Güneşe dokunmaya gidiyoruz

Selin SEVİNDİREN Köşe Yazısı
8 Ağustos 2018 Çarşamba

Güneşle aranızdaki ‘love&hate’ ilişkisinin ‘hate’ döneminde olduğunuzu tahmin ediyorum. Bu sıcaklarda 20 veya 50 korumalı güneş kremlerini üzerinize bocalarken, belki de Güneş’in bize tek zararının olası bir cilt kanseri olduğunu düşünüyor olabilirsiniz. Hatta bu yanılsamanıza 50 faktörün 20 faktöre göre sizi iki buçuk katı koruduğu fikri eşlik ediyor olabilir. Daha kötüsü 50 üzerine 20 koyup 70 korunduğunuzu da sanıyor olabilirsiniz. Aman diyeyim öyle bir şey yapmayın. Gereksiz. SPF 20 faktör güneş koruması demek Güneş’ten gelen 20 fotonun yalnızca birinin teninize girmesine izin vermek demek. Yani 100 ışının beşi vücudunuza nüfuz edebilir. Bu da yüzde 95 korumaya tekabül ediyor. SPF 50 demekse, 100 ışının ikisi (50’de bir), yani yüzde 98 korumaya denk geliyor. Neymiş 20 faktör ve 50 faktör arasında yalnızca yüzde 3 fark varmış. SPF sonsuza gitse de korumanız asla yüzde 100 olmayacak. Ha bir de 100 koruma bir kreme rastlarsanız sakın ha dünya para vermeyin. 

Yazının başında ipucunu verdiğim gibi, Güneş’in tek zararı cilt kanseri değil. Güneş her an bir fırtınayla toplum olarak tamamen bağımlı olduğumuz uydu iletişimini ya da elektrik hatlarını kullanılamaz hale getirebilir. 2012 yılında bunun ucundan döndük. Eğer Güneş’ten gelen patlamalar Dünya’yı es geçmemiş olsaydı, bugün bu yazıyı bırakın internetten okumayı, yıkılanı tamir ederken yıllarca geri giderdik. Güneş’ten gelen bu yüklü parçacıkların ve radyasyonun oluşturduğu patlamaların tehlikesi karşısında bilim insanları boş duramazdı elbette; tabi Hollywood da. ‘Solar Crisis’ (1990), ‘Solar Flare’ (2008), ‘Solar Strike’ (2006) ve bu defa başında solar olmayan ‘Knowing’ (2009) güneş patlamalarını konu alan filmlerden bazıları. Son filmde her doğal felaket filminin başında olduğu gibi dikkate alınmayan bilim insanını Nicholas Cage canlandırıyordu. Ama siz siz olun güneş patlamaları ile ilgili bilgiyi bilimsellikten uzak o filmden öğrenmeyin. Üstelik şimdi doğruları öğrenmek için önümüzde büyük bir fırsat varken. 

NASA 11 Ağustos’ta Florida Kennedy Space Center’dan Güneş’e insansız uzay roketi yolluyor. 1,6 milyar dolarlık proje ile bugüne dek Güneş’e en çok yaklaşacak (6 milyon kilometre), en yüksek hıza çıkacak (saatte 700.000 kilometre) ve en yüksek sıcaklığa dayanıklı (1377 derece) sondayı geliştirdik. Termal mühendislikte en son ilerlemelerle, 11,5 cm kalınlığında, 2,5 metre çapındaki ısı kalkanı, aracı ve içindeki gereçleri Güneş’in kavurucu dış atmosferinin sıcağına karşı koruyacak.

Parker Solar Probe adındaki son mühendislik harikamız 5 Kasım’da Venüs’ün yörüngesinden çıkıp yoluna devam edecek ve Güneş’in çevresinde 24 tur atarak yedi yılın sonunda Güneş’e en yakın konuma gelecek. 7 yıl sonunda eriyip gitmeden önce çok değerli bilgileri bize yollamış olcacak.

Güneş aşırı sıcak dev bir hidrojen topu; 1,4 milyon kilometre çapıyla içine bir milyon Dünya sığdırabilir. Devasa kütleçekimi, çekirdeğinde muazzam bir basınç ve 15 milyon derece sıcaklık üretiyor. Bu yüzden Güneş’in içinde bulunan hidrojen atomları, elektronlarından ayrılıyor ve atom altı parçacıklar çorbasında (plazma) yalnız başına kalan protonlar sıkışıp diğer protonlarla birleşiyor. Nükleer füzyon dediğimiz bu olayda hidrojenler helyum elementini oluştururken çekirdeklerinde saklı enerji açığa çıkıyor. Her saniye 15 Empire State binası kütlesinde (M) çarpı ışık hızının karesi (c2) kadar (E=Mc2) enerji yaratılıyor. Yıldızın tanımı zaten bu, aynı anda çok sayıda nükleer patlama.

Güneşin çekirdeğinde ortaya çıkan bu enerji çekirdekten dışarıya çıktığında 2 milyon derece sıcaklığa düşüyor. Bu sıcak plazma çorbasından bazen kabarcıklar çok ileri fırlıyor. Fırladıkları bu yüzeyin adına fotosfer deniyor, sıcaklığı ise 5.500 derecelerde. İşte bizim gözümüze görünen Güneş tam olarak bu yüzey, hatta güneş lekelerinin olduğu bölgede sıcaklık 4.000 dereceye kadar düşüyor.

Sonra çok acayip bir şey oluyor. Fotosferin dışına, Güneş’in atmosferi de diyebileceğimiz ‘korona’ya geliyoruz. Sıcaklığın düşmesini beklerken o da ne? 10 milyon derece sıcaklıklara yeniden çıkıyoruz. Sezgilerimize tamamen ters bir durum çünkü mesela kamp ateşinden uzaklaştığımızda sıcaklığın düşmesini bekleriz. Korona Güneş’ten milyonlarca kilometre dışarıya kadar uzanıyor. Hatta hiç bitmiyor ve güneş rüzgarı dediğimiz atom altı parçacıklar seli ile birleşiyor. Bu sel tüm Güneş Sistemine yayılıyor; onun vardığı yer Güneş Sisteminin sınırlarını belirliyor. Parker Sondası’nın, korona’nın şaşırtıcı sıcaklığının gizemini çözmesinin yanı sıra bir diğer görevi süpersonik hızdaki güneş rüzgarının nasıl oluştuğunun gizemini çözmek.

Son olarak keşif aracı Güneş’in dışarıya milyarlarca ton plazmayı ilmik şeklinde fırlattığı güneş patlamalarını inceleyecek. Güneş atmosferinden kopup uzayın derinliklerine ve dolayısıyla bize gelen materyaller beraberinde manyetik alanları ile hareket ediyor ve saatte milyonlarca kilometre hıza ulaşıyor. Neyse ki Dünya’mızın atmosferi ve kendi manyetik alanımız bizi korkunç yıkımdan koruyor. Öyle olmasaydı da Nicholas Cage bizi korurdu.

150 milyon kilometre uzağımızda bulunan ve yaşamımızı enerjisine, ısısına ve ışığına borçlu olduğumuz Güneş’imizin atmosferinde meydana gelen bu şiddetli olayları önceden tahmin edebilmek için, aynı zamanda evrendeki tüm yıldızlarla ilgili daha çok bilgi edinmek için Parker Probe’a yolu açık olsun diyoruz. Aynı gece ve ertesi gece gökyüzünde meteor yağmurunu izlemek için karanlık bir yer bulmayı ihmal etmeyin. Tek ihtiyacınız olan gözleriniz ve belki de biraz müzik.