Belki de bu yüzden

Spor
7 Mayıs 2008 Çarşamba

Rıfat KARAKÖY

Tarih 5 Mart 2008 Çarşamba, tüm Fenerbahçeliler ve spor severlerin hatırladığı gibi Fenerbahçe, Şampiyonlar Ligi 2. turu ikinci maçında Sevilla ile İspanya'da karşı karşıya geliyor. 2-0 geriye düştüğü maçı oyundan kopmayarak uzatmaya götürecek skorla bitirmeyi başarıyor. Uzatmalardan da bir sonuç çıkmayınca maç penaltılara gidiyor ve penaltılar sonucunda Fenerbahçe iki senedir üst üste UEFA Kupasını müzesine götüren Sevilla'yı mağlup edip adını Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finale yazdırmayı başarıyor.

Bu büyük zaferden sonraki gün bu zaferin verdiği keyifle gazeteleri okurken, gazete ve bazı köşe yazılarındaki şu ifadeler takılmıştı gözüme:

 

"Zico tarih yazıyor"

"Zico'nun kendinden emin tavrı futbolcularına güç verdi"

"Stajyerlikten, ustalığa"

"Milan Zico için ısrarcı"

 

Bu ve bunun gibi değişik puntolarda atılan onlarca başlık ve köşe yazarlarının kullandığı onlarca övgü dolu ifadelerle doluydu 6 Mart 2008 Perşembe gününün spor basını.

Sevilla zaferinden yaklaşık bir buçuk ay geçti. Fenerbahçe, 21 Mayıs'ta Moskova'da final oynayacak olan Chelsea'yle eşleyip bu takıma elendi, ligde çeşitli puan kayıplarına maruz kaldı

Ve tarih 27 Mart 2008 Pazar; ligde şampiyonluk düğümünü büyük ölçüte çözecek, Şampiyonlar Ligi ve Uefa Kupası'na kimin gideceğini hemen hemen netleştirecek olan Galatasaray-Fenerbahçe maçı oynanıyor. Ali Sami Yen Stadın'daki maçta Fenerbahçe, ezeli rakibi Galatasaray'a 1-0 mağlup olup bitime 2 hafta kala Galatasaray'ın 3 puan gerisine düşüp şampiyonluk yolunda çok büyük bir yara alıyor.

Ertesi gün gazeteleri elime aldığımda yine bazı gazetelerin başlıkları ve bazı köşe yazılarında yer alan çeşitli ifadeler çarpıyor gözüme:

"Zico'nun kaderi sezon sonuna kaldı"

"Arthur Zico heran gidebilir"

"Zico satranç değil, dama bile oynayamıyor"

"Zico sahaya bakmıyor bile"

"Stajyer hoca Zico"

 

5 Mart Sevilla Zaferi'nden yaklaşık 50 gün geçmişti ve spor basını bu 50 gün içerisinde 180 derece dönmüştü. Türk Futbolu'nu hiç bilmeyip bu iki maçtan sonraki gazeteleri okuyan bir insan "acaba 2 ayrı Zico mu var?" diye sorardı herhalde kendi kendine.

Ülkemizde her zaman, her şeyin aşırısı vardır. Bir insan başarılı olduğu zaman onu kral yaparlar, başarısız olduğunda ise yerin dibine sokarlar. Sırf basın değil taraftarda böyle. 50 gün önce kazanılan Sevilla zaferinden sonra izdiham yüzünden Samandıra Tesisleri'nden içeriye giremeyen futbolcular, 50 gün sonra Galatasaray maçının ardından “acaba dayak yer miyiz?” korkusuyla bu kez tesislerden dışarı çıkamıyorlar.

Bir adam başarılıyken "usta", başarısızken "stajyer" oluyor. Başarılıyken "dünyanın en büyük takımlarından Milan onun için ısrarcı" olurken başarısız olduğunda değil Milan; Fenerbahçe bile onu sezon sonu istemiyor. Başarılıyken "Tarih yazıp, kendinden emin tavırlarıyla etrafına güven verirken", başarısız olduğunda bırakın takım yönetmeyi "dama bile oynayamıyor." Bir yerde başarı olması için orada istikrar olması şarttır. Ülkemiz ise bırakın istikrarı, bir sürü tezatlıkla dolu. Belki de bu yüzden spor programlarında hala futbol değil de masa başı olaylar konuşuluyor. Belki de bu yüzden büyük futbolcular ülkemizi tercih etmeyip, ligimizde yer alan kaliteli futbolcularda futbolun yalnızca bir eğlence olarak görüldüğü Avrupa'ya gitmek için can atıyorlar. Belki de bu yüzden İngiliz, İtalyan, İspanyol takımları bu kadar başarılı olurken bizim asırlık takımlarımız hala yerlerinde saymaya devam ediyorlar.

Belki de bu yüzden.. belki de bu yüzden..