Haendel Goes Wild: ‘L’arpeggiata’

Erdoğan MİTRANİ Sanat
30 Nisan 2019 Salı

‘L’arpeggiata’, özellikle 1600 - 1750 arasında yazılmış, günümüzde neredeyse unutulmuş erken dönem ve barok klasiklerine yeniden hayat vermek ve kendine has yorumlar üretmek amacıyla 2000 yılında, Avusturyalı lut ve harp sanatçısı, Christina Pluhar tarafından kurulmuş. Dönem müziklerine getirdikleri farklı ve çağcıl yorumlarla isim yapan topluluk, theorobo, barok keman, barok viyola, barok gitar, kornet gibi erken dönem enstrümanlarla, 

klarnet, piyano, klavsen, kontrbas gibi klasik müzik sazlarını ve de caz enstrümanlarını birlikte kullanarak, Philippe Jarousky, Nuria Rial, Lucilla Galeazzi, Vincenzo Capezzuto gibi farklı konuk sanatçılar eşliğinde, caz ve barok stillerini harmanlayan benzersiz bir müzik yapıyor.

‘L’arpeggiata’nın müthiş etkileyici ve keyifli çalışmalarının yanında, Avrupa klasik müziğinin önemli bir parçası olan ve 20. yüzyıl başlarında terkedilmeye başlanan doğaçlamayı geri getirmek gibi çok önemli bir müzikal işlevi de var. Barok dönemde şarkıcıların bir aryanın tekrar bölümüne kendi doğaçlamaların eklemeleri yaygın ve çok yüksek bir sanat biçimi olarak görülürdü. Bestecinin melodileri ve ahenklerinden yola çıkarak solistlere ustalıklı ve güzel doğaçlamalar yapma imkânı yaratılırken, caz müzisyenlerine cazın temellerinden olan doğaçlamayı, aynı aryalar üzerinde kendi müzikal dillerinde yapabilme olanağı veriliyor. ‘L’arpeggiata’nın ve Christina Pluhar’ın dehası, farklı dillerden ve farklı müzikal disiplinlerden gelen sanatçılarla, geleneksel müzikle cazı harmanlayan olağanüstü bir senteze ulaşabilmekte.

Bugüne kadar 14 albüm yayınlayan, defalarca Türkiye’ye gelmiş olan topluluk, ünlü Alman / İngiliz besteci Georg Friedrich Händel’in eserlerini yorumladıkları ‘Händel Goes Wild / Händel Çıldırıyor’ albümünün turnesi kapsamında 25 Nisan akşamı İş Sanat sahnesinde bir konser verdi. İlk kez 2015’te İstanbul’a geldiklerinde tanıdığımız, güzel tınılı, hem tizleri hem pesleri güçlü sesiyle çok da sevdiğimiz genç ve çekici soprano Céline Sheen’in de solist olarak katılacağını bildiğimizden beklentilerimiz her zamanki gibi çok yüksekti. Ama konserin asıl büyük sürprizi olağanüstü kontrtenor Valer Sabadus oldu.

1986 Arad, Romanya doğumlu Valer Barna-Sabadus, kristal temizliğinde soprano tınısı ve olağanüstü koloratur tekniğiyle genç kuşağın en önde gelen kontrtenorlarından biri. 2015/2016 sezonunda Theater an de Wien’de ‘L’incoronazione di Poppea’ operasında Nero yorumuyla müthiş bir çıkış yapmış, ‘Semele’, ‘Artaserse’, ‘Teseo’ operalarının başrollerinde önemli ödüller kazanmış. Christina Pluhar, hasta olmasına ve ateşinin epey yüksek olmasına karşın, uçağa atlayıp konsere yetiştiğini anlattı.

Müzikler, yorumlar, solistler her zamanki gibi müthişti. Günümüz İtalyan cazının önde gelen klarnetçisi Gianluigi Traversi’yi, neredeyse sadece irice bir tefle muhteşem bir davul soloyu gerçekleştiren perküsyoncu Tobaias Steinberger’i izlemek başlı başına bir olay.

Özellikle her bir aryası olağanüstü heyecan verici olan Valer Sabadus’u dinlemek benzersiz bir deneyimdi. Hele konserin tek bis parçası, Céline Sheen’le birlikte söyledikleri Claudio Monteverdi’nin ‘L’incoronazione di Poppea’sından Nero ve Poppea’nın final düeti unutulur gibi değildi.

‘L’arpeggiata’nın konseri bu sıkıntılı dönemlerde hepimizin için açan, hayatın sanatla nasıl da yaşanmaya değer olduğunu hatırlatan bir armağandı oldu. CD ya da DVD’sini edinin tabii ki; ama bir geldiklerinde mutlaka canlı olarak izleyin derim.

 

NoAct Sahne’de ‘Red Light Kışı’

NoAct Sahne, Şubat 2019 sonlarında, 1968 Chicago doğumlu Amerikalı romancı, senaryo ve oyun yazarı, müzisyen, sinema yönetmeni Adam Rapp’ın 2005’te kaleme aldığı ödüllü oyunu ‘Red Light Winter’ı ‘Red Light Kışı’ adıyla sahneliyor.

Bir aşk üçgeninin içindeki iki karşılıksız aşka odaklanan ‘Red Light Kışı’, umutsuz bir eylemle başlar ve bir başka umutsuz eylemle sona erer. Amsterdam’ın seks vitrinleriyle ünlü Red Light sokağına yakın bir otel odasında, kafasının içinde yaşayan, hassas ve kırılgan Matt başarısız bir intihar girişiminde bulunur. Ardından odaya giren, gamsız, vurdumduymaz, biraz da bencil arkadaşı Davis, depresif ve içine kapanık arkadaşı Matt’ı biraz canlandırmak için Red Light sokağında çalışan bir fahişeyi, ‘Fransız’ Christina’yı da getirmiştir. İkisinin de kafası iyidir. Matt ile Davis’in eski dostluklarının temellerini ve artık onlara fazla geldiğinin göstergesi olan gözü kara, yoğun, hem komik hem kasvetli bir tür yarışma başlar. Christina’nın gözü, onunla ‘kalite kontrolü’ amacıyla sevişmiş olan Davis’tedir ama Matt için satın alınmış olduğundan görevini profesyonelce yapmaya kararlıdır. Baş başa kaldıklarında Matt ile yoğun bir sohbete giriştiklerinde giderek güzel, çekici ve özgür Fransız, kadın klişelerinden sıyrılmaya, sevgi ihtiyacı ve çaresizliğiyle Matt’a ne kadar benzediği açığa çıkmaya başlar.

İkinci perde New York’ta Matt’ın minik dairesinde geçer. Amsterdam’da adresini istediğinde Davis ona Matt’ınkini verdiğinden Christina ansızın çıkagelir. Matt o beraber geçirdikleri bir tek geceyi hiç unutamamış, kadına âşık olmuştur. Kadının âşık olduğu, unutamadığı adam ise Davis’dir. Tekrar karşılaştıklarında onu tanımayan, Amsterdam’da yattığı bütün kadınları sayıp döktükten sonra “ha sen o orospu musun?” diye anımsar gibi olan Davis…

Tabii ki oyun herkesin kaybedeceği bir finale ulaşacaktır.

Rapp’ın etkileyici metnini oyuncusu Ayşecan Tatari ve yönetmeni Edip Tepeli Türkçeye birlikte kazandırmışlar. Duru, yalın ve akıcı bir çeviri. Zaten (18+) yaş limitiyle oynanması gereken oyunda kanka ağzı ve argosunu çekinmeden kullanmaları özel bir tebrik hak ediyor. Oyunun dramaturgisi Melisa Kesmez’in, dekor tasarımı Cihan Aşar’ın, ışık tasarımı Ataberk Öğe’nin, müzik Çiğdem Erken’in, hareket tasarımı Gizem Erdem’in.

Yanılmıyorsam, ‘Red Light Kışı’, ‘Çirkin’ ve ‘Yakaranlar’dan başarılı bir oyuncu olarak anımsadığım Edip Tepeli’nin ilk yönetmenlik denemesi. Ara hariç iki saati bulan, üstelik olaylardan çok konuşmalara dayanan oyunu, temposunu hiç düşürmeden, seyircinin ilgisini her an ayakta tutarak başarıyla sahnelemiş. Oyunculuktan gelen birçok yönetmen gibi, oyuncu yönetimi de dört dörtlük.

Bu yıl üç oyuncusunun da tiyatro ödüllerinde fazlasıyla hak edilmiş adaylıkları var. Bu yazı yayınlandığında Afife Jale Ödülleri sahiplerini bulmuş olacak. Bence Matt’a müthiş dokunaklı ve inandırıcı bir yorum getiren Gün Koper ödüle diğer dört olağanüstü aday kadar yakın. Davis yorumuyla Ali Yoğurtçuoğlu geçen yıl ‘Kayıp El’ ile aldığı Yardımcı Rolde Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu ödülüne bu yıl da rahatlıkla ulaşabilir. Ayşecan Tatari, Sadri Alışık Ödüllerinde Elif Ürse ve Funda Eryiğit’in karşısında epey zorlanacak olsa da, nefis Fransız aksanı ve etkileyici beden diliyle müthiş başarılı Christina yorumu uzun süre belleklerimizde kalacak.

Gün Koper ve Ayşecan Tatari, sevgili dostum Tolga Yeter’in sahneye koyduğu, Şehir Tiyatrolarında sezonun en sonunda prömiyer yapan etkileyici kadrolu ‘Hastalık Hastası’nda da birlikte oynuyorlar. O ancak gelecek sezona…

Sizlerinse bu çok iyi yazılmış çok iyi sahnelenmiş oyunu ve dört dörtlük üç oyuncu sunu sezon bitmeden 10, 17 ve 18 Mayıs’ta NoAct Sahne’de izleme fırsatınız henüz var. Yoksa o da gelecek sezona kalacak.

Hepinize iyi seyirler dilerim.

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün