklarıdır.

Ali Bulaç

http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1175752&title=gayrimuslim-haklari

İSRAİL’İN MISIR’LA BARIŞ KARŞILIĞINDA ÇEKİLDİĞİ TOPRAK OLAN SİNA YARIMADASI ARTIK BARIŞIN SEMBOLÜ DEĞİL, FİLİSTİNLİ MİLİTANLARIN İSRAİL’E SALDIRMAK İÇİN ARKADAN DOLANDIKLARI BİR GÜZERGÂH

Şu aşamada bugünkü İsrail hükümetinin Arap Baharı karşısında tek yapabildiği, beklemek ve isyan dalgalarının Ortadoğu’yu nasıl değiştireceğini nihai olarak görmek... Yani hiçbir şey yapamamak.

Ve çok endişeli bir bekleyiş bu...

İsrail, 34 yıl önce Camp David barışını batısındaki Mısır’ın eski diktatörü Enver Sedat’la yapmış ve onun halefi olan diktatör Mübarek’le sürdüre gelmişti. Şimdi, diktatörlerle yapılan Camp David barışının İsrail’e sağladığı göreceli istikrar tehdit altında. İsrail’in Mısır’la barış karşılığında çekildiği toprak olan Sina Yarımadası artık barışın sembolü değil, Filistinli militanların İsrail’e saldırmak için arkadan dolandıkları bir güzergâh.

Çünkü Camp David Mısır halkıyla değil, meşruiyeti olmayan diktatörlerle yapılmış bir barıştı...

Doğusundaki isyan hakkında da İsrail basınında “İyi ki Şam’daki diktatörlükle Golan karşılığında barış yapmamışız; yoksa Golan’ı verdiğimizle kalacaktık” minvalli ironik makaleler okuyoruz.

Üçüncü “Arap olmayan” İran ise Suriye’nin stratejik ortağı olmasına mahal veren Baas rejimi çöktüğü takdirde telafisi imkânsız bir jeopolitik güç kaybına uğrayacak. İran-Suriye mihveri çökecek; Tahran, Doğu Akdeniz’e ve Lübnan’daki ortağı Hizbullah’a bugünkü kadar kolayca nüfuz aktaramayacak. İran’ın mihveri ayakta tutmak için bütün imkânlarını kullanması beklenmelidir. Bölgedeki üç “Arap olmayan”ın Arap Baharı bağlamındaki durumlarının özeti budur.

Kadri Gürsel

http://dunya.milliyet.com.tr/arap-bahari-nin-arap-olmayanlari/dunya/dunyayazardetay/25.08.2011/1430941/default.htm

ANCAK FİLİSTİN DEVLET OLDUĞUNU İLAN EDERKEN AYNI ZAMANDA SINIRLARINI VE BAŞKENTİNİ DE BELİRLİYOR VE BUNU İSRAİL'E RAĞMEN, İSRAİL İLE MÜZAKERE ETMEDEN YAPIYOR. BU SENARYOLAR GERİ TEPEBİLİR

Filistinli yöneticiler ve aralarında Türkiye'nin de bulunduğu dünyanın dört bir yanındaki destekçileri, Filistin devleti kurmanın zamanı geldiği fikrini birçok ülkede dile getirdiler ve bunda da başarılı oldular. Bu ay, BM Genel Kurulu'ndan evet oyu çıkması ve Filistin'in devlet olarak tanınması kuvvetle muhtemel. Ama bunun sonuçlarının ne olacağını kimse hesaba katmamış görünüyor. Bu deklarasyon sembolik olarak önemli ama Filistin devleti sınırlarını kontrol edemeyen, yabancı bir ülkenin parasını kullanan ve kendi hava sahası, suyu ve de elektriği başka bir ülkenin kontrolünde olan bir devlet olacak.

Belki bunlar beklemeyi gerektirecek nedenler olmayabilir ve önemli olan sembolizmdir, çünkü devlet olmanın diğer göstergeleri daha sonra da nasıl olsa gerçekleşir.

Ancak Filistin devlet olduğunu ilan ederken aynı zamanda sınırlarını ve başkentini de belirliyor ve bunu İsrail'e rağmen, İsrail ile müzakere etmeden yapıyor. Bu senaryolar geri tepebilir. Herşeyden önce İsrail artık kendisini Oslo Anlaşmasına uymak zorunda hissetmeyecektir. Bu da Filistinler açısından yeteri kadar kötü etkiler doğuracak bir durum.

Ama aslına bakarsanız işler daha da kötüye gidebilir. BM oylamasından önce bile bölgede şiddetin tırmanma olasılığı yüksek. Batı Şeria'da, Lübnan'da ve Suriye'de gösteriler düzenlenecektir. Tüm bu coğrafyada, uzun vadede şiddetin hakim olmasını isteyen güç odakları mevcut. Hatta bunlar, barışçıl gösterilerin şiddet eylemlerine dönüşmesini bizzat planlıyor bile olabilirler. Hamas'ın İsrail'e karşı direnen partinin El Fetih değil de kendisi olduğunu göstermesi için İsrail ile çatışmaya ihtiyacı var. Hamas ayrıca Mısır'ı da İsrail karşıtı tavır takınmaya zorlayabilir. Lübnan'da ise Hizbullah, gösterileri kendi çıkarları doğrultusunda kullanacaktır. Güç durumdaki Suriye hükümeti dikkatlerin başka yöne çevrilmesini memnuniyetle karşılayacak ve milli duyguları harekete geçirmek için bu fırsattan istifade etmek isteyecektir. Ve bir de sorumsuzca tetik çekmeyi çok seven İsrail askerleri var. Özellikle de sınır bölgelerinde konuşlanmış bu askerler büyük bir olasılıkla aynen Mavi Marmara'da yaptıkları gibi tetiklere asılacaklardır.

Metin Güneş

http://www.cnnturk.com/Yazarlar/METIN.GUNES/Filistin.Soyut.devlet.somut.savas/103.4595/

ÜLKEDEKİ HAKİM SİSTEM BÜYÜK BİR MAHARETLE SONUÇTA ARALARINDA BENZERLİK OLAN MAĞDURİYETLERE UĞRAYANLARI BİRBİRİNE DÜŞMAN ETMEYİ DE BAŞARMAMIŞ MI?

M.D.B: "Osmanlı döneminde Yahudiler, dönmeleri Yahudi olarak kabul etmediler. Dönmeler de kendilerini Yahudi olarak görmediler. Osmanlı'daki şeriat ve kanunlara göre dönmeler Yahudi olarak kabul edilmediler çünkü İslam'a geçmişlerdi. Eğer Yahudiler ve Osmanlı devlet idaresi dönmeleri Yahudi olarak kabul etmediyse neden biz bugün onları Yahudi olarak kabul edelim ya da edebiliriz?" (Gerçekten de, nasıl kabul edebiliriz? Akıl yürütmemiz "daldan dala" sıçramıyor ise, değerlendirdiğimiz olgular-olaylara ilişkin nedensellik ilişkisini kaybetmiyorsak bunu nasıl düşünebiliriz?)

Yazarın şu değerlendirmesini de aktarayım: "Dönmeler Türkiye'ye geldikten sonra laik Türk milliyetçileri olmak zorunda kaldılar. Okullarında çocuklarına öğrettikleri derslerin üzerindeki kontrollerini kaybettiler. Avrupa'nın kalanıyla bağlarını yitirdiler. Türkiye Cumhuriyeti'nin kapalı ekonomik politikaları sonucu ekonomik güçlerini de... Osmanlı döneminde güç kazanan iki dönme, Mehmet Cavit ve doktor Nazım, 1926 sınasında Mustafa Kemal tarafından öldürüldü. (...) Onların daha çok zarar gördüğü laikleştirme politikalarıydı. Dönmeler kendi dini âdetlerini ve hatta dinlerini tümüyle bırakmak zorunda kaldılar..."

Katılır mısınız bilmem: Ülkedeki hakim sistem büyük bir maharetle sonuçta aralarında benzerlik olan mağduriyetlere uğrayanları birbirine düşman etmeyi de başarmamış mı? Bu işlerde çok mahir çooook!...

Kürşat Bumin

http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=04.09.2011&y=KursatBumin

Netten okuyun

İsrail'de bir laik evlilik

http://www.bbc.co.uk/turkce/izlenim/2011/08/110826_fooc_israel.shtml

Türkiye - İsrail ilişkilerinin geleceği – BİROL ERTAN

http://www.acikgazete.com/yazarlar/birol-ertan/2011/09/03/turkiye-israil-iliskilerinin-gelecegi.htm?aid=43232

Golda Meir neden haklıydı – BURAK BEKDİL

İsrail’in dördüncü başbakanı, daha doğrusu ‘’İsrail’in anası’’, Ortadoğu’da barışın ancak ‘’Araplar kendi çocuklarını bizden nefret ettiklerinden daha fazla sevdikleri zaman’’ mümkün olacağını söylerken tamamen realist bir noktadaydı.

Çeviri: Avram Cerasi

http://www.hasturktv.com/turkiyede_bugun/2632.htm

Bir kentin vazgeçilmezi

http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/18631572.asp

Azınlık Mallarının İadesi – SOLİ ÖZEL

http://www.haberturk.com/yazarlar/soli-ozel/664858-azinlik-mallarinin-iadesi

Selanikli dönmeler hakkında ne biliyoruz? – GÜRKAN HACIR

http://www.aksam.com.tr/selanikli-donmeler-hakkinda-ne-biliyoruz-3649y.html

“Yahudi hafızası”nın unutamadığı gemiler – TAHA KILINÇ

http://www.usasabah.com/Yazarlar/taha_kilinc/2011/09/05/yahudi-hafizasinin-unutamadigi-gemiler

Ortadoğu liderliği ve İsrail – DENİZ TANSİ

http://www.hasturktv.com/arsiv/2706.htm

6-7 Eylül Olayları... Türkiye'nin utandığı gün

http://www.cnnturk.com/fotogaleri/tarihte.bugun/2009/09/05/6.7.eylul.olaylari.turkiyenin.utandigi.gun/5215/index.html

İsrail, BM kararlarını işine gelirse kabul eder ama gelmezse öldürür – MURAT BARDAKÇI

http://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/666003-israil-bm-kararlarini-isine-gelirse-kabul-eder-ama-gelmezse-oldurur

Beşiktaş'ın armasında Davut Yıldızı vardı – İLHAMİ YANGIN

http://www.antigazete.com/haber_detay.php?haber_no=5435

İsrail orta sınıfı neden ayaklandı? – UĞUR GÜRSES

http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1062316&Yazar=UĞUR GÜRSES&Date=05.09.2011&CategoryID=101

İsrail Glastnost'u – ŞEREF OĞUZ

http://sabah.com.tr/Yazarlar/oguz/2011/09/05/israil-glastnostu

Arşivlerden

Son Dönem Türkiye-İsrail İlişkileri – ÖZDEM SANBERK

http://www.bilgesam.org/tr/images/stories/bilgesoylesi/bilgesoylesi6.pdf

Netten izleyin

HAY EYTAN KOHEN YANAROCAK BLOOMBERG TV'DEYDI 02.09.2011

http://www.dailymotion.com/video/xkuihc_hay-eytan-kohen-yanarocak-bloomberg-tv-deydi-02-09-2011-18-08_shortfilms?start=6#from=embediframe

RAFAEL SADI BLOOMBERG TV 02.09.2011

http://www.dailymotion.com/video/xkuc9u_rafael-sadi-bloomberg-tv-02-09-2011-16-3-16-43_shortfilms

RAFAEL SADI CNNTURK 02.09.2011

http://www.dailymotion.com/video/xkud57_rafael-sadi-cnnturk-02-09-2011-18-24-18-29_shortfilms

Hay Eytan Cohen Yanarocak TRT TURK News LIVE 02.09.2011

http://www.youtube.com/watch?v=gV5zQ-1hHRI&feature=player_embedded