Yehuda Amihay ve şiir tercümeleri

Yaklaşık yüz yıl öncesine kadar sadece ayin ve dualarda kullanılan bir dilin, tekrar hayata güçlü bir şekilde dönmesinde ve dünya çapında edebi bir dile dönüşmesinde Yehuda Amihay’ın katkıları yadsınamaz.

Perspektif
29 Mayıs 2019 Çarşamba

 Alper Sarıbaş (*)

Şiirleri kırktan fazla dile tercüme edilen, hem kendi ülkesinde, hem de dünyanın farklı ülkelerinde pek çok ödüle lâyık görülen ve çağdaş İsrail şiirinin en büyük isimlerinden biri olarak kabul edilen Yehuda Amihay, 3 Mayıs 1924 tarihinde Almanya’nın güneyinde yer alan Würzburg şehrinde dünyaya gelir. Ortodoks Yahudi bir ailenin üyesi olmasından dolayı muhafazakâr bir çevrede büyür.

1936 yılında ise ailesiyle birlikte Filistin’e göç ederek Ludwig Pfeufer olan adını, Yehuda Amihay olarak değiştirir (Tevrat’taki bilgilere göre Yehuda, Hz. Yakup’un oğullarından birinin ve Hz. Süleyman’ın vefatından sonra güneyde kurulan devletin ismidir. Amihay ise “Ulusum yaşıyor” anlamına gelir). Kudüs’e yerleşir, burada liseyi bitirdikten sonra Kudüs İbrani Üniversitesinde İbrani Edebiyatı ve Kitâb-ı Mukaddes öğrenimi görür. Amihay bir süre öğretmenlik yaparak yaşamını sürdürür ve çeşitli savaşlarda da gönüllü bir asker olarak görev yapar.  II. Dünya Savaşı sırasında Britanya güçlerine bağlı Yahudi tugayında, Arap-İsrail savaşlarında İsrail ordusunda savaşır. II. Dünya Savaşı ve İsrail’in Bağımsızlık Savaşı sırasında şiire yönelir; modern İngiliz ve Amerikan şiirini takip eder. Dylan Thomas, W. H. Auden ve T. S. Eliot gibi şairlerin eserleriyle yakından ilgilenir. Kendine has üslubunun oluşmasında özellikle W. H. Auden’in etkisi büyüktür.

AMİHAY’IN ŞİİRLERİ

Eserlerinde yer verdiği savaş, barış, suç, ölüm, yaşam, aşk ve ruhsal krizler gibi konuları neredeyse günlük bir dille işlediği, askeri ve dini terimlerle deyimleri, atasözleri ve sloganları bir araya getirdiği güçlü üslubuyla dikkat çeker. Ayrıca Amihay, Kitâb-ı Mukaddes, Sidur, Midraş ve Talmud gibi dini metinlerde geçen ifadeleri seküler bir anlayışla yeniden yorumlayıp incelterek şiir diline adapte eder. Dolayısıyla kendi zamanına kadar İsrail şiirine hâkim olan Orta Çağ üslubunu aşarak bu ifadelerle dile getirdiği lirik ‘ben’ anlayışına dayalı eserlerinde, metinler arası imlemelere yer vermesiyle bunların felsefi bir boyut kazanmasını da sağlar. Yaklaşık yüz yıl öncesine kadar sadece ayin ve dualarda kullanılan bir dilin, tekrar hayata güçlü bir şekilde dönmesinde ve dünya çapında edebi bir dile dönüşmesinde Yehuda Amihay gibi şairlerin katkıları yadsınamaz.

Yehuda Amihay savaş temalı şiirlerinde her ne kadar karamsar bir atmosfer yaratsa da barışa dair şair yüreğinde taşıdığı umudu dile getirmekten geri durmamıştır. Âşığı olduğu ve şiirlerinde pek çok kez işlediği Kudüs’te 22 Eylül 2000 yılında hayata gözlerini kapatmıştır. Yihaye Zihro Baruh!

Uzun ve Kısa Saça Balad

O askere gittiğinde tıraşlanmıştı saçları

Uzun kalmıştı kadının saçları, yanıtsız.

“Duyamıyorum artan gürültüde seni be adam.”

Senin uzun saçların, genç kadın, onun kısa saçları.

 

Çiçekler çiçeklenip durdu bütün yaz boyunca,

çorak toprakta, serpildiler.

“Geri döndüm sana be kadın. Ama başka birisi olarak.”

Senin uzun saçların, genç kadın, onun kısa saçları.

 

Rüzgâr harap etti ağacı, ağaç da rüzgârı

İmkânları çok, dinlenecek zamanları az.

“Yağmur çiseliyor, hadi çık gel be adam”.

Senin uzun saçların, genç kadın, onun kısa saçları.

 

Dünya onlarındı, sanki dolaylı bir konuşma gibi,

acıtmıyor canlarını. Şarkı söylemeye başladılar usulca.

Ayarladım saatimi. “Ne zaman geri dönüyorsun be adam?”

Senin uzun saçların, genç kadın, onun kısa saçları.

 

Çok geçmeden sessizliğe gömüldüler, uzaklaşan adımlar gibi.

Gökyüzü açık. Hukuk kitapları kapalı,

“Ne söylüyorsun be kadın?”, “Ne söylüyorsun be adam?”

Senin uzun saçların, genç kadın, onun kısa saçları.

 

Vahşi Barış

Değil bir ateşkesteki

kurt ve kuzu tasavvurundaki bile değil.

Başka bir şey,

Heyecanı dinen bir kalp gibi

bahsedebilirsin sadece ümitsizlikten.

Farkındayım öldürmeyi bildiğimin,

Yetişkinim işte bu yüzden.

Oğlum oynuyor gözünü açıp kapamayı, anne demeyi bilen

bir tüfekle.

Bir barış

tüfekleri çeliğe çevirmeden, tek kelime etmeden, duyulmadan

koca bir damganın sesi: Bırakın olsun, uçuşan,

zarif beyaz bir köpük gibi.

Yaralara bir istirahat,

kısacık.

(Yetimlerin çığlığı aktarılıyor nesilden

nesile, bayrak yarışındaki gibi; sopa yere düşmeden).

Bırakın olsun

kır çiçekleri gibi,

birdenbire, bu toprağın ilk doğanı,

vahşi barış.

 

Savaş Ölüleri için Ağıtlar

Şiirlerin Türkçe tercümesi, İbranice orijinallerinden Alper Sarıbaş tarafından yapılmıştır.

1)

Geçebilsin diye çölü gemiler

yabancıların kazdığı

Tünel’de oğlu ölen Bay Beringer,

katediyor yanı başımdaki Yafa kapısına giden yolu.

 

Çok zayıfladı: Eridi

oğlunun acısından.

İşte bu yüzden süzülüyor patikalarda

ve birbirine değmeyen

ince dallar gibi takılıyor kalbime.

 

2)

Bir çocuğun ezdiği gibi patateslerini

dönüşene kadar altın renkli bir lapaya

ölürler işte böyle sonrasında.

 

Temizlenmesi gerekir

oyun oynamaktan geri dönen canlı çocuğun.

Ama saf bir sudur toprak ve kum

ölü adam için,

içerisinde etinin sonsuza kadar yıkandığı, arındırıldığı.

 

3)

Meçhul bir askerin mezarı,

karşıda. Düşman tarafında.

İyi bir hedef yeri topçularına

geleceğin.

 

Ya da Londra, Hyde Park Köşesi’ndeki

Savaş Anıtı, süslenmiş bir pasta gibi

görkemli ve şatafatlı: Başka bir asker kaldırıyor kafasını

ve tüfeğini, başka bir topçu, başka bir kartal, başka bir taş melek.

 

Ve devasa bir mermer bayrağın krem şantisi

yayılmış üzerine

mâhir bir elle.

 

Şekere bulanmış

oldukça kırmızı kirazları

çoktan yalayıp yutmuş kalplerin oburluğu. Âmin.

 

4)

Rast geldim hayvanlar hakkındaki eski bir kitaba,

Brehem, II. Cilt, Kuşlar:

Hoş bir dilde, anlatımı sığırcığın,

ardıç kuşunun ve kırlangıcın hayatlarının. Pek çok hataların bulunduğu antik

gotik yazı tipi ama aynı zamanda sevgi dolu. “Bizim kanatlı

dostlarımız”, “Bizden göç eder sıcak ülkelere”.

Bir yuva, benekli bir yumurta, zarif tüyler, bülbül,

leylek, “Baharın müjdecileri”,

kızıl-gerdan.

 

Basım yılı, 1913 Almanya,

Bütün savaşlarımın gecesi olan savaş gecesinde

Güzel dostum öldü kollarımda, kanlar içerisinde

Aşdod’un kumlarında. 1948, Haziran’da.

 

Ah, dostum

kızıl-gerdan.

 

5)

Yere yığıldı Diki

Yad Mordekay’daki su kulesi gibi.

Yere yığıldı.

Karnında bir delik. Her şey

fışkırdı içinden.

Yine de dimdik duruyor ayakta

hafızamın manzarasında.

Yad Mordekay’daki su kulesi gibi.

Pek uzağa değil, yere yığıldı

biraz kuzeye doğru, Huleykat tarafına.

 

6)

Bütün bunlar keder mi acaba? Bilmiyorum.

Ayakta dikildim mezarlıkta

canlı bir adamın kamufulaj kıyafetleri içerisinde,

kahverengi pantolon ve sarı bir tişört güneş gibi.

 

Ucuzdur mezarlar; gerektirmez pek bir şey.

Çiçekçiden alınan buketi saran

ince kâğıdın atılması için konulan

çöp kovaları bile küçük.

 

Nezih yerler mezarlıklar, düzenli

Fransızca “Seni asla unutmayacağım” yazılmış

ufak bir seramik levha üzerine.

Tanımıyorum bu unutulmayacak olanı

bir meçhulü, ölüden de öte.

 

Bütün bunlar keder mi acaba? Sanırım

öyle. “Teselli bulun vatanın inşasında”. Ne kadar

sürede inşa edebilirsin vatanı,

ne kadar yarışabilirsin

teselli, inşa ve ölüm arasındaki

bu kötü, üçlü yarışta?

 

Evet, bütün bunlar keder. Ama

kalır küçük bir sevgi kıvılcımı daima,

ışığın ne olduğunu

nereden geldiğini bilmeden 

uyuyan bir bebeğin odasındaki kandil gibi.

Yine de verir bu ona

biraz güven, sessiz bir sevgi biraz.

 

7)

Savaş Ölülerini Anma Günü: Koy

bütün kayıplarının kederini onların kayıplarının kederinin üzerine,

hatta seni terk eden kadının da: Hadi harmanla

bir kederi diğer bir kederle, bayramı, ziyafeti ve acıyı

basit bir anma uğruna, tek bir güne tepeleme yığan tutumlu tarih gibi.

 

Ah, tatlı dünya, dişleri olmayan korkunç bir Tanrı için

leziz bir süte

batırılmış bir ekmek gibi, “Bütün bunların ardında

koca bir mutluluk gizli”. Fayda vermez

içinin kan ağlayıp dışının sevinç çığlığı atması.

Bütün bunların ardında koca bir mutluluk gizli sanki.

 

Anma Günü. Acı tuz, giyinmiş

çiçeklere bezenen bir kız çocuğu gibi

uzanıyor ipler yol boyunca

ortak bir geçit töreni, yaşayanlar ve ölüler adına.

Çocuklar takip ediyorlar yabancının keder izlerini

kırık camlar arasında yürüyorlarmışçasına.

 

Flütçünün ağzı kalacak günlerce bu şekilde.

Ölü bir asker yüzüyor ufak kafalar arasında

Ölülerin yüzme hareketleriyle, hayat suyunun olduğu

bu yer hakkında, ölülerin kapıldığı

antik bir yanılgıyla.

 

Bir bayrak kaybediyor gerçeklikle bağını; uçup gidiyor.

Bir dükkân vitrini süslenmiş güzel kadın kıyafetleriyle

uçuk mavi ve beyaz renklerdeki. Ve her şey

üç dilde: İbranice, Arapça ve Ölümce.

 

Can veriyor soylu devasa bir yaratık gece boyunca

yaseminin altında dünyaya diktiği bakışıyla.

Savaşta oğlunu kaybeden bir adam yürüyor sokakta

rahminde ölü cenin taşıyan bir kadın gibi.

“Bütün bunların ardında koca bir mutluluk gizli.”

 

 (*) Ankara Üniversitesi Arş. Grv.

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün