Bergen - Belsen’in gelini Gena Turgel

USC Şoa Vakfı üyesi, tutuklu kaldığı, Almanya’daki Bergen-Belsen Toplama Kampından kurtulduktan sonra bir İngiliz askeriyle evlenen ve bir Holokost kurtulanı olan Gena Turgel haziran ayında, 95 yaşında hayata gözlerini yumdu. İngiliz basınında, Bergen-Belsen Kampı, İngiliz ordusu tarafından kurtarıldıktan 6 ay sonra, bir İngiliz’le evlenerek, Bergen’in gelini olarak ün kazanan Gena, savaştan sonra kampta hemşirelik yaparken, tifüsten ölen Anne Frank’ın son günlerinde onunla ilgilendiğini anlatıyordu.

Sara YANAROCAK Kavram
30 Ocak 2019 Çarşamba

Dokuz çocuklu bir ailenin en küçüğü olan Gena Turgel, 1 Şubat 1923 tarihinde, Polonya’nın Krakow şehrinde, Gena Goldfinger adıyla doğdu. Babası çok genç yaşta öldükten sonra, tekstil işi yapan işletmenin başına, annesi Estera geçmişti.1941’de Almanlar, Gena’yı, annesini ve diğer dört kardeşini Krakow’daki gettoya kapattıkları zaman, yaşamları tepetaklak oldu. Naziler, evlerine, eşyalarına ve aile işletmelerine el koyarak, hepsini ellerindeki birer kişisel eşya bohçası, bir çuval patates ve bir çuval unla birlikte gettoya tıkmışlardı. O sırada 16 yaşında olan Gena, annesi ve diğer üç kardeşi birlikteydi. 

Gena 75 yaşındayken Şoa Vakfında yaptığı bir konuşmasında, “Annem onlara hiçbir şey vermeyeceğini söylediğinde, ona çocuklarından birini derhal öldürecekleri söylendiğinde, zavallıcık boynunu büküp susmak zorunda kalmıştı” diye anlatır. Gettoya kapatıldıktan sonra,  abisi Wilek, pencereden vurularak öldürüldü. Ablası Miriam ve kocası da, gizlice yiyecek temin etmeye çalışırken vurulup öldürüldüler. Bir diğer abisi Janek ise Krakow Gettosundan kaçmayı başardı ama bir daha ondan haber alınamadı.

Gena, annesi Estera ve kız kardeşi Hela Aralık 1944’te Auschwitz Ölüm Kampına nakledildiler. Orada çok uzun bir zaman acılar ve zorluklar içinde yaşamaya çalışırlarken, annesi ve kardeşiyle ‘Ölüm Yürüyüşü’ne çıkarıldılar. Kız kardeşini o yolda gözden kaybetti ve bir daha hiç göremedi. Annesi de o zorlu yolculuğa katlanamadı. Gena o sırada 22 yaşındaydı ve bütün ailesini kaybetmişti.

1945 yılında diğer mahkûmlarla birlikte bindirildikleri hayvan vagonlarını çeken tren, onları Bergen-Belsen Kampına nakletmişti. Trenden indiği zaman dehşet manzaraları onu bekliyordu. İnsanın içine işleyen kesif soğuk hava ve rüzgâra rağmen, onları her tarafından rüzgâr alan ahşap bir barakaya yönlendirmişlerdi. Gena, “Yürürken etrafıma bakıyordum. Erkek veya kadın olduklarını ayrımsayamadığınız iskeletler etrafta dolaşıyorlardı. Yerlerde kopmuş insan uzuvları vardı. İnsan kemikleri ve çocuk cesetleri oracıkta üst üste fırlatılmıştı. Üzerlerine tipi halinde kar yağıyor, onları buzdan bir yorgan gibi örtüyordu. Hepsi soğutan donmuştu. Cesetleri ve organları bir dağ gibi üst üste fırlatmışlardı. Ceset dağı oracıkta, öylesine bırakılmıştı” diyordu. Gena o anda ölmeyeceğine ve dik duracağına dair, kendi kendine söz verdiğini anlatıyor.

Hemşire olarak çalışmaya başladı

Son yıllarda, kamplarda, tıp alanında kendini çok geliştiren genç kız, kamptaki hastaneyi aramaya başladı. Bir barakadan diğerine koşarak, hastane barakasının yerini bulmaya çalışıyordu. Sonunda aradığını buldu, içeri girerek orada çalışmak istediğini söyledi. Orada hemşire olarak çalışmaya başladı. Barakanın yöneticisi olan Nazi kadın kızın elindeki torbayı görünce hemen onu kaptı ve içini yere boşalttı. Torbanın içinde Gena’nın ailesine, kardeşlerine, anne ve babasına ait fotoğraflar vardı. Nazi yönetici kadın resimleri parçalara bölerek yırttı ve suratına doğru fırlattı. Sonra kıza bakarak alayla, işine başlamasını emretti.

Gena sonraki yıllarda, BBC ile yaptığı bir röportajda, hastane barakasında hemşire iken orada tifüs hastası olan Anne Frank’a baktığını anlatır. “15 yaşlarındaki küçük kız orada öylece perişan yatıyordu. Şuuru kapalıydı. Ateşler içinde yanıyordu. Bir kâseye soğuk su doldurdum ve ona içirdim. Sonra yüzünü yıkadım ve saçlarını düzelttim, altını yıkadım ve temizledim” diye anlatır. “O vakitler onun çok özel bir insan olduğunu tabi ki bilmiyordum. Ama çok cici bir kızdı. Sürekli kusuyordu. Zaten kısa bir süre sonra ölüp gitmişti.”

Gena Turgel’in ardından

Gena Turgel’in ölümünden sonra, eski İngiliz Baş Hahamı Jonathan Saks, Gena Turgel hakkında şunları anlatıyor: “O Holokost kurtulanlarının arasında çok önemli bir yere sahipti. Kendisi cemaatimiz için sanki özel olarak görevlendirilmiş ve kutsanmıştı. Kendisi uzun yıllar ve kuşaktan kuşağa süregelen, aralıksız olarak Holokost eğitimi veren bir gönüllüydü. Ömrü boyunca insanların yüreklerinde umut ışıkları yakmayı başarmıştı.” Günümüzdeki İngiltere Baş Hahamı Ephraim Mirvis, “O gerçekten dikkate değer bir Holokost kurtulanı idi. Onun bıraktığı miras şimdi bizim sorumluluğumuzdadır” dedi.

Gena Turgel 1987 yılında Holokost anılarını ve yaşamını anlattığı ‘I Light A Candle’ (Bir Mum Yakarım) adlı kitabını yayınlamıştı. Hayatı boyunca yaşadıklarını herkese anlatmayı görev edindi. Asil duruşuyla  onu tanıyan herkesi kendine hayran bıraktı. Geçtiğimiz yıl 7 Haziran 2018 yılında Londra’da 95 yaşındayken hayata veda etti.

 

İngiliz asker 
Norman Turgel ile evlendi

15 Nisan 1945’te Bergen- Belsen Kampı İngiliz ordusu tarafından özgürlüğüne kavuşturuldu. Askerlerin arasında Yahudi asıllı Norman Turgel adında genç bir asker vardı. Gena ve Norman kampta tanıştıktan altı ay sonra orada evlenmeye karar verdiler. Gena’ya paraşütçü birliğine ait, beyaz ipek bir paraşütün kumaşından gelinlik dikildi. Bu gelinlik günümüzde Londra’daki Kraliyet Savaş Müzesinde bir vitrin içinde sergilenmektedir. İngiliz basını genç kızdan ‘Belsen’in gelini’ olarak bahsediyordu. Çiftin nikâhı askeri bir törenle kıyıldı. Ordunun Yahudi askeri hahamı Yüzbaşı Rabbi Leslie Henry Hardman onları Lübeck’teki yeniden tanzim edilmiş sinagogda, hupa altında evlendirdi.  Çevredeki Yahudi halkı çok mutlu ve heyecanlıydılar. Önce kızı mikveye soktular. Sonra gelinliğini giydirip süslediler. Gena o gün şöyle anlatıyordu; “O gün hava çok soğuktu ama güneş pırıl pırıl parlıyordu. O gün hayatımın en güzel ve neşeli günüydü.” Daha sonra kamp komutanı, Binbaşı Leonard Berney’in izniyle genç çiftin onuruna bir düğün partisi verildi.

 Gena, “Bir süre sonra İngiltere’ye yerleştik ve ardından hamile kaldım. Sürekli annemi düşünüyordum. Böyle bir zamanda ona o kadar ihtiyacım vardı ki. Ama o yoktu! Sonra anne oldum. Kendimi topladım. Annelik bana güç vermişti. Artık geçmişi düşünecek zamanım yoktu. Çünkü geleceği, çocuklarımı ve ailemi düşünmek zorundaydım. Daha sonra iki çocuğumuz daha oldu” diye anlatıyordu.  Mutlu bir evlilik yaşadıktan sonra, Gena’nın eşi Norman 1995 yılında öldü.

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün