Türkiye’de Holokost bilinci var mı?

Uluslararası Holokost Anma Birliği’nin gözlemci ülkelerinden de biri olan Türkiye’de, pek çok üniversitede tarih bölümleri bulunmasına rağmen insanlık tarihinin bu en korkunç dramı hakkında herhangi bir eğitimin neden verilmiyor olduğunu, 
sorgulamak gereklidir.

Dünya
22 Ocak 2020 Çarşamba

Merve Çakır Gök

‘Şurada otlayan sürüleri düşünün. Dünün ya da bugünün anlamını bilmiyorlar’ diye başlar Nietzsche ‘Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Yararsızlığı’ adlı denemesine1. Bu otlak hayvanları hiç şüphesiz zamanın yaratıklarıdırlar, peki ya tarih için de öyle midirler? Ya da deneyimlediklerinin hiç kaydını tutmayan, zamana dair bütün algıları, gün doğumu - gün batımı, ayın evreleri ve mevsim döngülerinden müteşekkil olan bir topluluk düşünün. Elbette zamanın farkındadırlar, ama tarihin de farkında mıdırlar? Bunu belirleyecek olan tarihsel kayıtlardır. Tarihsel kayıtlar olmadığında, bir geçmiş algısı da olamayacağı için bu toplulukların tarihleri de, tarihsellikleri de olmayacaktır2. Bu durumda bizi, Nietzsche’nin otlak hayvanlarından ayıracak olan, tarihsel bir hafıza oluşturup ona sahip çıkmak olacaktır.

Bu hafızanın oluşturulmasında tarihçilerin araştırmaları, televizyon programları, tarihsel kurgularla yapımlanmış sinema filmleri, radyo yayınları ve kitaplar etkili olacak ve maruz kalınan bilgi akışı; belleği, merak, acıma, öfkelenme, üzülme, hayranlık duyma gibi duygularla şekillendirmemize olanak sağlayacaktır. Çünkü görüşlerimiz ve anılarımız, bizi duygularımızın şiddeti kadar çekemez geçmişe. Ve böylece geçmiş bilinci, anı ve deneyimler ile bu deneyimlerin kişinin duygu dünyasında oluşturduğu özgün imgelerden beslenir.

Ancak kitleselleşmiş tarih, yani kamusal tarih için aynını söyleyebilmek pek kolay mümkün değildir. Çünkü toplumun tarihsel hesabını oluşturan, pek sıklıkla kamusal deneyim ve duygulanımlar değil; siyasetçilerin, siyaset yazarlarının, eğitimcilerin, kanaat önderlerinin ve vaizlerin bıraktığı izdüşümleridir.

Bu kişiler, ne yazık ki daha fazla tarihsel bilgiye erişmiş olup olmadıklarına bakılmaksızın (ki genelde daha iyisi değildirler) kamusal ‘hayır’ uğruna toplum için ‘en iyisini’ seçer ve topluma onu sunarlar. İşte tam da bu noktada Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin vicdanlı bireyleri olarak, Yahudi vatandaşlarımızı ilgilendiren bir tarihsel ve sosyolojik yarayı, Türkiye’de Holokost farkındalığının eksikliği ve antisemitizmin -hâlâ nefes alan- mevcudiyetini sorgulamaya başlamamız gerekir.

Hakikati aramakla güdülenen, ve erişeceği verilerle hangi yerleşik kanıları sarsacağını düşünmeksizin çabalarını sürdürebilen vicdanlı bireylerin yapabileceği bir şeydir bu.

Uluslararası Holokost Anma Birliği’nin gözlemci ülkelerinden de biri olan Türkiye’de, pek çok Tarih Bölümü bulunmasına rağmen insanlık tarihinin bu en korkunç dramı hakkında herhangi bir eğitimin neden verilmiyor olduğunu, örneğin, sorgulamak gereklidir.

Tarihleri boyunca dostluk içinde birlikte yaşamış iki milletin ortak vatanı olan Türkiye’de, yapılan bir araştırmaya göre toplumun üçte biri Yahudi bir komşusu olmasını istemiyorsa eğer,3 bunu iki biçimde izah etmek mümkün olacaktır.

Bir; manipülatif yönlendirmelerle biçimlenmiş kamusal tarih bilincinin yaygın hâkimiyeti ile.

İki; Türkiye’de toplumun Yahudiler ve tarihleri boyunca yaşadıkları dramlardan özellikle de benzersiz felaket Holokost’tan bîhaber olmaları ile. Çünkü, her üç kişiden birini etkisi altına almış bu durum, kamusal tarih hesabının Yahudilerin aleyhine ‘birileri’ tarafından oluşturulup yönetildiği ve bu manipülatif yönlendirmelere karşın tarihsel gerçekliklerle toplumu tanıştırma hususunda da yapılan çalışmaların yetersiz olduğuna işaret eder.

Özellikle İsrail Devleti’nin kuruluşundan tam bir yıl sonra 1949’da Necip Fazıl’la başlayan Büyük Doğu akımı ve bu ideolojik akımın siyasal ayağı mahiyetinde 1972’de kurulan Erbakan’ın Milli Görüş hareketiyle güç kazanan siyasal İslam ve antisemitik retorik, işte bu bahsedilen kamusal tarih hesabını oluşturmada en azından toplumun yüzde 30,3’ünü etkisi altına almayı başaracak kadar etkili olmuştur ve yankıları hala sürmektedir.

15. yüzyılda Sultan II. Bayezid ile ve II. Dünya Savaşı döneminde Türk diplomatları ile Yahudilere kucak açan Anadolu’nun kamusal vicdanı, Yahudilere karşı nefret dili kullanan ve kitleleri bu saikle kışkırtan anti-laik ve irrasyonel bir mobilizasyona işte bu siyasetçiler ve vaizler marifeti ve onların kurgulanmış kamusal tarih hafızası sayesinde evrilebilmiştir.

Bu evrim, kamusal tarihi kontrol edenin, kamusal zihni de kontrol etme yolunda önemli bir adım attığının göstergesi olmuştur adeta.

Yapılması gereken ise, tarihsel hafızayı yeniden oluşturabilmek, öncelikle o bellekten bu manipülatif izleri silmek, ardından da yerini hakikatlerle ve sabırla nakşetmek olacaktır. Bugün her fırsatta Yahudileri günah keçisi ilan etmeye hevesli insanlar, o dehşet kamplarında katledilen milyonlarca masum insanın yaklaşık 2 milyonunun küçük çocuklardan müteşekkil olduğunu bilseler mesela, kendilerini bu denli gözü kör bir nefrete teslim ederler mi?

Ya da kampa geldiklerinin ilk günü SS’ler ‘65 yaş üstü ve hasta olanlar bir adım öne çıksın’ dediğinde, kendilerine acınacağını zannedip umutla adımlarını öne atan yaşlıların o an kurşuna dizildiklerini duysalar, yine de Yahudi bir komşuları olmasından rahatsız olurlar mı?

I. Dünya Savaşı’nda Almanya için savaşıp sakat kalmış Yahudilerin, gaz odalarının önünde üst üste yığılmış protez bacaklarını görseler, topluma hiç bir zararı dokunmadığı halde neden bu insanlardan nefret ediyoruz diye sorgularlar mı?

Yahut bilseler, başta Almanya olmak üzere tüm dünyanın kabul ettiği Holokost’u ‘Yahudiler İsrail’i kurabilmek için, kendileri yaptı’ deyip böylesi ucuz bir inkâra tevessül edebilirler mi?

Edemezler...

Toplumsal hafızalarda, kinle nefretle doldurulmuş fay kırıkları ufalanıp yok olmaya mahkûmdur, o kırıkları kinle, nefretle doldurup hasmane bir toplum yaratmak için çabalayanlara karşın mahkûmdur hem de.

Çok geç kalınmış olsa da Türkiye’de devlet eliyle ilk Holokost anması 2015 yılında gerçekleşti, umulur ki bu resmî bilinç toplumun geneline de yayılsın, eğitim kurumlarında ilköğretimden başlanarak Holokost’a yer verilsin, çocuklar daha küçük yaştan nefretin ve ötekileştirmenin ne denli kötü bir şey olduğunu, ve nasıl ölümcül sonuçları olabileceğini öğrenerek yetişsin, toplum 27 Ocak’ı daha iyi bilip anlayabilsin.

Ve dünya tarihi ‘bir daha asla’ böyle bir felakete sayfalarında yer vermesin.

Nefret ve husumet değil, sevgi ve kardeşlik kazansın...

* Tarih Araştırmacısı

1Friedrich Wilhelm Nietzsche, On the Use and Abuse of History for Life, pdfs.semanticscholar.org

2Michael Stanford, A Companion to the Study of History, 1994

3Türkiye’nin En Önemli Sorunları Ekonomi ve Terör, 15 Ocak 2020, salom.com.tr

 

 


Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün