Altın Palmiyeli filmler-2

Korona virüsü salgını yüzünden ertelenmeseydi, Cannes Film Festivali içinde bulunduğumuz günlerde 73. yaşını kutlayacaktı. Mayıs ayına damgasını vuran bu festivalin son beş yılda Altın Palmiye Ödülünü kazanan filmlerini geçen haftaki yazımda hatırlatmıştım. Bu yazıda 2010 - 2014 yıllarının Altın Palmiyeli filmleri arasında bir geziye çıkacağız.

Viktor APALAÇİ Sanat
20 Mayıs 2020 Çarşamba

2014 - Kış Uykusu

Türk sinemasının yetiştirdiği en büyük yönetmen olan Nuri Bilge Ceylan, Cannes’da iki kez Jüri Büyük Ödülü ve bir kez En İyi Yönetmen Ödülünü kazandıktan sonra ‘Kış Uykusu’ile nihayet Altın Palmiye’ye ulaştı. Uzun ve zekice yazılmış diyaloglara dayanan, aile içi hesaplaşma öyküsü olarak özetlenebilecek ‘Kış Uykusu’ Ceylan’ın kariyerindeki entelektüel düzeyi en yüksek filmi.

Bir tiyatro aktörünün Kapadokya’da babadan kalma bir oteli işletmeye başlamasını, karısı ve kocasından yeni boşanmış ablası ile taşra hayatını seçmesini anlatan film, bu üç kişinin yalnızlığı üzerine bir destana dönüşüyor. Filmde o güne kadar dile getirilememiş gerçekler, geç kalmış aile içi hesaplaşmalar, yabancılaşma teması etrafında ustalıkla işleniyor.

Ebru ve Nuri Bilge Ceylan’ın mükemmel karakter tahlilleri barındıran, bizleri, insan ruhunun karanlık labirentlerine keyifli bir yolculuğa çıkaran senaryosunu Nuri Bilge Ceylan, filmin üç saat 14 dakikalık süresinde, hiç düşmeyen bir ritim ve gerilim temposu içinde işliyor.

 

2013 - Mavi En Güzel Renktir/La Vie d’Adéle

Konusunu bir çizgi romandan alan ‘La Vie d’Adéle’in Altın Palmiye Ödülünün başarısına, o yılki jüri, iki başrol oyuncusu Léa Seydoux ile Adéle Exarchopoulos’nun katkısı olduğunun  altını çizerek belirtmişti. Bir evrensel aşk öyküsü anlatan, Abdellatif Kechiche’in filmi, adını iki kadın kahramanından birinin saçını maviye boyamasından alıyor. Lezbiyen ilişkinin şimdiye kadar sinemada gizli kalmış cinsel yüzünü cesurca sergileyen film, porno ile sanat eseri arasındaki dengeyi korumada başarılı.

Orta direk bir ailenin kızı, lise talebesi Adéle ile sanat öğrencisi Emma’nın tutkulu aşk ilişkisini film duygusal bir tonda anlatıyor. Toy ve tecrübesiz Adéle ile kendisinden yaşça büyük, deneyimli, açık fikirli ve özgür ruhlu Emma’nın aşkı, genç kızın bir ihaneti ve partnerinin kararlılığı ile hüsranla neticelenir.

 

2012 - Aşk / Amour

‘Beyaz Bant’tan üç yıl sonra ‘Amour’ile ikinci Altın Palmiye’sini kazanan Avusturyalı Michael Haneke, Cannes’ın ‘Çifte Altın Palmiyeli Yönetmenler Kulübü’nün sekiz üyesinden biri oldu. 80’li yaşlarını sürdüren emekli müzik öğretmeni bir çiftin ölüm karşısındaki tutumlarını mercek altına alan ‘Amour’, sinema tarihine yaşlılık üzerine yapılmış en güzel filmlerden biri olarak geçecek.

Beyin kanaması geçiren yaşlı kadın ile onu hayatta tutmaya çalışan kocası arasındaki derin aşk, ciddi bir imtihan verirken, piyanist olan kızları (İsabelle Huppert), babasının bu zorlu  süreçte çökmekte olduğunu göremez. Haneke izleyicisine, “ölüme yaklaşma süreci ancak bu kadar gerçekçi ve etkileyici bir şekilde perdeye aksettirilebilir” dedirtiyor.

Olağanüstü üç oyuncunun teatral performanslarıyla nefes nefese izlenen filme, jüri Altın Palmiye Ödülü’nü verirken, Cannes tarihinde ilk kez iki oyuncuyu, Jean Louis Trintignant ile Emmanuelle Riva’yı bu ödüle ortak etti.

 

2011 - Hayat Ağacı

Sinema tarihinin en gizemli ve esrarengiz yönetmeni Terrence Malick, kariyerinin beşinci filmi ‘The Tree of Life’ile kazandığı Altın Palmiye ile Cannes’da eleştirmenleri ikiye bölmüştü. Dini referanslar taşıyan, İncil öğretilerinden beslenen, felsefi içerikli, doğumu, ölümü, hayatı ve varoluşumuzu sorgulayan senaryosuyla, Terrence Malick, bu filmle belki de en kişisel çalışmasına imza atıyor.

1950’li yıllarda Orta Batılı bir aileyi merkezine alan film, ailenin büyük oğlu Jack’in, çocukluk masumiyetinin kaybolmasından başlayarak buruk bir yetişkinlik evresine geçişini konu alıyor. Seçimlerimizi ve seçimlerin sonuçlarını sorgulayan bu sembol yüklü ve doğaya yakın film ile Terrence Malick, seçimlerimizin kaderimizi belirlediğini ileri sürüyor.

Başrollerini Brad Pitt, Sean Penn ve Jessica Chastain’in paylaştığı film başarısını biraz da, tablo güzelliğindeki fotoğraflarıyla, üç Oscar’lı Meksikalı görüntü yönetmeni Emmanuel Lubezki’ye ve nefis müzik partisyonuyla iki Oscar’lı Fransız Alexandre Desplat’ya borçlu.


2010 - Uncle Boonmee

Tam adı ‘Uncle Boonmee Who Can Recall His Past Lives’olan film bizde ‘Amcam Öteki Hayatlarını Anlatıyor’ başlığı ile vizyona girmişti. Taylandlı Apichatpone Weerasethakuladlı (söylenmesi zor),  bir sanatçının senaryosunu yazıp yönettiği film, Cannes Film Festivali tarihinin son 30 yılının en kötü, en talihsiz iki Altın Palmiye Ödüllerinden birinin sahibi.

Böbrek yetmezliğinden ötürü son günlerini tarla evinde ailesiyle geçiren Boonmee’nin hikâyesine odaklanan film, Tayland’ın tarihine, siyasetine, mistik olaylar aracılığıyla değiniyor. Bu reenkarnasyon, Budizm ve fantastik öğelerle yüklü, boğucu atmosferli filmi derin bir iç sıkıntısıyla izlediğimi hatırlıyorum.

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün