Baskı ayrıcalıktır…

2019 US OPEN turnuvasının düzenlendiği Flushing Meadows içinde Arthur Ashe Merkez Kort Çıkışına şu ifadenin yazılı olduğu plakayı astılar.2019 US OPEN turnuvasının düzenlendiği Flushing Meadows içinde Arthur Ashe Merkez Kort Çıkışına şu ifadenin yazılı olduğu plakayı astılar. “Baskı ayrıcalıktır - onu hak edene gelir!”

Mete YAYLALI Spor
27 Kasım 2019 Çarşamba

Bu sözün sahibi ünlü Amerikalı tenis efsanesi Billie Jean King.

1943 Long Beach, Kaliforniya doğumlu sporcu tüm tenis kariyeri boyunca 12 tekler, 16 çiftler ve 11 karışık çiftler olmak üzere toplam 39 Grand Slam şampiyonluğu kazanmış, dünya 1 numara unvanını altı sezon boyunca taşımış özel bir sporcu. Özellikle bir Wimbledon efsanesi sayılabilir. Altı defa teklerde, on kez çiftlerde ve dört defa da karışık çiftlerde şampiyonluk kazandı. Bu bakımdan Wimbledon tarihinin en dinamik ve üretken sporcusu sayılır.

Billie Jean King dendiğinde mutlaka akla 1973 yılında Bobby Riggs ile yaptığı ve tarihe Cinsiyetlerin Savaşı olarak geçecek tenis maçı gelir. 30 yaşındaki Billie Jean, 55 yaşındaki Wimbledon eski şampiyonu Bobby Riggs maçını kazandıktan sonra şöyle der: “55 yaşındaki bir adamı yenmek benim için heyecan değildir. Bu maçı kazanmak istedim çünkü kaybetseydim kadın sporcular bir daha eşitlik imkânı bulamayabilirdi. Bu maç benim için heyecan değildi fakat gerçek heyecan bundan sonra çok daha fazla kadın sporcunun kortlarda boy gösterecek olmasıdır.”

Billie Jean King dendiğinde üniversitede tanıştığı Larry King ile evlenip sonra kadınlara ilgi duyduğunu fark edip boşanması, eşcinselliği, feministliği akla gelebilir. Fakat King’i sportif kariyeri dışında diğer tüm sporculardan ayıran başka özellikleri var.

Hayatı boyunca kadın hakları için mücadele etmiş, kadın sporcuların erkeklerle aynı oranda para ödülü alması gerektiğini savunmuş ve sonunda başarmış, Kadın Tenisçiler Birliği (WTA) kurulmasına öncülük yapmıştır. Diğer bir deyişle bugün dünyada kadın tenisi varsa Billie Jean King sayesinde vardır.

Doğumdaki adıyla Billie Jean Moffitt’in biyografisinde itfaiyeci bir baba ile ev kadını bir anne görülüyor ama ailenin üyeleri spora uzak değil. Anne yüzücü; baba ise basketbol, beysbol ve atletizm ile uğraşmış bütün gençliğinde. Küçük kardeş Randy ise 12 yıl boyunca ABD beysbol liginde oynamış bir profesyonel.

Kronolojik tarih pratiğimiz olmadığı için olayları değerlendirirken tarih boyutuna bakmıyoruz. Mesela Billie Jean 1943 yılında doğduğuna göre anne ve babasının sporculuk kariyerinin 1920-1930 sıralarında sürmüş olması gerekiyor. ABD’de beysbol tarihi 1860’lara uzanırken, amatör yüzme federasyonu kuruluş tarihi de 1888. Yani Billie Jean doğduğunda ABD spor tarihinde 80 yıl geride kalmış. Sportif birikim ve derinlikten kastedilen bu işte.

Tabii ailede bir beysbol geçmişi olunca Billie Jean de bu spora yönelmiş olmalı. Beysbol ve benzeri softbol’da çok başarılı oluyor ve on yaşında yıldızlar takımında oynuyor. Fakat beysbol ve softbol daha çok erkek sporu olduğu için Moffitt’ler Billie Jean için başka bir vurmalı top sporu(!) düşünüyor; herhalde o yıllarda tenis daha çok bir kız sporu olarak görülmüş. Belki Billie Jean’deki erkeksi yapı anne-babası tarafından fark edilmiş ve kadınlara özgü bir spor yaparsa kadın özellikleri kazanır diye düşünülmüş olabilir. Böylece 11 yaşındaki Billie Jean bir raket sporuna geçiş yapacak ve bu sporun tarihine geçecektir. Oyun tarzı olarak benimsediği file önüne atak, 11 yaş tenisçileri için görülmüş bir şey değildi. Genel oyun stratejisi geri çizgiden rakibi hataya zorlamak ve Billie Jean örneğinde de fileye geldiği her zaman arkasına lob atıp puana gitmektir. Fakat Billie Jean bu taktiği uygulayıp kazanan ve kendisiyle dalga geçenlere “bugün tamam ama 16 yaşında kimin kazanacağını göreceksiniz” diyordu.

