Polisiye gerilim kara film

Ferzan Özpetek, duyarlı sinemasıyla özellikle kadın kahramanlarını öne çıkaran konularda başarısı bilinen bir yönetmen. Bu hasletini sergileyen ‘Napoli’nin Sırrı’, bir aşk gecesi yaşadığı gizemli bir erkekte mutluluğu yakaladığını zanneden bir kadının öyküsünü anlatıyor. Sevgilisi öldürülünce, yine yalnız kalan kadın bu cinayetin gizemini çözmeye çalışır. Muhteşem müziğiyle, birinci sınıf görselliğiyle, sevişme sahnesinin ölçülü estetiğiyle ve Giovanna Mezzogiorno’nun varlığıyla ‘Napoli’nin Sırrı’, izlenmeyi hak eden bir film.

Sanat
14 Kasım 2018 Çarşamba

Ferzan Özpetek, ‘Napoli’nin Sırrı/Napoli Velata’da, bir önceki filmi ‘İstanbul Kırmızısı’ (2017) ile kaybettiği prestijini kazanmaya çalışıyor. ‘Harem Suare’den (1999) 18 yıl sonra ülkesinde çevirdiği ilk film olan ‘İstanbul Kırmızısı’, eleştirmenleri tatmin etmemişti.

Adından da anlaşıldığı gibi konusu Napoli’de geçen ‘Napoli’nin Sırrı, Hitchcock’vari bir polisiye gerilim filmi.

Duygusal bir dille anlatılan, romantik tatlar barındıran bu kara film ince mizahıyla öne çıkıyor. Sanatla çevrelenmiş yaşamların, burjuva sınıfı ilişkilerinin ağırlıkta olduğu konulara alışık olduğumuz Özpetek filmlerinin bir özelliği de eşcinsel karakterlerin varlığıdır. Özpetek, duyarlı sinemasıyla, özellikle kadın kahramanlarını öne çıkaran konularda başarısı bilinen bir yönetmen.

Fanteziler içeren entrikasıyla ‘Napoli’nin Sırrı’nın başkahramanı, orta yaşlı adli tıp doktoru, güzel ama mutsuz bir kadın. Bir partide tanıştığı gizemli ve yakışıklı bir adamla mutluluğu yakaladığını zanneder. Ancak ertesi gün gelişen olaylarla yanıldığı ortaya çıkar.

Geniş bir masa etrafında buluşan arkadaş topluluklarının keyifli sohbetlerine alışık olduğumuz Özpetek filmlerinin bir özelliği de, aile buluşmalarına değer verildiğidir. Filmin kahramanı, Adriana (Giovanna Mezzogiorno) bekârdır ama entelektüel, birbirine çok bağlı bir çevresi vardır. Sanat çevrelerine çok yakın, rafine zevkleri olan bu arkadaş grubunun bireyleri birbirini kollar, diğerinin yardımına koşar.

Ferzan Özpetek’in en önemli özelliği bir eşcinsel estetiği ustası oluşudur. Filmlerinde izlemeye alışık olduğumuz seviyeli eşcinsel ilişkiler, ‘Napoli’nin Sırları’nda bir lezbiyen ilişki olarak karşımıza çıkıyor. Ferzan Özpetek’in de aralarında bulunduğu üçlü bir ekibin elinden çıkma senaryo, tarihi eser kaçakçılığını konunun merkezine oturtmuş. Adriana’nın bir sosyal etkinlik kokteylinde tanıştığı, karizmatik ve cüretkâr bir erkek olan Andrea’nın (Alessandro Borghi) aslında geçimini tarihi eser kaçakçılığıyla sağladığı ortaya çıkar. Adriana’nın arkadaş grubunun en yaşlısı olan şişman Salvatore’nin de o tarakta bezi olduğu ortaya çıkar.

Günümüzün en etkili İtalyan yönetmeni Paolo Sorrentino, kendisine En İyi Yabancı Film Ödülü’nü getiren ‘Muhteşem Güzellik/ La Grande Bellezza’da (2013), bizlere görkemli bir Roma güzellemesi sunmuştu.

Ferzan Özpetek ‘Napoli’nin Sırrı’nda aynı şeyi Napoli için yapıyor. Tek farkla ki, güzel sayılmayacak bir şehir olan Napoli’yi, keşfettiği güzelliklerle sevimli gösteriyor.

Filmin İtalya’da gördüğü ilgiden sonra, Napoli’de filmin çekildiği mekânlara turistik turlar düzenlendiğini öğreniyoruz.

BİR NAPOLİ GÜZELLEMESİ

Filmin bir artısı da, hemen başındaki sevişme sahnesi. Orta yaşlı, seks objesi sayılmayacak Giovani Mezzogiorno ile İtalyan sinemasının yükselen değerlerinden Alessandro Borghi’nin birlikte geçirdiği tek gecede cüretkâr ve ateşli aşk sahnesinde Özpetek harikalar yaratıyor.

Bernardo Bertolucci’nin başyapıtı ‘Paris’te Son Tango/Ultimo Tango a Parigi’sinin (1982) Marlon Brando- Maria Schneider arasındaki efsanevi sevişme sahnesi, sinema antolojilerine geçecek güzellikteydi.

