Jozi Levi ile Türkiye’de Brezilya

Müzik öyle tutkulu bir sevgilidir ki, ne yaparsanız yapın sizi terk etmez. Ayrı kalsanız bile bir araya geldiğinizde araya giren zamanın özlemiyle sizi daha sıkı sarar. İşte bundan sonra da kimse tutamaz sizi, tıpkı Jozi Levi’yi tutamadığı gibi…

Sanat
6 Mart 2008 Perşembe

 Rina ALTARAS

Bütün çalışan kadınlar gibi benim de Cumartesi günlerim hafta arası yapamadığım alışverişleri yapmak, şu sıralar çalışma saatlerimin gecelere kayması sebebiyle karşılaşma fırsatını bulamadığım arkadaş ve dostlarımı görmek, doğal olarak bu tempoda spora da zaman kalmadığı için sabahları boğaz kıyısında yürüyüş yaparak geçiyor… Bu Cumartesi, Ortaköy-Bebek- Arnavutköy güzergahındaki yürüyüş parkurunun ardından soluğu sevgili Elif ve Şerif’in Reasürans Pasajı’ndaki evimiz niyetine oturup, yiyip, içtiğimiz ve tabii ki sohbet ettiğimiz İyis Cafe’sinde aldım. Bir süre pencereden gelip geçenleri seyrettikten sonra, kendimi İyis’ten iki dükkan sonra yer alan Sami Ovadya’nın “Groove”unda CD karıştırırken buldum. O esnada Sami bir müşteriye bir pikap hakkında bilgi veriyor, müşteri “plakların tozunu almak vs. uzun iş, üşeniyorum” gibi laflar edince de “ya bu işin keyfi bu” diyor Sami. Müşteri teşekkür edip, çıkıyor ve bende o zaman şimşekler çakıyor. Bence bu o ve o esnada telefonum çalıyor. Bingo! Telefonda bu haftaki röportaj konuğum. Dışarı çıkıp bakıyorum, telefonda konuşan var mı diye. Evet var. Az önce Sami’nin dükkanındaki müşteri. Ona geriye dönüp bakmasını söylüyorum ve iki saniye sonra İyis Cafe’de karşımda yeni bir yüz var sohbet etmek, daha yakından tanımak ve tanıtmak üzere: Perküsyonist Jozi Levi…

Müzikle tanışma, ilk adımlar ve Mösyö Franko

Brezilya müziği tutkunu Jozi Levi her çocuk gibi müziğe ailesinin teşvikiyle yedi yaşlarında piyanoyla başladı. Her ne kadar önceleri piyanosu olmadıysa da, deneme süresini başarıyla tamamlayınca ilk enstrümanı ve ilk piyanosu eve gelir. 12 yaşında Cem ve Necmettin Mansur’un da hocası olan Mösyö Franko vefat edince, yeri doldurulamayacak bir iz bırakmıştır çocuklarda. Her ne kadar ailesi küçük Jozi’ye Macar Madam Zipkin’i bulduysa da Jozi hem eski hocasının özlemine hem de Madam’ın çok da pedagojik sayılamayacak eğitim-öğretim şekline uyum sağlayamayınca havlu attı. O sıralar 68 yıllarıdır, pop ve rock müziğin dorukları yaşanmaktadır. Jozi’nin çaldığı klasik piyanonun ise bu müzikte yeri yoktur. Kendine bir alan yaratabilmek adına Levi bir org alır. Aynı dönemde Santana, Latin ritimlerini harmanlayarak ortaya çıkar; Jozi’nin kalbi artık bu ritimler için atmaya başlar ve klavyenin yanı sıra perküsyona da merak salar.

Pandeiro nasıl çalınır?

Perküsyon kariyerine bongoyla otodidakt olarak başlayan Jozi Levi, 15 yaşında Sergio Mendez’in orkestrası ve Brezilya müziği ile tanışınca günümüze kadar uzanan bir aşk hikayesi başlamış oldu. Ancak o zamanların en önemli sorunundan Jozi de muzdariptir. Bu ritimleri çalmak için ne ilgili aletler Türkiye’de vardır, ne de bunları çalmasını öğretecekler… Üniversite’ye elektrik elektronik  mühendisliği okumak üzere Londra’ya gittiğinde Jozi Levi Türkiye’de göremediği ve bulamadığı enstrümanlarla tanıştı. Bunlardan biri de bir Brezilya tefi olan “pandeiro” idi. Başlarda kendi kendine çalmaya çalıştıysa da bir konser sonrası bu aletin babalarından olan Cyro Battista’yı kuliste sıkıştırdı ve tam beş dakika süren bir ders aldı. Bu dersten sonra odasına kapanıp aylarca çalıştı ve gerçekten öğrendi. Jozi Levi 80’li yılların ortasında Türkiye’de pandeiro çalabilen ilk ve tek perküsyoncu oldu; bu on sene kadar sürdü.

Ayrılıkla gelen özlemin sonucu: profesyonellik

Araya evliliğin girmesiyle Jozi Levi’nin hayatında 12 sene kadar süren müziksiz bir dönem oldu. Ancak eski aile dostu Uğur Yücel’in yeter artık demesiyle o günler de geride kaldı ve Jozi Levi profesyonel müzik yaşamına adımını attı. Türkiye’nin en çok iş yapan prodüksiyonu olan Sezen Aksu&Uğur Yücel Show’da bir yıl boyunca her gece çaldı, turnelere çıktı. İlerleyen yıllarda Passaporte Latino’yu kurdu. Birlikte aldıkları 6 yıllık yolun sonucunda bir albüm çıkardılar. Bu arada Levi, şimdiye kadar tanıdığım cemaatimizin tüm müzisyenleri gibi profesyonel olmakla birlikte amatör, çünkü hayatını müzikten kazanmıyor. Babasıyla yürüttüğü yedek parça işinin yanı sıra son üç yıldır iletişim sektöründe ve çizgi altı işler yapan bir reklam ajansının da ortağı.

Bir okul ve bir proje: Batebumbo

Passaporte Latino dağıldıktan bir süre sonra Jozi, Batebumbo’yu kurdu ve halen çalışmalarını onunla sürdürüyor. Levi Tünel’deki atölyesinde verdiği derslerden yetenekli öğrencilerini seçerek oluşturdu Batebumbo’yu. Önceleri 7-8 kişi olan bu ekip, şimdilerde 18 kişi. Yapılan müzik ise otantik Rio Karnavalı’na has bir müzik… Jozi Levi o kadar heyecan ve şevk ile anlatıyor ki, bu okulu ve yaptıkları müziği, insanın neredeyse İstanbul’da da bir Samba Okulu var diyesi geliyor. Levi’nin bu müziği tanıtmak ve öğretmek için çabaları kayda değer. İşi, enstrümanların Türkiye’de bulunmaması sebebiyle enstrüman ithalatına kadar götürmüş, iş yapmak amacıyla değil, çalmak isteyenlerin enstrümana başka türlü ulaşma  şansı olmamasından… Batebumbo yepyeni bir projeyle  7 Mart Cuma akşamı Ghetto’da ilk defa seyirci karşısında olacak. Jozi, Batebumbo’yu sahneye taşımak istediğini söylerken bunun sadece vurmalılarla olamayacağının farkında. Bu sebeple en iyi perküsyonculardan oluşan bir çekirdek kadroyu saklayıp, üstüne bas, gitar, iki trompet, klavye, bir çello ve bir keman ekledi bu proje için. Bu ekiple Levi, Brezilyalıların MPB dedikleri (Musica Populare Brasilera) müziği yapmayı hedefliyor. Bu müzik 55-60’lı yıllarda ağır Brezilya-Latin ritimleri ve Jazz ezgilerinin harmanlanmasıyla ortaya çıkan ve günümüze kadar  hayatta kalmayı başaran bir tür. Ghetto’daki konserde dinleyicileri güzel sürprizler bekliyor, Rio Karnavalı havasını İstanbul’da koklamak, dans etmek,  şarkı söylemek, kısaca eğlenmek istiyorsanız kaçırmayın derim.

Eğer siz de bu müzikle tanışmak ve çalmak istiyorsanız Jozi Levi’ye [email protected] adresinden ulaşabilir, verdiği derslerle ilgili bilgi alabilir ve Batebumbo’nun bir parçası olabilirsiniz.