Filmin İkinci Yarısı

Metin BONFİL ŞalomDergi
10 Mart 2010 Çarşamba

Türkiye’de kriz muhabbeti ile geçen 2009’un ardından, ‘teğet’ miydi değil miydi tartışması azalarak da olsa halen devam ediyor.  Referans olarak bankacılık sisteminin sayılarına bakar iseniz, kriz kesinlikle teğet geçti.  Ama referansınız istihdam ve büyüme ise, biraz ‘bodoslama’ durumu olabilir.    Aslında, krizin gerçek bedelinin esas bundan sonra ortaya çıkacağını söylemek de, pek yanlış olmayacaktır.

Dışarıda,  ‘Domuzlar’ anlamına gelen PIGS ülkeleri (Portugal, Italy, Greece, Spain) Euro’yu aşağı çekerken, İngiltere’nin performansının da Pound’u alaşağı etmesi söz konusu. 

Bu PIGS olayı, daha önceki hesapta yoktu.  Filmin ilk yarısındaki kurguda, Dolar düşecek diye bir beklenti oluşmuştu.  Bu beklentiyle Euro’ya geçen yatırımcılar, yağmurdan kaçarken doluya tutulmuş oldular. 

Şimdi PIGS Avrupa’nın büyümeye geçişine pranga olacaksa, 2009’da %24 azalmış olan ihracatımız 2010’da tekrar büyümenin lokomotifi olabilecek midir?  Öyle gözüküyor ki, 2009’da %4 küçülen Avrupa bölgesi, büyümeye geçişte ABD kadar hızlı bir dönüş yaşayamayacak.

Filmin ilk yarısında, gelişmiş ekonomilerde yaratılan yüksek katma değer sonucunda oluşan tasarruf fazlası, gelişmekte olan ülkelere aktarılmaktaydı.  Tasarruf açığı yüzünden kalkınmak için borçlanmak zorunda olan ülkeler,  risk derecelendirmesi kuruluşlarından not almak için sıraya giriyorlardı. 

Şimdi ise tasarruf fazlası BRIC (Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin) ile petrol ihraç eden ülkelere geçti.  Bu yeni oyuncular, küresel sermaye akımlarında eski kriterlere göre mi davranacaklardır, yoksa yepyeni kriterler mi geliştireceklerdir, bunu zaman gösterecek.

Türkiye’ye baktığımızda, filmin ilk yarısında hep sorun olan yüksek cari açık, yüksek reel faizler ve değerli Türk Lirası gibi meseleler, krizle gelen ‘küçülme’ ile şimdilik sorun olmaktan çıkmış gibi durmaktadır.

Yolunu gözlediğimiz ekonomik canlanma başlarsa, dengeler nasıl değişecektir?  Örneğin, faiz cephesinde, hem Türkiye’de hem de dünyada faizlerin daha fazla düşmesi mümkün gözükmemektedir.  Zira Şubat ayında açıklanan çift haneli enflasyon rakamları ile reel faizler negatife dönmüş durumdadır. Enflasyonda yükseliş beklentisi geçici değil kalıcı olur ise, faizlerin artması kaçınılmaz olacaktır.

Şimdi herkes filmin ikinci yarısında neler olacak merak etmektedir. 

Ekonomi yazarları yavaş yavaş finansal krizin nedenleri ve niçinleri ile ilgili yazılarını azaltmış, yeni dengelerin nasıl oluşacağı konusunu işlemeye başlamışlardır.

Buruşuk pardösüsü, dağınık görüntüsü ile çözülmez cinayetleri çözebilen Komiser Kolombo gibi, herkes bir yerlerde krizin artık bittiğinin ipuçlarını aramaktadır. 

Geçen hafta ABD’deki işsizlik başvurularının azalmış olması böyle bir ipucu mudur yoksa? 

PIGS olayı ile politik birliği çatırdayan Avrupa’nın ABD ile paralel bir büyümeye hemen geçemeyeceği görülmektedir.  Euro’nun daha da değer kaybetmesi, Avrupa pazarındaki rekabet gücümüzü nasıl etkileyecektir?  Bu durumda, Türkiye’nin ana ihracat pazarında kalıcı kayıplar söz konusu olabilecektir.

Dolar, Euro, Pound ve Yen’in gelişmekte olan tüm ülke paralarına göre hep birlikte değer kaybetmeleri halinde, parası değerlenecek olan Çin, Rusya ve Hindistan gibi ülkeler iç tüketimleri ile küresel büyümeye daha fazla katkıda bulunacaktır. 

Türkiye, Rusya pazarına olan yakınlığı dolayısı ile ciddi bir avantaj sahibidir.  Rusya ve Irak’ta yakalanacak yeni ihracat imkânları, Avrupa’da şimdilik kaybolan pazar potansiyelimizin açığını bir miktar da olsa, kapatabilecektir.  Bunun yanı sıra, güzide Türk şirketleri için Yunanistan’da ve Orta Avrupa’da şirket satın alma fırsatları yağmur gibi gelmektedir.

İlk yarı bitmiş, kur-faiz-enflasyon üçgenindeki dengeler terazisine oturmuş iken, ikinci yarıda bu dengeler nasıl değişecektir?   Bir gün 1 Dolar = 1 Euro = 1 TL olursa, bizim dış dengemiz nasıl oluşacaktır? Öte yandan, negatif reel faizler dolayısı ile TL’den bir kaçış olursa, Merkez Bankası faizi yükseltecek midir?  Faizin yükselmesi ile azıcık filizlenen büyüme de engellenmiş mi olacaktır?

Zaten gerilen politik ortamda, bir erken seçim veya yeni bir kapatma davası çıkıp ta artan iç ve dış borç yükünü çevirmekte bir sorun yaşanırsa, bugünkü faiz-kur-enflasyon dengesi tekrar bir sarmala girecek midir?

AB entegrasyonundan tutun da, demokratik açılım, yargı reformu, komşularla sıfır sorun gibi, uzak erimli hedefler yolunda çıkabilecek olumsuzluklar bugünümüzü nasıl etkileyecektir?  

Irak’taki seçimler, İran’a yaptırım uygulanması ile ilgili olarak Güvenlik Konseyi’ndeki tutumumuz, ABD’ye Türkiye’nin önemini ispat etmek için girişilecek olası misilleme önlemleri, bizim için yeni bir ‘çıkış kapısı’ olan Irak, Rusya, Libya, Suriye, Lübnan ve İran gibi pazarlardaki gücümüzü nasıl etkileyecektir?   Bu ülkelerle büyüyen ticari ilişkiler büyümeye lokomotif olabilecek midir?

Bu belirsizlikler devam ederken, yeni fabrikaları kimler kuracaktır? İstihdam artışı nasıl sağlanacaktır? 

Son zamanlarda enerji fiyatlarında gözlemlenen istikrar kalıcı mıdır yoksa geçici midir?

Filmin ikinci yarısını doğrusu ben de merak ediyorum...