Bazı eleştirmenler Ferzan Özpetek’in seçtiği açılarla, sağladığı motivasyonla, ‘Napoli’nin Sırrı’ndaki sevişme sahnesinin ‘Paris’te Son Tango’dan bu yana çekilmiş en etkileyici sahne olduğunu ileri sürdüler. Bu sahne yüzünden filmi 18 yaşından küçük olanlar izleyemeyecekler.

Filmde, hayatına giren ani aşk ve işlenen bir şiddet suçu arasında sıkışıp kalan bir kadının hikâyesi anlatılıyor. Napoli’de yaşayan mutsuz ve yalnız bir kadın olan Adriana, bir partide tanıştığı Andrea’dan çok etkilenir ve geceyi birlikte geçirirler.

Unutulmaz bir aşk gecesinin ardından, hayatının aşkını bulmuş olabileceğine inanan Adriana sevgilisine ertesi gün için randevu verir. Sabah erkenden kalkıp giden Andrea, söz verdiği randevuya gelmeyince Adriana derin bir düş kırıklığı yaşar. İşinin başına dönen kadın otopsi yapmak için gittiği morgdaki cesedin Andrea olduğunu görünce dehşete kapılır ve cinayetin gizemini çözmeye çalışır.

Olayı soruşturan dedektif, Andrea’nın maruf bir tarihi eser kaçakçısı olduğunu açıklayınca, Adriana bir girdabın içine çekildiğini hisseder. Gözleri oyulmuş ve öldürülmüş bir şekilde bulunan Andrea’ya ikiz kardeşi gibi benzeyen bir adama yolda rastlayan Adriana kendisiyle ilişki kurar.

Dedektifin Andrea’nın bir ikizi olmadığını bildirmesi, izleyiciye ikiz kardeşin Adriana’nın zihninin ürünü olduğunu düşündürür.

 

TARiHi ESER KAÇAKÇILIĞI

Filmin ilk sekansında bir apartmanın üst katında kaçmaya çalışan bir adamın bir kadın tarafından silahla öldürüldüğünü görürüz. İlerleyen sahnelerde öldürülen adamın Adriana’nın babası olduğunu, katilin de (sonraları intihar eden) annesi olduğunu öğreniriz.

İki kız kardeşle ilişki kuran erkek, biriyle evlenmiş, “baldız baldan tatlıdır” diyerek diğeriyle gizli ilişkisini sürdürmüştür.

Çocukluğunda geçirdiği bir ağır travma ile yetim kalan Adriana, ileride teyzesinin ağzından babasının hatırasına sadık kaldığını ve hâlâ onu sevdiğini öğrenecektir.

Adriana, öldürülen sevgilisi Andrea ile ilgili gizemi çözmeye çalıştıkça bir girdabın içine çekilecek ve çırpındıkça daha çok batacaktır.

Gerilim, hayaller, geçmişte yaşanan acılar ve gizem temaları etrafında dönen bu psikolojik ve polisiye entrikanın finalinde taşların yerine oturmasını bekleyenler hayal kırıklığı yaşıyorlar.

Özpetek, “Hayat işte böyle karmakarışık bir şeydir” diyerek yorumu izleyiciye bırakıyor. Ancak filmin muhteşem müzikleri ve görkemli görselliğiyle gönlümüzü almayı başarıyor.

Her filminde Sezen Aksu’nun bir şarkısına yer vermeye özen gösteren Özpetek, son iki filminde bu alışkanlığını terk ediyor. ‘Karşı Pencere’den ‘İstanbul Kırmızısı’na birlikte çalıştığı fetiş kameramanı Gian Filippo Corticelli, kartpostal güzelliğindeki Napoli görüntüleriyle mizansene katkıda bulunuyor.

Önceleri ‘Şahane Misafir’ (2010), ‘Kemerlerinizi Bağlayınız’ (2014) ve ‘Serseri Mayınlar’ (2010) gibi Özpetek filmlerinin müziklerini hazırlayan Pasquale Catalano, ‘Napoli’nin Sırrı’nı sırf müziğinin güzelliğiyle izlenmeyi hak eden bir film yapıyor.

Titizlikle seçilmiş İtalyanca, İspanyolca, Fransızca hatta Arapça (Souad Massi’nin nefis Ghir Enta’sı) şarkılardan oluşan görkemli bir müzik ziyafeti sizleri bekliyor.

Oyuncu kadrosuna gelince: Kanımca Özpetek’in kariyerindeki en iyi film olmayı sürdüren ‘Karşı Pencere/La Finestra di Fronte’ (2003) başyapıtının unutulmaz aktrisi Giovanna Mezzogiorno, 15 yıl aradan sonra ‘Napoli’nin Sırrı’nda bizleri kendisine hayran bırakıyor.

Mario Bellochio ile ‘Yenmek/Vincere’de (2009), Wim Wenders’le ‘Palermo Shooting’de (2008) çalışmış bu 44 yaşındaki tiyatro ve sinema oyuncusu, duru güzelliği, ekranı aydınlatan tebessümü ile filmin en büyük artısı. Cüretli seks sahnesindeki cesaretiyle övgüyü hak ediyor.

Sergio Castellito’nun ‘Fortunata’sında geçen yıl izlediğimiz yakışıklı aktör Alessandro Borghi ile Adriana’nın teyzesini canlandıran Anna Bonainto, filmin başarılı oyuncu kadrosuna destek veriyorlar.

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün