Müellif Mehmet Berk Yaltırık ve ‘Balatlı Deli Haim’

Kırımlılar, tarih içinde ve günümüzde farklı siyasi olaylardan dolayı, coğrafi olarak ayrı düşmüş olsalar da, dünyanın neresinde olurlarsa olsun, farklı itikatlara mensup olsalar bile, birbirlerine karşı bir gönül bağıyla bağlıdır. Düşünce yapıları ve yaşadıkları coğrafyalarda elde ettikleri başarılarla her zaman, geniş toplum içinde parmakla gösterilen fark yaratmış kişiler olmuşlardır hangi sektörde, hangi düşünce yapısında olurlarsa olsunlar.

Perspektif
25 Eylül 2019 Çarşamba

Avraham Zafer İşcen

Değerli Kardeşim Mehmet Berk Yaltırık (Caltırıq) da böyle değerli Kırım kökenli bir kardeşim. Türk Edebiyat Dünyasına farklı bir soluk getirmiş, müstesna bir kişilik. Yaltırık olan soyadının kelime anlamı Kırım Lehçesinde Yaltırmaq veya Caltırmaq’tan gelir, parlamak demektir. Değerli Kardeşim de kendi uzmanlık alanında Kırımlı atalarından miras soyadı gibi parlamakta olan bir zattır.

Röportajımızla ilgili yazıya, Güzel Kırım’ın genelde kuzey tarafında söylenen Salgır adlı nehirle ilgili dostluğa ve yakınlığa vurgu yapan bir halk türküsü ile başlamak istiyorum.

Yavrum da Salgır’nın Boyu amannn öz tuvğanımnıñ da toyu,

Kefe’den, Keriç’ten, Cankoy’den kelir,

Özümniñ Aruv da Soyu…

 

Kendini tanıtır mısın? Nelerle uğraşıyorsun, hangi türlerde yazıyorsun?

Aslen tarihçiyim. Öykü yazarıyım. Bir süredir roman da yazmaya başladım. Kırım Haber Ajansının (QHA) editörlerindenim. Yazdıklarım genelde tarihi kurguya giren ancak halk inançları başta olmak üzere pek çok temadan esinlenerek oluşturulmuş fantastik-korku türünde hikâyeler oluyor. Bazen öykü malzemesi için yaptığım araştırmalar bazı makale ve inceleme yazılarına da dönüşebiliyor. Yerli korku edebiyatının hem mutfağında hem vitrininde yer almaya, okurları eski halk hikâyelerinin tadını çağrıştıracak kurgularla buluşturmaya çalışıyorum.

 

Yazdığın öykülerin birçoğunda eski İstanbul’u görüyoruz. İlham kaynakların arasında nasıl yer alıyor İstanbul?

Eski İstanbul, tarihindeki ve mevcut toplulukların kültürlerinden ötürü farklı bilgilere, yeni ilhamlara kapı aralamayı kaçınılmaz kılıyor. Çocukluğumda izlediğim bazı Yeşilçam filmlerinde ve dizilerde işittiğim değişik ağızlardan, kelimelere takılsam da kendini okutan Reşad Ekrem Koçu öykülerine, sokakta dolaşırken -artık sayıları azalsa da- köhnemiş evlerden nakışlı taştan abidelere yaşamımda yoğun bir etkisi var. Eski İstanbul’da yaşamadım, yazdıklarımda birebir eskinin İstanbul’unu da anlatmıyorum, ancak kâğıda döktüğüm hayallerde, ‘fantastik maceralarda’ dekor olarak arz-ı endam ediyor. Yazdığım öykülerin mühim bir kısmı Balkan coğrafyasında -eskinin Rumeli’si- geçiyorsa da modern ile geleneğin bir arada olduğu 1800’ler sonu ile 1900’ler başındaki İstanbul’u düşlemeyi, yazmayı seviyorum. Ağırlıklı olmasa da diğer dönemler ve bu dönemlerden izler de kendilerine öykülerimde yer buluyor. Kabadayılar, zaptiyeler, eski mahalleler ve mahalle tipleri, garip ve olağanüstü olay örgüleriyle görünüp kayboluyor. Zihnimde doğup öldükleri için gerçeklikle bir alakası yok ancak tuhaf düşler gibi gerçeklikten izler, siluetler taşıyorlar. Okuyan için eski İstanbul’u çağrıştırıyorsa, o hissi aktarabiliyorsam seviniyorum. Tarihin farklı dönemlerinde, coğrafyalarında geçen kurgularım da var ama dönüp dolaşıp yine buralara geliyorum.

