Quo vadis Avrupa?

“Türkler Almanya’yı, Kosovalıların Kosova’yı ele geçirdikleri gibi elde etme yolundalar. Bu gelişme yüksek doğum oranı yüzünden gerçekleşiyor. Ama bu; Alman nüfusunun IQ oranından yüzde 15 daha yüksek zekaya sahip olan Yahudiler tarafından olsaydı, bir şey demezdim...” İşte karşımızda post modern ırkçılık. İşin acısı,Thilo Sarrazin hiç de yalnız değil. Karanlığın ayak seslerini duyuyor musunuz?

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
29 Eylül 2010 Çarşamba

İki dünya savaşını da görmüş olan Albert Einstein kaçtığı ABD’den yine Nazilerden kaçıp Londra’ya yerleşmiş Sigmund Freud’e İkinci Dünya Savaşı öncesi bir mektup yazar ve savaşla ilgili umutsuz düşüncelerini belirttikten sonra tek bir soru sorar ünlü psikanaliste:

“İnsan ruhunu, kin ve yok etme psikozlarına karşı daha dayanıklı kılacak biçimde geliştirmeye imkân var mıdır? Bunu söylerken yalnızca eğitimsiz insanları kastetmiyorum. Tecrübelerim beni, sözüm ona entelijensiya’nın bu öldürücü kolektif psikozlara çok daha kolay kapıldığını söylemeye itiyor.”

Freud şöyle yanıtlar: İnsanı iki içgüdü yönlendirir. Biri korumaya, birleştirmeye sevmeye iten erotik içgüdüler, diğeri ise yok etme ve öldürme isteği gösterendir. Bu ilişki aşk ve nefret arasındaki ilişkiye benzer. Her birinin bir zamanı vardır. Yok etme içgüdüsü ise genelde hakim olarak görünür çünkü canlı varlık kendi varlığını yabancı öğeyi yok ederek korumaktadır...

Einstein tabii ki anlamıştı Freud’un dediğini ve aslında savaşların önlenemez olduğunu da biliyordu muhtemelen. Barış dediğimiz zaman süreci aslında, iki savaş arası bir dinlenme dönemiydi. Zira insan yok etme üzerine kodlanmıştı.

Savaşa gitmedikleri zaman, büyük büyük, günlerce süren av partileri düzenleyen aynı insanlar değil miydi? Salt öldürme zevkini tatmak için avlanan insanlar Freud’un tezini kanıtlamıyor mu?

***

Thilo Sarrazin... Bir Alman entellektüeli, maliyeci, Alman Merkez Bankası yöneticisi, üstelik sosyal demokrat parti üyesi. Yani tam, Einstein’in ‘entelijensiya’ diye sınıflandırdığı kesime ait bir Alman şahsiyeti.

Geçtiğimiz ay bir kitap yazıyor. “Almanya kendini yok ediyor!” isimli çok satan kitabında açıkça ve gizlemeden ırkçı teori ve saptamalarda bulunuyor. Düşüncelerini neo-nazilerin sığ, basit ve siyah-beyaz formatı dışında sosyolojik ve ekonomik gerekçelerle süslendirince Alman halkının yüzde 46’sının -evet neredeyse yarısının- desteğini alıyor! Göçmenlerle ilgili öyle nitelemelerde bulunuyor ki, geleceğinden emin olmayan sıradan Almanları onlara karşı kışkırtmaması mümkün görülmüyor.

Hitler, ülkesinin bozulan ekonomisinin suçunu tamamen Yahudilerin üzerine atarak zamanla tüm Alman halkını peşine sürükleyip büyük trajediye yol açmamış mıydı?

Yoksa tarih yavaş yavaş ‘deja vu’ kıvamına mı geliyor? Freud’ün yok etme içgüdüsü şekillenmeye mi başlıyor ‘kısa’ bir aradan sonra Avrupa’da?

Bakın Sarrazin neler diyor kitabında:

“Türkler Almanya’yı, Kosovalıların Kosova’yı ele geçirdikleri gibi elde etme yolundalar. Bu gelişme yüksek doğum oranı yüzünden gerçekleşiyor. Ama bu; Alman nüfusunun IQ oranından yüzde 15 daha yüksek zekaya sahip olan Yahudiler tarafından olsaydı bir şey demezdim...”

“Arapların ve Türklerin büyük kısmının Almanya’da meyve ve sebze ticaretine verdikleri katkının dışında hiçbir faydalı yanları yok...”

“Türkiye’den, Orta Doğu’dan ve Afrika’dan gelen göçmenler nedeniyle doğal yolla ortalama olarak aptallaşıyoruz. Zira göçmenler Almanlardan daha doğurgan...”

“Devlet yardımıyla yaşayan ve devleti tanımayan, çocuklarının eğitimi için çaba göstermeyen ve devamlı olarak başörtülü küçük kızlar üreten insanlara saygı gösteremem...”

“Tüm Yahudilerin ve Basklıların ortak genleri vardır...”

Şimdi siz sıradan ve eğitimsiz bir Alman olsanız, devletin sosyal yardımları azaldığından dolayı zorlukla geçiniyorsanız; çocuklarınızın geleceğinden korkuyorsanız, yanı başınızda yaşayan ve gittikçe kalabalıklaşan göçmenlere nasıl bakarsınız?

İşte bu yüzden Sarrazin, kimilerine göre sürpriz sayılacak bir şekilde halkın yarısından ve sağ entellektüel kesimden destek aldı. Habire, korkusuzca ve pervasızca söyleşilere gidip düşünülmeye değer de olsa, açık ırkçı söylemini entellektüellik kılıfı içinde dışarıya kusuyor. Türkleri, Arapları, Afrikaları aşağılıyor; Yahudileri ve Basklıları olumlu olarak görse de, söylemin doğasında bulunan, anında olumsuza dönüşebilecek nitelemelerde bulunuyor...

***

Bugün Sarrazin ve onun gibilerinin söyledikleriyle bir savaş çıkabileceğini söylemek belki absürd kaçabilir. Lâkin süreç hızla ilerliyor. Barış zamanı hızla tükeniyor.

Ne demişti Freud?“İnsan kendini koruma içgüdüsüyle diğerini yok etmek ister”...

Yaşlı kıta Avrupa’nın yerlisi, geleceğinin topraklarına davet ettiği yabancılardan dolayı karardığını gördüğü an düğmeye basılma anı olacaktır.

Avrupa’da aşırı sağın bir kaç yıldır yükselmesinin altında yatan bu gelişmenin kıvılcımları değil midir?

Dünyanın en özgür, en liberal ülkesi İsveç’te bile son seçimlerde göçmen karşıtı aşırı sağın ne yaptığını görmedik mi geçen hafta?

Hollanda’da aşırı sağın ne yaptığını bilmiyor muyuz? Macaristan’da ırkçı, sağcı bir partinin henüz yeni parlamentoda yer aldığını da bilmiyor muyuz?

Fransa’da Sarkozy bile Romanlara karşı ‘savaş’ açmadı mı?

İngiltere’de, Fransa’da, Avusturya’da göçmenlere Araplara, Yahudilere karşı hergün yeni olaylar olmuyor mu?...

Hey sokaktaki insan, karanlığın ayak seslerini uzakta da olsa duymuyor musun yoksa?

Sahi, Freud ne demişti?...