“Bugün soruları yaşa, sana verilemeyecek cevapları arama…”

‘Kontrollü sosyal hayat’ sloganıyla Türkiye yavaş yavaş sokağa çıkmaya başlıyor. Evde geçen haftaların ardından, aile ilişkilerimiz, kadının rolü, sorumluluklarımız ve beklentilerimiz tamamen değişti… Bu değişiklikleri Psikolog Leyla Navaro ile konuştuk. Navaro, hayatımıza yeni giren belirsizliklerin hayatımıza ciddi bir darbe yarattığını vurguladı.

Elif ULUĞ Söyleşi
13 Mayıs 2020 Çarşamba

Açıklamalardan sonra sokaklar hareketlendi. Tabi bilemiyoruz, bu iyi midir kötü müdür; zaman gösterecek. Çok değişik bir süreç yaşıyoruz. İşleri, özellikle çalışan kadınlar olarak işlerimizi havale ederek yürüten insanlardık. Sabah çıkmadan her şeyimizi organize ediyorduk; sabahleyin yapılacaklar, akşam gidilecek yerler, giyilecekler… Bunların hepsi sanki bir rüyanın bitişi, rüyadan uyandık! Her şeyimizi kendimiz yapmak durumundayız; sadece kendi kendimize yardım edebilecek durumdayız. İşimiz dışarıda çalışırken de çoktu ama neredeyse 3-4 katına çıkmış gibi sanki. Evlerimizde çalışıyoruz, bir kapı çalıyor, bir taraftan telefonu çalıyor, bir taraftan kapıdan birisi kargo getiriyor. Karmakarışık olmuş durumdayız. Siz, çalışan kadınlar çalışmayan kadınlar açısından genel bir çerçeve çizebilir misiniz?
Evin içine kapandık, herkes için esas mekân ev oldu. Evin sorumluluğu zaten çoğunlukla kadınların sırtındaydı. Evde kalan kadın zaten zor yaşıyordu, bu süreçte işleri daha da zorlaştı.  Çünkü daha çok yemek yeniyor, daha çok iş var, çocuklar evde ve artık okula gitmiyorlar. Eşi işe gidiyordu, ev alanı kendine aitti ama şimdi bütün o alan işgal edilmiş durumda. Merkezi idare etmek, evi idare etmenin dışında fiziksel gerçekten zihinsel ve ruhsal olarak çok yıpranma var. 
Buna zihinsel yükü de eklemek lazım; neler yapacağını sürekli düşünmek zorunda; şunu yapacağım, bunu yapacağım, zihinsel yük çok çok fazlalaştı. Çalışan kadınların aynı şekilde... Erkeklerin bir veya iki rolü vardır; aile babasıdır belki evlattır. Kadınlar ise ev kadını, anne, çalışan kadın, eşinin bütün aile yükünü taşır. Erkeklerde ise yoksunluk ve esirgenmişlik duygusu çok fazla.

Aile içi şiddet arttı mı?

Aile içi şiddet azaldı deniliyor ama yaklaşık yüzde 30 daha arttığını düşünüyoruz. Çocuklara ve kadınlara yönelik şiddet tırmandı. ‘Frustration’ yani yoksunluk, sokağa çıkamama, istediğini yapan erkeğin kısıtlanmışlığı, yoksunluk duygusunu artırıyor ve bu konular hızla öfkeye, şiddete dönüşüyor.

Günlük kazancıyla yaşayabilen insanlar vardı, bunların hepsi maalesef işsiz insanlar oldu. Bu insanlar evlerine gittiklerinde nasıl bir duygu ile ailelerine davranıyorlar öğrenmek ve bilmek dahi istemiyorum.
Maalesef aynen öyle… Çoğunlukla kadınlar çok ağır etkileniyorlar. Kadın hakları konusunda da iyice bir gerileme yaşanıyor. Kızım İngiltere’de akademisyen. Oradan öğrendim; kadın akademisyenlerin makale yetiştirmeleri çok çok ketlenmiş. Gerçekten mesela benim üç makalem bekleniyor akademik düzeyde ama yazamıyorum. Çünkü yüküm o kadar çok ki hangi birini yapacağım, hangisini öne alacağımı bilemiyorum? İnsanın ilhamı da zamanı da uçuyor, zaman yetişmiyor. Yazmak için gereken o konsantre zaman gerçekten uçuyor, o nedenle bu kriz kadınları çok çok fena vurdu. Erkeklerin de para kazanma kaygısı, işini kaybetme korkusu, işini kotaramama, yanında çalışanların maaşlarını ödeyememe gibi binlerce kaybı var.

“OSMANLI TOKADINI YEDİK”

Bütün dünya ciddi bir ‘belirsizlik duygusu’ içinde. COVID nasıl tedavi edilecek, bunun içinden ne zaman ve nasıl çıkılacak? Duygusal olarak belirsizlik duygusundan çıkabilecek miyiz?
Belirsizlik aslında çok zor yaşanan bir durumdur. Çünkü özellikle her şeyi belirlemekle yaşanan şimdiki hayata çok ciddi bir darbe oldu. Hiçbir şey bilmiyoruz bu da bir güçsüzlük duygusu, kontrol kaybı veriyor. Burada kontrolü elinde tutmak imkânsız, çok kaygı üreten, endişeyi çok yukarı çeken bir durum. Ancak belirli olması aslında bir ‘illüzyondu’ ve bu bir Osmanlı tokadı gibi yüzümüze patladı. Bunun bizi bir şekilde kendimize getireceğini düşünüyorum. Sonra fark ettim ki belirsizlik bana çok tanıdık geliyor çünkü ailecek tekneci bir aileyiz, denizciyiz. Tekneye bindiğiniz zaman belirsizlikle yaşamaya başlarsınız, hiçbir zaman kimseye dört gün sonra şurada olacağız diyemezsiniz, geniş zamanda yaşamak ve konuşmak zorundasınız; ‘geliriz, yaparız vb.’ havaya, akıntıya bağlıdır her şey… Bir kasırga çıksa bir koya girersiniz, orada iki - üç gün kalmak zorunda kalırsınız; tekne ekonomisi yaparsınız, teknede ne varsa onu yersiniz, tutumlu bir şekilde kaç kere bunlardan geçtik, dolayısıyla hayatın aslında öyle olduğunu anlamamız gerekir. Biz bütün bu olanaklarla, tüm beklentilerimiz gerçekleşir ilizyonu’yla yaşamaya alıştık. Bu olay bizi kendimize getirdi. Teknede yaşaya yaşaya üç aydan fazla plan, proje yapmamayı çok iyi öğrendim.

“DAR GELİRLİLER ÜST GELİR GRUBUNDAN ÇOK DAHA DAYANIKLI”

Türkiye ile Avrupa ülkeleri ve ABD’yi karşılaştırdığınızda neler gözlemlediniz?
Gelir düzeyi arttıkça belirlilik sanki daha da artıyormuş gibi görünüyordu oysaki gelir düzeyi daha aşağılarda olan insanlar için belirsizlikle yaşamak zaten günlük bir olay. Avrupa’da yaşayan akademisyen bir ahbabım Avrupalıların pandemi sürecinde çok şaşırdıklarını, kızdıklarını, bozulduklarını anlattı. Hâlbuki biz o kadar alışmışız ki Türkiye’de belirsizlikle yaşamaya; biz bu konuda idmanlıyız, kas geliştirdik, belirsizlikle ülke olarak toplum olarak yaşamayı iyi biliyoruz. 

Bizim ülkemizde bütün kadınlar, en gencinden en tecrübelisine kadar, unla uğraşır, ekmek yapar, börek yapar. Bunlar çok büyük erdemler, meziyetler ve bizim pratik zekâmız çok gelişmiştir.

Evet, haklısınız, her şeyin dümdüz yürümesine o kadar alışık ki konfor alanları gelişmiş ülkeler bayağı sınıfta kaldılar, sağlık konularında da sınıfta kaldılar. Fransa, İngiltere, İtalya, İspanya, ABD krizi hiç yönetemediler. 

Sağlık politikaları yok, var olan sistem sağlık kapitalizme dönüşmüş, insanlar sokaklarda kaldı… Hayretler içindeyim! Bildiğimiz her şeyi aslında çok da iyi bilmiyormuşuz dedirtti. 



“Take it for granted…” dediğimiz şeylerin hepsi altüst oldu.

Çocuklar ve gençler için uzaktan eğitim başladı. Hayretler içinde kalıyorum! Kızı anaokuluna giden arkadaşım var, internetten dil eğitimi yapılıyor; İngilizce öğretiliyor… İş artık buralarda! Nasıl bakıyorsunuz çocuklara ve gençlerin bu süreçteki durumlarına?
Dar yerlerde oturan çocuklar için çok çok çok zor. Onlar için eğitim çok zor, anne - baba tarafından epeyce sözel ve fiziksel şiddet görebiliyorlar, çok sıkılıyorlar, mekânları çok dar. İşin öte yanında çocuklar çok esnektir aslında, çabuk adapte olurlar yeni durumlara. Gözlemlediğim kadarıyla anne - babası mesela çok çalışan, ev dışında devamlı toplantıları olan, seyahatlere giden ailelerin çocukları şimdi anne - babalarını evde görmekten çok memnunlar. Benim de oğlum ve iki küçük çocuğu evde çok memnunlar; anne - babalar çok daha dikkatli ve özenli davranıyor, çocuklarla birebir geçirilen zamanlar onlar için çok değerli.

Haklısınız, bizim evimizde de öyle oldu gerçekten. Biz de çocuklarımıza, kendimize zaman ayırmayı özlemişiz. İnsanın kendisiyle baş başa kalabilmesi şansını kaybetmiştik, onu da bulduk. İnsan kendi kendine de yalnız kalamıyor,  öyle bir koşturma, öyle bir karmaşa… Korkunç bir şeydi açıkçası! Şahsen iyi geldiğini düşünüyorum.
‘Evde kal’ sloganıyla birlikte, evde otururken herkes iç dünyasına, iç evine dönmek zorunda kaldı. Türlü koşuşturmayla kendimizden kaçtığımız bir dünyadan, içimize dönmek zorunda kaldığımız bir dünyaya döndük. İyi tarafları olduğunu düşünüyorum, inşallah olumluya çevirebilecek yararları olduğuna inanıyorum. Şükürler olsun ki sağlık sorunum olmadığı sürece bu süreci iyi yaşıyorum, ailem ve çocuklar… Çünkü gerçekten insana geride bıraktığınız gaileleri bitirme düşünme, daha fazla evin içine dönme, kendi içimizde dönme gibi iyi bir imkân veriyor.  

Doğanın yakasından düştük, denizlerimizde de dünya denizlerinde de yunuslar daha sık görülmeye başlandı, hava sanki daha temiz.

Doğanın ne kadar cömert ve hemen doğruyu gösterdiğini fark ediyor, bunların inşallah iyiye kullanılacağını umut ediyorum. İnşallah çıktığında insanlar yine çılgınlar gibi eski alışkanlıklara çabucak dönmez. Mesela ben bu dönemi gerçekten şefkatle anacağım.

“YUVAL HARARİ ALGORİTMALARIN GÜCÜNE DİKKAT ÇEKİYOR”

Bu süreçte sanki haddinden fazla gözlemlenmeye, yönetilmeye başladık ne dersiniz?

Bence algoritmalara çok takılacağız, takip edilmeye çok. Hepimiz internette haddinden fazla zaman geçiriyoruz, bu daha da çok artacak. Her şeyimizin kontrol edilmesi çok ürkütücü, faşizan kontrolcü baskıcı güçlerin eline geçebilir tüm bilgiler. Yuval Harari’nin paylaşımlarında algoritmaların giderek daha çok kontrol edeceği uyarıları zaten var. 
‘Home office’ dediğimiz durumlar internet üzerinden sağlık sorunlarının giderilmesi devam edecek muhtemelen günlük hayatımıza da çok girmiş olacak. Ben de seanslarımı internet üzerinden yapıyorum, kolaylıkları çok ama sadece internet üzerinden ‘focus’ etmekle insanları birebir yüz yüze dokunamamak o kadar sağlıklı değil.
Biz Akdenizliyiz, dokunmamız lazım, sarılmamız lazım. Onu yerine neyi koyabiliriz bilmiyorum?

Evet, çok yalıtılmış bir hayata doğru gidiyoruz; temassız ve yalıtılmış. Reiner Maria Rilke’nin bir şiiri vardır; “Bugün soruları yaşa, sana verilemeyecek cevapları arama, çünkü onları kimse bilemez… Şimdi soruları yaşamanın zamanı ileride muhtemelen kendini cevabın içinde bulacaksın” der.

O zaman kendimiz cevapların içinde bulacağımız bir sürece doğru gidiyoruz...