Ana karnında biçilmiş bir hayat...

Piyano dünyasının yükselen yıldızlarından Iddo Bar-Shai, Chopin’in 200. doğum yıldönümü kapsamında 14 Ekim Çarşamba akşamı, İstanbul Resitalleri’nin açılış konserinde sadece Chopin’den oluşan bir repertuarla dinleyicisiyle buluşuyor

Rina ALTARAS
7 Ekim 2009 Çarşamba

1977 yılında Nazaret İllit’in yanı başı Afula’da doğan Iddo Bar-Shai’ın hayatı sanki ana karnında o hiç bilmeden annesi tarafından belirlenmiş. Her ne kadar aralarında profesyoneller olmasa da Iddo müzisyen bir aileye doğdu. Dedesi Nazi Almanyası’ndan kaçarken birçok şeyin yanı sıra oldukça iyi çaldığı piyanoyu da terk etmek zorunda kalmıştı. Filistin’de doğan annesi de küçüklüğünde piyano çalmış ancak daha sonra üniversite, çalışma ve aile hayatı sebebiyle üç çocuklu ailenin en küçüğü Iddo’ya hamile kalana kadar piyanodan uzak kaldı. Anne karnındaki Iddo’nun müziği ve piyanoya ilgisi işte böyle başladı. Iddo sevdiği müzikleri çaldığı zaman annesinin karnını tekmelemeden duramazmış. Doğduktan sonra da aynı müziklere hep aynı neşeli ve mutlu tepkiyi vermiş. Piyanoyla olan aşk hikâyesi dünyaya gelmeden başlayan ve İstanbul Resitalleri’nin bu yılki açılışını yapacak olan Iddo Bar-Shai ile konser öncesi bir Pazar akşamı İsrail’deki evinden müzik serüveni, Chopin yılı, bu bağlamda Chopin’le ilişkisi ve projeleri üzerine konuştuk.

 

 Piyanoyu nasıl keşfettiniz? Kimlerle çalıştınız?

Evde hep bir piyano vardı. Evet, annem piyano çalıyordu ama bana ilk derslerimi veren o sıralar yedi yaşında ve benden üç yaş büyük olan ablamdı. Yedi yaşıma geldiğimde ben de ilk “resmi” derslerimi almaya başladım. Ancak bu zamana kadar geçen süre zarfında küçük ablamın “pedagojik yaklaşımı” sayesinde çok ciddi bir altyapı edindim. İlk piyano hocamın verdiği egzersizleri dersten 15 dakika önce çalışırdım ve becerdiklerim onu mutlu ederdi. Daha sonra aldığım bir bursla Hayfa’da Lorin Maazel’in piyanist eşinin kız kardeşi olan Bracha Ornan-Margalit’in öğrencisi oldum. Margalit çok daha talepkar bir hocaydı ve iş ciddileşti. Ancak hayatımın dönüm noktasında 18 yaşında tanıştığım hocam Pnina Salzman var. O benim için bir hocanın çok ötesinde bir rehber, bir mentor olmuş ve hayatımı çok derinden etkileyerek bendeki değişim-dönüşümü tetiklemiştir.

Pnina Salzman’ın yanı sıra 18 yaşında tanıştığım bir diğer değerli piyanist ve hoca ise Alexis Weisenberg. Beni ilk dinleyişinin hemen ardından Engelberg’deki master class’ına davet etti. Çeşitli kereler katıldığım bu master class’lerin ardından beni hâlâ çok etkileyen bir jest yaparak bu sefer beni evine davet etti ve özel dersler verdi.

 

 Chopin’in 200. doğum yıldönümü tüm dünyada farklı etkinliklerle kutlanıyor. Siz de İstanbul Resitalleri’nin açılışını bu yıldönümü kutlamaları kapsamında sadece Chopin’in eserlerinden oluşan bir repertuarla açıyorsunuz. Chopin ile ilişkiniz nedir?

Küçüklüğümden beri ne zaman Chopin çalsam kendimi “evimde” hissetmişimdir. Bu besteci için hissettiğim müzikal bağın temelinde belki de anne tarafımdan gelen; hem anneannem hem dedem Polonyalı olup 1930’larda İsrail’e göç etmişlerdi; genetik mirasta gizli, bilemiyorum ancak benim için çok özel olduğu kesin… Bu yılın benim için en önemli projesi beş diğer piyanistle birlikte Chopin’in piyano için tüm eserlerini seslendireceğimiz konserler serisi. Polonya’daki kutlamalar kapsamında Varşova’da da gerçekleşecek bu konserler serisini birçok açıdan çok büyük heyecanla bekliyorum.

 

 Chopin’e bakış açınızın değiştiği bir zaman oldu mu?  Eğer olduysa müsebbibi kimdi, neydi? O sıralar kaç yaşındaydınız?

Chopin çalmaya çok küçük yaşta mazurkalar, valslarla başladım. Bu besteciye ve müziğine hemen âşık oldum ve bu yaşıma kadar hep öyle kaldım. Düşünceleriniz ve duygularınızın bu kadar derinden özdeşleştiği bir müzik… Sonunda bu enstrümanın diline en uygun yazılmış müziği bulmanın verdiği mutluluk… Chopin’e bakışım sanırım 18 yaşlarında çok değerli hocam Pnina Salzman ile karşılaşmamla değişti. Salzman’ın kendini bu müzikle özdeşleştirmesi o kadar farklı, kişisel ve güzeldi ki, bana da ilham verdi ve bu müziğe farklı gözlüklerle, daha derine ve öncesine nazaran daha duygusal bakmama neden oldu. Salzman’la Chopin’in eserlerinin sadece yazılı olan müziğe saygının ötesinde, insan ruhunun derinlikleriyle özdeşleşerek çalınmasının ne kadar hayati olduğunu öğrendim.