 

Kurgularında Osmanlı toplumundaki farklı kültürlerin konuşmaları ve yaşayışlarıyla yer almaları dikkat çekiyor elbette. İlk romanın ‘Yedikuleli Mansur’da Balatlı Haim karakteri dikkatimi çekmişti. O da kabadayılar arasında geçiyordu. Bu karakterin ilham kaynağı neydi?

‘Yedikuleli Mansur’u yazarken kabadayılık tarihi üzerine araştırmalar yapıyordum. Pek incelenmemiş bir saha olduğundan her ipucunu takip edebilmek adına eğlence alt kültürlerinin tarihi, içki kültürü ve bunların dönüşümüne dair araştırmaları, hatıratları da okuyordum. İstanbul’un semtlerinin kendilerine has sakinleriyle anıldığını, kendi kabadayıları olduğunu okuyunca, farklı etnik gruplardan kabadayılar kurgusal olarak zihnimde oluşmaya başladı. Yahudi bir kabadayı hayal ettiğimde zihnim hemen -gerek Karagöz, Hacivat fasıllarından gerekse meşhur Çıfıt Çarşısından hareketle- Balat’ı çağrıştırdı. Ladino kökenli, bir ayağı Galata’da olan birisi canlandı. Balatlı Deli Haim bu şekilde ortaya çıktı.

 

Tarihin farklı dönemlerinden kurguların da olduğundan bahsettin. Hangi dönemleri kapsıyor? Mesela Hazarlarla ilgili bir kurgun var mı yayımlanmış yahut yayımlanacak çalışmaların arasında?

Kayıp Rıhtım adlı sitede, Anadolu’da Rum Selçukluları döneminde geçen -ileride romanlaştırmayı düşündüğüm- birkaç öykü şeklinde yazdıklarım haricinde, ilham kaynaklarım arasında olduğundan bozkıra uzanan taslaklarım da var. Doğrudan olmasa da Hazarların dönem itibarıyla bahsinin geçtiği bazı notlarım var. Kaynak yoğunluğu kadar zihindeki hikâye fikirlerini çarpıştırma açısından tarihin farklı dönemlerini de kurgulamaktan hoşlanıyorum.

 

Hem ‘Yedikuleli Mansur’da hem de ‘Istrancalı Abdülharis Paşa’da Kırım bahsi geçiyor ya da Kırım Tatar, Nogay karakterler görünüyor. Sadece gönderme amaçlı mı bulunuyor yoksa başka bir nedeni mi var?

Köklerim haricinde tarihi ve kültürel bir ilgim mevcut. Kırım’ın asırlık süreçleri, tarihi, efsaneleri, inanışları yazdıklarımı etkilemiştir. Öykülerimde buralardan karakterlerin görünmesi bir nevi cameo, filmlerde yönetmenin bir sahnede kısa bir anlığına görünmesi gibi ben de gizli bir imzaya yer vermiş oluyorum. Bunun dışında Kırım Tatar Edebiyatı bağlamında İsmail Bey Gaspıralı, Hasan Sabri Ayvazov, Bekir Sıtkı Çobanzade, Cengiz Dağcı gibi kalemlerin de tesiri var, bir şekilde farklı dönemler ve coğrafyalar üzerinden yeniden o kültürle temas etmeyi sağlıyorlar, etkiliyorlar.

 

Yeni bir roman çalışması var mı planların arasında?  

Henüz çalışmalarına başlamadım ama okura da arayı fazla soğutmama sözü verdiğim için üzerinde düşündüğüm birkaç taslak dosyam var. Hangisini gözüm keserse, gönlüm isterse yeniden çalışmalara başlayacağım. ‘Istrancalı Abdülharis Paşa’ ile Balkanlara uzandık, üçüncü romanımla yeniden İstanbul’a, ama hayallerimdeki İstanbul’a dönesim var.

 

Değerli Arkadaşım Mehmet Berk Yaltırık ile olan röportajımı, kadim atalarımıza yönelik bir yırla bitiriyorum.

Lapa lapa qar yava,

Erbi baba qoy soya

Hazar oğlı at çaba

Bayralımız toy çala.

 

Atqa mindim-sağdağım bar,

Sağdağım uç oqım bar,

 Uçi bilen uç yat ursam,

 Hazar Biydan tartağım bar

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün