İhtiras dolu bir varoluş sancısı: BiR ÇÖKÜŞÜN ÖYKÜSÜ

“Uyanmak bile tek başına acıtıcıydı…” Stefan Zweig

Dünya
21 Kasım 2018 Çarşamba

Deniz Saygı


Avusturyalı Yahudi Yazar Stefan Zweig (1881 – 1942)’ın ‘Bir Çöküşün Öyküsü (Özgün Adı: Geschichte eines Untergangs)’ adlı novella formatında yazılmış olan eseri, Regaip Minareci tarafından Almancadan Türkçeye çevrildi. Melodramik ama aynı zamanda melankoli ile süslenmiş bu çöküşün öyküsü, novellanın ana karakteri olan Madame de Prie’nin, XV. Louis Dönemi Fransa’sında nüfuz sahibi olan bir kadın iken kralın gözünden düşmesi sonucunda Normandiya’ya sürülmesiyle başlar. Edebi kimliğinin yanında usta bir biyografi yazarı olan Stefan Zweig’ın, biyografisini de kaleme aldığı Fransız İhtilali’nden önce Fransa’nın son kraliçesi olan Marie Antoinette ve ‘Bir Çöküşün Öyküsü’ adlı eserinin merkezinde olan Madame de Prie’nin karakteristik özellikleri arasında da bir benzerlikten söz etmek mümkün.

“Arzulandığı zaman güzeldi, zeki insanların arasında nüktedandı, gururu okşandığında kibirliydi, sevildiği zaman aşıktı. Ondan çok şey istendikçe o daha fazlasını verirdi. Ama onunla kimsenin konuşmadığı, onu kimsenin görmediği, duymadığı, arzulamadığı yalnızlığı sırasında çirkinleşmiş, sersemleşmişti, çaresiz kalmış ve mutsuz olmuştu.” (Sayfa 33)

Güç sahibi ve gözlerin daima üzerinde olduğu Paris yaşantısından sonra – süresinin bir muamma olduğu – sadece ve sadece kendi benliği ve gerçekliği ile zaman geçireceği bir sürgün dönemi beklemekteydi Madame de Prie’yi. Oysaki tek bir insanın diğeri için neler ifade edeceğinin bilgeliğini öğrenememişti, çünkü hiç yalnız kalmamıştı Madame de Prie. Paris’te tatmış olduğu saray yaşantısının kendi varoluşunu oluşturduğuna büyük bir kibirlilikle kanaat getiren Madame, sürgünde de eski ve gösterişli hayatını yaşatmak amacıyla daima oldukça gösterişli partiler ve eğlenceler düzenleyerek Paris hayatının bir yansımasının yalanı ile hayatına devam eder bir süre. Çevresindeki insanları neşesiyle kandırmak istediğini unutup kendisine sunulan her bir gülümsemeyi, sözü ve eylemi sanki gerçekmişçesine kabul eder. Çünkü yalnızlık onu boğuyordur ve insanlara ihtiyacı olduğunu düşünüyordur sadece: İnsanlardan, “bütün varlığın binlerce damarla dal budak sardığı saraydaki insanlardan”, sözde dostlarından haber almaya, ona eski heyecanını hatırlatacak olgulara, olaylara ve kişilere ihtiyacı vardır.

“Sırf insanların yokluğunu çektiği için kendini ölümün kollarına bırakmıştı aslında, ufacık bir komediyle kandırılabilen bu kıt akıllı sersem insanların…” (Sayfa 46)

Zaman ilerledikçe rasyonel bir çerçevede düşünme ve karar alma gücünü yitiren Madame de Prie, - eskiden olduğu gibi - ilginin ana unsuru olmak ister ve bunun için de akıl almaz bir plan yapar. Bu ‘olağanüstü’ planı saplantılı bir şekilde uygulamaya koymaktan başka bir amacı kalmamıştır artık hayatında Madame’ın. Çünkü ölüm duygusu onun için yabancı değildir artık: Ruhu zaten ölmüştür, dünyanın umarsızlığı karşısında. Tüm bunlardan dolayı da ‘ölümün bahşedeceği ölümsüzlük’ istencine girmiştir Madame de Prie.

“Her şey, insanlar, dünya, ölüm ve yaşam ona bir anda müthiş eğlenceli geldi… Karşısında bir ayna varmış gibi doğruldu, ölümü bekledi ve gülümsedi, gülümsedi, gülümsedi.” (Sayfa 47)

7 Ekim tarihinde kendi ölümünü adeta bir sanat eseri icra eder gibi hazırlayıp teatral bir sunuma uyarlayan Madame de Prie, sahnede düşmanları tarafından imparatorluğu elinden alınmış ve onuruyla ölüme giden genç bir kraliçe olan ‘Zengane’ karakteri ile kendi hayatının yok oluşu üzerine ‘dram’ını sergilemektedir aslında. Ne yazık ki Madame’ın bu ‘dram’ı insanlara bir ‘komedi’ öğesinden başka bir şeyi anımsatmamıştır. Kendisinin sıradanlığını bu rezil oluşta anlayan Madame, Çin porseleninden yapılmış olan küçük bir şişenin içerisinde onu bekleyen ‘yalnızlık dolu’ ölüm ile buluşur. Çünkü Madame de Prie’nin özlemini çektiği şan ve şöhret, planladığı gibi – zorla – elde etmek istediği ölümsüzlük, ‘adının yanından teğet geçmiştir’: Yazgısı, farkındalığı olmayan olayların ve olguların eski ve silik bir anısı olarak kalmıştır.

“İnsanlık tarihi, davetsiz misafirleri sevmezdi; kahramanlarını kendi seçer, ne kadar usandırıcı bir çabaya girerlerse girsinler hakkı olmayanları acımasızca geri çevirirdi; talihin ilerlemekte olan arabasından bir kez düşen biri, arabaya bir daha yetişemezdi.” (Sayfa 48)

Modern bir perspektifte yorumlandığı takdirde, Madame de Prie’nin ‘çöküş’üne giden psikolojik çözülmeler ve hayal kırıklıklarını 21. yüzyılın insanının ihtiraslarında, acı çekerken gülmek zorunda kalmasında, gösterişli ama içten içte sığ olan yaşantısında gözlemlemek mümkündür. Stefan Zweig’ın da satırlarında büyük bir ustalıkla tahlilini yaptığı gibi, Madame’ın ‘öldükten sonra bile mutluluk komedisi oynayabilecek durumda olacağı sanrısı’, yabancılaşmış olduğumuz bu zaman diliminde hepimiz için geçerli olan bir yanılsamadan ibaret değil midir?

 

 


Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün