Kitaplık

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
8 Ağustos 2018 Çarşamba

İlişki, güzel bir türemiş sözcük. Kökü, ilmek. İlmek iki ayrı parçayı bol bir şekilde birbirine dikip bağlamak demek… Hem bol hem de bağlı… Ne güzel değil mi? Baskı yok ama bağ var arada… Bu ilişki aşk ilişkisi olmak zorunda değil elbette… Dostluk da buna dahil, iş de ama en önemlisi hayatın kendisi de… Her bir ayrıntıyla aramızda bu bol bağdan var. İliyoruz kendimizi, sonra da ayıramıyoruz o karşımızdaki her ne veöya kimse, kendimizden… Bu haftaki kitaplarda bazı insan hikâyelerine, eğitimin etkisine ve hayatın anlamına ilişeceğiz biraz…

“İstanbul’a ve yazarlarına, şairlerine saygı duruşu…

Zülfü Livaneli’den İstanbul’a ve onun yazarlarına, şairlerine saygı duruşu: Gölgeler. Karanlığın bütün gölgeleri yuttuğu bir İstanbul akşamı. Bütün sesler susmuş. Yalnızca gelip geçenlerin görmediği, duymadığı Gölgeler’in sesleri yankılanıyor sokaklarda. Son bir kez söylenen şarkı gibi, son bir kez yazılan şiir gibi, “son bakışta aşk”ta dile gelen sevda sözleri gibi… Gölgeler konuşuyorlar karanlıkta…  Fatih Sultan Mehmed, Mustafa Kemal Atatürk, Halide Edip Adıvar, Reşat Nuri Güntekin, Nâzım Hikmet, Yahya Kemal, Sabahattin Ali, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Kemal Tahir, Orhan Veli, Ülkü Tamer, Ece Ayhan, Cemal Süreya ve Attilâ İlhan’ın gölgeleri... Şiirin tapınağı önünde vecd halinde bekliyor İstanbul, ona yeniden hayat verecek  son kelimeyi…

Ne yazsa, ne söylese her şeyini severim Zülfü Livaneli’nin... Birçok kez farklı sebeplerle bir araya gelmiş olmanın memnuniyeti, ona ait her yeni kitapla bir kat daha artar içimde… Sözcükler, en çok onun kaleminde ve söyleminde anlam bulur. Yumuşak, dokunaklı ve farklı yazar. Net görür hayatı. Gölgeler’de de böyle yapmış; var olan kişileri tasarı isimlerle yeniden var etmiş, yepyeni uzun öykülerle canlandırmış. Gerçekten de yukarda adı geçen müstesna kişilere tam anlamıyla bir saygı duruşu olmuş bu kitap… Eline sağlık Livaneli…

“İlişki. Kelime başından lanetli…”

“Yaş alıyorum. Yüzümde güneşten kısılan gözler, kafamın tepesinde dolaşan düşünce balonlarına eşlik eden çatık kaşlar, büyük kahkahalar, The Notebook gibi filmlerde mütemadiyen ağlamama sebep sulu gözler sebebiyle artan çizgileri, üast üste içilen ve karıştırılan içkilerin ertesi günü bedenimi çarpan yorgunluğu, bavul çekiştirmekten sırtıma saplanan spazmları saymazsam, hoşuma gidiyor.

Artık hikâye biriktirmek için yaşamıyorum. Eski hikâyeleri kafamda döndürüp nerede hata yaptığımı aramıyorum.”

“Beşiktaş-Kadıköy vapur iskelesinden Londra’nın parklarına, meydanlarına koşan Hazal Yılmaz, çocukluğu ve olgunluğu arasındaki labirentte dolaşıyor ve bazen bilinç akışı, bazen çözümleyici bir yazma dürtüsüyle kendini izliyor. Çocukluğun kesilmiş sahnelerini hayalleriyle süslüyor.”

Hazal Yılmaz, Anlam Arama’yı yazmış, inadına bir anlam arıyor insan kitapta. İlişki kelimesine de benden çok farklı yaklaşmış: “Kelime başından lanetli. Birine ilişme duygusu yaratıyor. Şöyle kanepede başkalarından kalan bir yere yanaşayım ben, sığışayım. Ha gitti ha gidecek gibi oturayım.”

Bütün yazdıklarımı bir anda yerle bir eden bu bakış açısına da hak vermedim değil desem, ne düşünürsünüz? Dil nasıl bir cambaz? Bizi nasıl tavlıyor? Ve bazı yazarlar, nasıl farklı anlamlar yüklüyorlar sözcüklere? Sonra da bize anlam arama diye sesleniyorlar Farklı küçük bölümlerle hayatı hafiften sorgulayan, duyguları inceden inceleyen ama okura da çok şeyler beklememesini öğütleyen yazar, son derece değişik bir bakış açısı ve tatlı bir üslup yakalamış.

“Bir sistemi kökünden değiştirmek için…”

Şimdiki kitap ilişki kelimesinden biraz uzak gibi gelecek size ama asla değil. Bir eğitim modelinden söz eden bu kitap, bizim sistemimiz konusunda epey düşünmemizi sağlıyor. Asıl ilişki çocuklar ve gençlerle aramızda oluşturduğumuz bağ… Onları hayata iliştirebilmek.

Öğrenciler arasında yaratılacak ve yakalanacak hakkaniyet duygusuna dayanan, verilerdeki insani yanı bulmaya çalışan, öğrencilerin şahsi fikirlerine değer veren, onlardaki bütüncüllüğü ön plana çıkaran bu sisteme belki de şimdi her şeyden çok ihtiyacımız var. Sınavların sonuçlarına bakarsanız bana hak verirsiniz. Pasi Sahlberg’in Eğitimde Finlandiya Modeli adlı kitabı, tam da okulların açılma arifesinde çok makbule geçti.

“Çağı yakalamak ve modern ülkeler arasında ‘hak ettiğimiz’ yeri almak için çocuklarımızın eğitiminin çok önemli olduğu konusunda hemfikiriz. Ancak, yıllardır devamlı vites değiştirip zikzak yaptık. Eğitim konusunda izleyeceğimiz uzun vadeli yolu, yani politikaları, bir türlü tespit edemedik; ideolojik tercihlerin esiri olduk. Oysa çalışmadan, akıl kullanmadan, iyi örneklerden ders çıkarmadan, verilere önem vermeden hiçbir şey gerçekleştirilemez, ‘hak edilemez.’ - Prof. Dr. Üstün Ergüder, Eğitim Reformu Girişimi Kurucusu ve Yönetim Kurulu Başkanı.