Erkek gibi…

Gerçekten de 15 yaşında ülkenin en büyük turnuvalarından birinde şampiyon olup dikkatleri üzerine çekecekti. Agresif ve erkek gibi sert vuruşlarıyla, zor çıkarılan servisleriyle, hemen her fırsatta fileye koşup kortu kapatarak puanı bitirmesiyle artık kadın tenisinde yükselen bir yıldız vardır. Gazete manşetlerinde “Erkek gibi tenis oynuyor, erkek gibi konuşuyor” sözcükleri sık sık görülmeye başlar. “Her şey yolundaysa yemek en sevdiğim şeydir” diyen sporcu o yıllarda 1.67 m boyunda 63 kilo. Kısa kahverengi dalgalı saçları, erkek sporcuların moda olan saç bantlarına karşılık altın kolyesi, dikkat çekici mavi gözlükleri, çilleri ve buna karşılık sert erkeksi oyun tarzı ile tenis kortlarının sıra dışı bir karakteridir artık.

“Tenis çok güzel bir spor ama kulüp ortamından çıkmalısınız. Sosyal kulüplerde sporcu yetiştirilemez. Sizi oralarda ancak kulüp üyeleri takip eder, eğer kendileri oynamıyorsa. Hâlbuki halka açık kortlarda tenisi sevenler var, oynamasa da izleyenler olur. Sporcular, gazeteciler, teknik adamlar sizi izler. Kulüplere girebilmek için kulüp üyesi olmanız gerekir.”

Elbette bu sözleri söylediği 1960’larda sporcular bir kulübe üye olanlar ya da onların çocukları değil, yetenekli fakat maddi durumu yetersiz gençlerin halka açık tesislerde spor yaparak kendini kurtaracağı dönemlerdi. Bugün hâlâ Amerika’da parklarda halka açık tenis kortları bulunurken, ülkemizde kulüp ortamı dışında halkın tenis öğrenip oynayacağı kortları bulmak neredeyse imkânsızdır. Bu yüzden de birileri istediği kadar “Tenis zengin sporu değildir” palavrasını yutturmaya uğraşsın, ülkenin genelinde kortlara erişim ücretsiz ya da uygun bedel ile olmadıkça tenis zengin sporudur, bu yüzden de bizde gelişme imkânı bulamamaktadır.

Seyirci ile birlikte oynayan, seyircinin kendisini izlemesinden hoşlanan bir sporcudur.

“Tenis bir gösteri sporudur, seyircisi olmadan sporcu boş salona oynayan sahne sanatçısı gibidir. Sporcu seyircinin baskısını bütün vücudunda hissederse başarılı olur.”

İşte şimdi yazının başındaki ünlü sözüne geldik: Baskı ayrıcalıktır.

Bu sözü ilk duyduğumda pek bir anlam veremedim. Üstünde düşünülmesi ve içindeki mesajı bulmak gerekti.

“Baskı ayrıcalıktır” çünkü bu iki sözcüğün içinde bir “beklenti” var.

Yaptığınız iş ne olursa olsun, bir baskı hissettiğiniz sürece en iyiyi ortaya çıkarabilirsiniz. Sizden bir beklenti olduğunda omuzlarınızda baskı vardır. Beklenti yoksa baskı neden olsun ki?

Bu yüzden kaybedecek bir şeyi olmayan ile her şeyi kaybedecek olanın hissettiği baskı sonucu etkiler.

Bu yüzden turnuvalarda ilk turlarda sürpriz oyuncuların yıldızlara karşı galibiyetine rastlarız. Beklentinin getirdiği baskıyı yönetemeyen oyuncu yıldız da olsa bir çaylak karşısında zor anlar yaşayabilir.

İş yerlerinde ve elbette antrenmanlarda zor senaryoların altından nasıl kalkıldığının eğitimleri verilir.

Bir beklentinin olmadığı durumlarda baskı da yoktur ve ne ürettiğinizin de önemi olmayacaktır.

Bu yazı kaleme alınırken bile birçok kaynak taranıp, cümle cümle bir araya getiriliyor ve kolay okunacak bir yapıya yerleştiriliyor. Çünkü okuyucu baskısı var. Yazdığınız okunmalı, okunandan bir şeyler akılda kalmalı. Bu yüzden yazı yazılırken üzerinde saatler harcanıyor fakat bir kaç dakika bile sürmüyor okuması.

Billie Jean King işte bu beklentinin getirdiği baskıyı hatırlatıyor sporculara. Baskı ayrıcalıktır ve onu hak edene gelir. Yani sizden bir şey bekleniyorsa demek ki bunu hak ediyorsunuz. Baskı yoksa beklenti yoktur demek ki yanlış yoldasın.

Bilinen en sert ve en değerli mineral olan elmas, karbonun yer altında yüzlerce metre derinlikte uzun yıllar boyunca yüksek basınca maruz kalmasıyla oluşur.

Sporcu, beklentinin getirdiği baskıyı hissediyorsa ne mutlu ona! Demek ki hak ediyor.

Sentetik baskıdan başarı çıkartılamayacağını da şuraya yazalım dursun.

 

 

 

 

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün